Makale

Evlilikte Aile içi Sağlıklı iletişim

Evlilikte Aile İçi Sağlıklı İletişim

Dr. Mustafa Koç
Bursa / Orhangazi Vaizi

Erkek ve kadın arasında, hukuken kabul edilen ve/veya toplumca onaylanarak taraflara çeşitli hak ve yükümlülükler veren ilişki biçimine evlilik denir. Dolayısıyla sosyal bir kurum olan ve toplumun devamını hedefleyen evlilik, ailenin temeli olarak kabul edilir.

Modellerine göre ister çekirdek, isterse geniş olsun aile; içinde yaş, cinsiyet, makam, rol, yetki ve sorumluluk bakımından birbirinden ayrışan az ya da çok sayıda bireyin birlikte yer aldığı ve ortak bir hayat alanını paylaştığı sosyolojik bir oluşumdur. Söz konusu bu birliktelik, karşılıklı ilişki ve etkileşimlerin oluşturduğu bir sistem olarak dinamik bir şekilde varlığını devam ettirir. Bu yüzden her ailenin özel bir iç yapısı ve kendine özgü dinamik bir işleyişi vardır. Dolayısıyla her aile ‘biricik’tir. O nedenle dış çevrede toplumun kültürü, gelenekleri, inanç ve değer yargıları; iç yapıda ise, aile bireyleri olan anne-baba ve çocukların ortak amacı, kuralları ve beklentileri, bu yapı ve işleyişin gerçekleşmesinde önemli rol oynarlar. Böylece her aile, içinde yaşadığı toplumun küçük bir yapı taşı olduğu kadar, kendine özel ayrı bir kimliğe de sahiptir. Söz konusu bu özellik, ailelerin birbirleriyle kıyaslamalarını da zorlaştırmaktadır.

Evlilik sürecindeki beraber yaşamayla birlikte, evlilik öncesinde eşlerde baskın bir şekilde bireyselliği ifade eden ‘ben’ ve ‘sen’ yaşantıları yerine; evlilikte ortak bir anlayışı ortaya koyan ‘biz’ yaşantısı meydana gelmesi gerekir. İşte eşlerden her iki tarafın da ortak kabulüyle bu yaşantının sürdürülebilmesi, kadın ile erkeğin geldikleri aile yapılarına ve gerekli sağlıklı iletişimi kurabilmelerine bağlıdır. Şayet eşler arasında iletişim problemleri varsa, aile içi dengeler ve düzen bozulduğu için geçimsizlik ortaya çıkar. Evlilik sürecinde aile içi iletişim bozukluklarının temelinde, eşlerden her birinin ‘ben’ yaşantısından çıkıp onun yerine ‘biz’ yaşantısını benimseyememeleri önemli bir rol oynar. Ayrıca bu olumsuz durumu, kültür ve kişilik farklılıkları gibi eşler arası uyumsuzluklar da besleyebilir.

Öte yandan aile içindeki ilişkilerin temelini, eşlerin karşılıklı olarak birbirlerine yönelik olumlu veya olumsuz tutum ve davranışları oluşturur. Onların sevgi ve anlayışla devam ettirdikleri bu karı-koca ilişkisi, aynı zamanda ailenin genel havasını da belirler. Dolayısıyla aile psikolojisinde uyumlu ve sıcak ilişkiler, anne-babadan çocuklara doğru yayılır. Tam aksine gergin ve sürtüşmeli bir karı-koca ilişkisi ise, eşlerin yanı sıra çocuklar üzerinde de güvensiz ve kaygılı bir psikolojik ortam meydana getirir. Bu durum da, ister istemez ailenin stres ve kaygı düzeyini yükseltir. Sürekli geçimsizlik ortamında yetişmiş olan bir erkek ve/veya bir kadın, evliliklerinde de çoğunlukla aynı olumsuz ve sağlıksız ortamı devam ettirme potansiyeli taşır. Yani geçimsiz ailelerin çocukları da, böyle uyumsuz evliliklere aday olabilir.

Yukarıda yer verilen psikolojik değerlendirmeler kapsamında, evlilikte aile içi sağlıklı iletişimi engelleyen ‘biz’ yaşantısının oluşturulamamasında, eşlerin evlilik öncesi, karşılıklı olarak birbirlerini yanlış tanımaları önemli bir yer tutar.

Erkek ve kadının geçmişte oluşturduğu kişilik yapıları, evlilikte değişmeden kalırsa, ‘ben’ ve ‘sen’ yaşantısından ‘biz’ yaşantısına geçiş süreci oldukça zorlaşır. Dolayısıyla bu durumda evlilik, eşlerden birinin fedakârlığında bazen bir süre, bazen de sonuna kadar devam edebilir. Türk toplumundaki aile yapısında söz konusu bu fedakârlığı genellikle kadın gösterir.

Evlilikte aile içi sağlıklı iletişim bağlamında eşler arasında meydana gelen ‘psikolojik uyumsuzluk’, genellikle her iki tarafın farklı farklı kişilik yapılarına sahip olmalarından kaynaklanır. Bu nedenle kişilik özellikleri arasında büyük bireysel farklılıklar olan eşlerin anlaşmaları oldukça zordur. Üstelik kişilik yapılarının bu farklılıklarından kaynaklanan özelliklerin de zamanla değişme olasılığı çok sınırlı, hatta imkansızdır. Ayrıca eşler arasındaki bu kişilik farklılıkları bağlamında meydana gelen psikolojik uyumsuzluğun yanı sıra bir de en az bunun kadar önemli olan ‘sosyal uyumsuzluk’ söz konusudur. Bu durum, genellikle eşlerin evlenmeden önce yaşadıkları sosyal çevrelerdeki kültür farklılıklarından kaynaklanır. Aile içinde meydana gelen kültür farkı, ‘biz’ yaşantısının oluşmasında iletişim için gerekli olan ortak duygu ve düşüncelerin gelişmesini de engeller.

Evlilik sürecinde, eşlerin birbirilerine olan sevgi ve saygılarını tüketen evliliğin kendisi değil, bu süreçte karşılıklı yapılan yanlışlardır. Kendisini sorgulamayan eşler, sürekli olarak evliliklerini suçlarlar. Bu bağlamda eşler arasında ortaya çıkan geçimsizlikleri tetikleyen faktörlerden birisi de, -duygusal şiddetten de öte- evlilik içinde ciddi bir problem olarak ortaya çıkan ‘fiziksel şiddet’tir. Türk toplum yapısındaki aile içinde genellikle erkeğin, otoritesini kuramadığı zaman en sık başvurduğu silah, fiziksel şiddet, yani dövmektir. Bazı erkekler, kadını dövmenin aile içi hakimiyeti sağlamada en etkili ve pratik bir araç olduğuna inanırlar.

Şiddet; kısa, orta ve uzun vadede ortaya çıkan aile içi problemlere çözüm olmadığı gibi, aile içi sağlıklı iletişim kurmada eşler arasında daha sonra telafisi mümkün olmayan unutulmaz yaralar da açabilir.

Halbuki aile içi sağlıklı iletişim sürecindeki aile üyeleri,
a- Görev ve sorumluluklarını doğal olarak yerine getirirler.
b- Eşler arasında olumlu ve yapıcı duygusal bağlar söz konusudur. Dolayısıyla taraflar, birbirlerinden bağımsız oldukları halde, birbirlerine isteyerek yardım ederler.
c- Sağlıklı bir aile içi iletişim sürecindeki eşler, duygusal ve bilinçlenme yönünden devamlı olarak gelişim içerisindedirler.
d- Karşılıklı olarak kendilerini değerli bulan eşlerin benlik saygısı düzeyleri yüksektir. Bu nedenle benlik değerlerini olumlu yönde geliştirirler.
e- Böylesi bir aile düzenine sahip eşler, hem kendi içlerinde bütünleşirler. Hem de sosyal çevreleriyle olan ilişkilerini iyi dengelerler.
f- Sağlıklı bir aile içi iletişime sahip olan eşler, karşılıklı olarak birbirlerini değerli ve onurlu görürler.
g- Kendi bireysel sınırlılıklarının farkında oldukları için kendi ihtiyaçları ile aile ihtiyaçları arasında çok güzel bir denge kurarlar.
h- Böyle bir tutum ve davranış içerisindeki eşler, uzun vadeli mutlulukları, kısa vadeli geçici doyumlara tercih ederler.

Bazı çiftler, aile içi iletişim bozukluklarının nedenlerini, detaya inmeden yaptıkları yanlış evliliğe bağlarlar. Halbuki bu çiftlerin, bu türden kısır yaklaşımlarla zamanı boşa harcayacaklarına, hayatın kendileri ve eşleri için daha güzel ve doyurucu olması yolunda çaba göstermeleri daha mantıklı bir yaklaşımdır. Böyle durumlarda eşler, kendi özel hayatları kapsamında aile içi sağlıklı iletişimlerini güçlendirici pozisyonlarını belirleyip bunları elden geldiğince çoğaltabilirler. Bu noktada eşler, her duygu gibi mutluluğun da emek verilip paylaşıldıkça gelişen ve çoğalan bir duygu olduğunu asla unutmamalıdırlar.

Mutlu bir evlilikte dikkate alınması gereken temel noktalardan birisi de, eşlerin birbirlerinden ayrı mutluluk anlayışları ve zevklerinin yanında, birbirleriyle ortak olan mutluluk anlayışlarını ve zevklerini de geliştirebilmeleridir. Ancak bu bilinçli olarak ciddi bir çabayı gerektirir. O nedenle evlilik içerisinde ortak bir çaba harcanmadıkça da mutluluktan söz edilemez.

Evlilik sürecinde eşler, birbirilerine karşı besledikleri ilgi ve sevgilerini, karşılıklı olarak söz ve hareketlerle dışa vurmalıdırlar. Zira sevgi ve saygının en iyi anlatım ve sunum şekli, eşlerin birbirilerine karşılıksız olarak içten bir ilgi göstermeleridir. Dolayısıyla eşler, birbirlerinin karşılıklı duygu ve düşüncelerine ne kadar ilgi gösterirlerse, birbirlerine o kadar değer vermiş olurlar. Unutulmamalıdır ki, sevmek ve sevilmek, gelişim yaşları ne olursa olsun tüm bireyler için varoluşsal anlamda temel bir ihtiyaçtır.

Özetle, -yukarıda da ifade edildiği gibi- evlilikte aile içi sağlıklı iletişimin temeli, eşlerin birbirlerine gösterdiği “karşılıklı sevgi ve saygı”dır. Her ailenin kendine özel bir ‘sevgi ve saygı havuzu’ vardır. Bu havuza da iki musluktan su akar. Musluğun birinin başında erkek, diğerinin başında ise kadın vardır. Ayrıca havuzdaki su, bitmez tükenmez bir su da değildir. Havuzdaki sevgi ve saygı suyunun bitmemesi ve/veya eksilmemesi için eşlerden her ikisinin de karşılıklı olarak eş zamanlı bu havuza su akıtması gerekir. Yoksa eşlerden sadece birinin su akıtması, sevgi ve saygı havuzunu doldurmaya yetmez. Zira gün gelir, tek taraflı olarak havuzu doldurmaya çalışan suyun kaynakları tükenebilir.

Sonuç olarak, evlilik sürecinde aile içi sağlıklı iletişimi kurabilmek ve geliştirebilmek için eşlere pratik kapsamda şu tavsiyelerde bulunulabilir:
a- Eşler, dış çevrelerine karşı ailenin bağımsızlığını mutlaka korumalıdır.
b- İki ayrı kişiliklerin bir araya gelerek yepyeni bir hayat tarzı oluşturduğu evliliklerde, eşlerden her ikisi de, ailelerinden gördüklerini taklit etmeyip, kendi özellerine ait yeni bir tarz oluşturma gayreti göstermelidirler.

c- Eşler, aile içi iletişim çatışmaları kapsamında karşı karşıya kaldıkları problemleri, her iki tarafın da sakinleştiği bir zamanda oturup mutlaka karşılıklı olarak konuşarak karara bağlamalıdırlar. Zira, aileyi ilgilendiren bir problemi görmezlikten gelerek konuşmadan ‘derin dondurucuya (!)’ koymak, var olan problemi çözmediği gibi orta ve uzun vadede sıkıntı da çıkarır.
d- Eşler, birbirlerini kırmadan ve birbirlerinden çekinmeden, yeri geldiğinde birbirlerine ‘hayır’ demeyi bilmelidirler.
e- Ailede karşılıklı anlayış esas olmalıdır. Eşler, kendilerinin insan olduklarını unutmadan aile içi iletişim sürecinde birbirlerinin kişiliklerine saygılı davranmalıdırlar.
f- Yine karşılıklı sevgi ifadeleri konusunda, eşler birbirlerine karşı asla cimri davranmamalıdırlar. Buna, birbirlerine güzel hitap cümleleri kullanarak başlayabilirler. Unutulmamalıdır ki, Karl Menninger’in dediği gibi, ‘sevgi, ancak sevmekle kazanılabilen bir değerdir.’
g- Kayınpeder, kayınvalide, kayın ve görümce gibi akrabalarla eşler, kendi aile yaşantılarına müdahale etmelerine neden olacak düzeyde içli-dışlı ilişkilere asla girmemelidir. Aralarında mutlaka bir sosyal mesafe bırakmalıdırlar.
h- Aile içinde meydana gelebilecek dinsel tutum ve davranış farklılıkları, eşler arasında bir iletişim çatışması alanı ortaya çıkarabilir. Böylesi bir durumdaki eşler, birbirlerine anlayış göstererek; doğru olanı, yine ortak akıllarını kullanarak bulmaları gerekir.


“Evlilik sürecindeki beraber yaşamayla birlikte, evlilik öncesinde eşlerde baskın bir şekilde bireyselliği ifade eden ‘ben’ ve ‘sen’ yaşantıları yerine; evlilikte ortak bir anlayışı ortaya koyan ‘biz’ yaşantısı meydana gelmesi gerekir. İşte eşlerden her iki tarafın da ortak kabulüyle bu yaşantının sürdürülebilmesi, kadın ile erkeğin geldikleri aile yapılarına ve gerekli sağlıklı iletişimi kurabilmelerine bağlıdır.”


“Evlilik sürecinde, eşlerin birbirilerine olan sevgi ve saygılarını tüketen evliliğin kendisi değil, bu süreçte karşılıklı yapılan yanlışlardır. Kendisini sorgulamayan eşler, sürekli olarak evliliklerini suçlarlar. Bu bağlamda eşler arasında ortaya çıkan geçimsizlikleri tetikleyen faktörlerden birisi de, -duygusal şiddetten de öte- evlilik içinde ciddi bir problem olarak ortaya çıkan ‘fiziksel şiddet’tir.”


“Aile içindeki ilişkilerin temelini, eşlerin karşılıklı olarak birbirlerine yönelik olumlu veya olumsuz tutum ve davranışları oluşturur. Onların sevgi ve anlayışla devam ettirdikleri bu karı-koca ilişkisi, aynı zamanda ailenin genel havasını da belirler.”


“Bazı çiftler, aile içi iletişim bozukluklarının nedenlerini, detaya inmeden yaptıkları yanlış evliliğe bağlarlar. Halbuki bu çiftlerin, bu türden kısır yaklaşımlarla zamanı boşa harcayacaklarına, hayatın kendileri ve eşleri için daha güzel ve doyurucu olması yolunda çaba göstermeleri daha mantıklı bir yaklaşımdır.”