Makale

Küçük bir klasik: Mimar Sinan Mescidi

Küçük bir klasik:
Mimar Sinan Mescidi
Cevat Akkanat


Osmanlı Devleti, 16. yüzyılda tarihinin en parlak seviyesine ulaşmış, oluşturduğu medeniyet ile çağa damgasını vurmuştur. Bu medeniyete inşâ ettiği eserlerle katkı sağlayan Mimar Sinan, dünya mimarlık sanatının en büyük ustalarındandır.

Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad devirlerini görmüş olan Mimar Sinan, tezkirelerde bahsedildiğine göre, 477 kadar eser vücuda getirmiştir. Bunlardan 107’si cami, 52’si mescit diğerleri ise medrese, dârülkurra, dârülhadis, darüşşifa, mektep, tekke, imaret, türbe, hamam, saray, köşk, kervansaray, han, su kemeri, köprü, mahzen gibi sosyal yapılardır. Bunların her birinin kendisine has bir işlevi ve önemi bulunmakla beraber, aralarında Şahzade Camii ile Süleymaniye ve Selimiye Camileri (elbette külliye bütünlüğü içinde) “Mimar Sinan’ın üç büyük eser”i kategorisi içinde değerlendirilmektedir. Biz, bunlardan üçüncüsünü, Mimar Sinan’ın da “ustalık eserim” olarak işaret ettiği Selimiye Camii’ni daha önce yazmıştık. Zaman içerisinde diğer şaheserlerini anlatacağımızdan da hiç şüphe olmasın. Bu hayırlı vaadimizin gerçekleşmesini temenni ederek, Mimar Sinan’ın kendi adına inşa ettirdiği mescidin anlatımına geçelim.
İstanbul mescitlerinin en ilginci…

Fakat, bundan da önce, belirtmemiz gereken bazı genel tespitler bulunmaktadır. Şöyle ki, Mimar Sinan’ın Osmanlı klasik çağında oluşturduğu üslûbun etkileri mescit mimarisinde de kendisini göstermiştir. Şükrü Sönmezer ile Selçuk Keskin’in “İstanbul Mescitleri” başlıklı makalede belirttiklerine göre, bu mescitlerden günümüze ancak yirmisi ulaşabilmiş, fakat ancak yedisi özgün yapısını koruyabilmiştir. Genel olarak kesme – moloz taştan, yer yer tuğladan inşa edilen bu mescitlerin iç donanımında ahşap kullanılmıştır. Bu eserlerde kare veya kareye yakın dikdörtgen plan şemasının uygulandığı görülmektedir.

Sözkonusu dönemin önemli bir yapısı olarak Mimar Sinan Mescidi, İstanbul Suriçi’nin en önemli, fakat bugün fazla bilinmeyen eserlerinden birisidir. Mimar Sinan’ın ilk bakışta iddiasız zannedilen bu nev-i şahsına münhasır eseri, Fatih Yenibahçe’de, Hoca Üveys Mahallesi’nde bulunmaktadır. Bir zamanlar adını kendi bulunduğu mahalleye de vermiş olan mescit, Akşemseddin Caddesinin Vatan Caddesi tarafında, Sarı Nasuh ile Korkut Ata sokakları arasında yer almakta olup, bugün bir oyun parkı ile evler arasında sıkışıp kalmıştır. Mescidin yeriyle ilgili tek farklı bilgi, Ayvansarayî Hafız Hüseyin’in Hadikatü’l Cevâmi’sinde olup, yanlış bir şekilde, Süleymaniye Camii civarında gösterilmektedir.

Mimar Sinan: “Bu fakirin mescidi”

Üzerinde tarih kitabesi bulunmayan bu yapının, yine tarihi bilinmeyen vakfiyesinden yola çıkılarak, bir sıbyan mektebi ve çeşmeyle birlikte, küçük bir külliye halinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Tarihsiz vakfiyesi Kanunî Sultan Süleyman’ın vefatından (1566) sonra tescil edildiğinden, mescidin daha önceki zamanlarda yaptırıldığı zannedilmektedir. Bununla birlikte, bugün pek çok kaynakta 1573 tarihi zikredilmektedir.

Mescidin, bizzat Mimar Sinan tarafından, kendi hayratı olarak yaptırıldığı tartışmasız bir şekilde kabul edilmektedir. Bu konuda vakfiyenin dışında da deliller vardır. Mesela, tezkirelerin hepsinde bu mescidin Mimar Sinan’ın eseri olarak gösterilmektedir. Söz gelimi Tezkiretü’l-Ebniye’deki “Yenibahçe kurbinde bu fakirin mescidi” ve Tezkiretü’l-Bünyan’daki “Yenibağçe’de bu fakirin mescidi” şeklindeki kayıtlar örnek verilebilir. Bu doğrultudaki kayıtlara eserin vakfiyesinde “… kendüye mensub mahallede… bina itdüği mescid-i şerif ve mabed-i münifi… ve mekteb-i lâtifi… ve kendi mahallesinde mescidi kurbinde bina olunan çeşmeye…” şeklinde tesadüf olunmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de mescidin adı aynı şekilde geçmektedir.
Geçmişten bugüne…

Mimar Sinan Mescidi ve ona bitişik yapı unsurları orijinal halleriyle günümüze kadar ulaşamamıştır. Mescid, sıbyan mektebi ve çevresi 13 Haziran 1918 Cibali-Fatih yangınında yanmıştır. Bu yangında külliye tamamen harap olmuş, geriye sadece mescidin minaresi, çeşme ve su haznesi kalmıştır. Mekân uzun yıllar harap bir şekilde kalmış olup, zaman zaman çeşitli işgallere de uğramıştır. Sözgelimi, mescidin sahip olduğu geniş arsa üzerine 1950’li yıllarda gecekondular ve apartmanlar yapılmıştır. Hatta bir ara Mimarlar Odası İstanbul Şubesi tarafından bu araziye kültür sitesi yapılmak istenmiş, bu amaçla bir proje yarışması açılmıştır. Başta Semavi Eyice olmak üzere tarihî dokuya hassasiyetle yaklaşanların mücadelesi sonucu mescit ve arazisi kurtarılmıştır. Mimar Sinan Mescidi ve çevresine yönelik olumsuz tutumların bir kısmı engellenmiş olmakla birlikte, bazılarına önlem alınamamıştır. Örneğin, sıbyan mektebinden geriye sadece duvar kalıntıları kalmış, hatta yerine çocuk parkı yapılmıştır.

Mimar Sinan Mescidi’nin aşağıda özelliklerini sunacağımız planı için Cornelius Gurlitt’in 1905’ten sonra İstanbul’da yaptığı çalışmada ortaya koyduğu basit plan ile çizdiği resme ve yaptığı tarife dikkat edilmiş, buna ek olarak, Ali Saim Ülgen’in 1944’te hazırladığı restitüsyon projesi ile 1973’te yapılan kazı sonuçları esas alınmıştır. Sonuçta mescit Vakıflar İdaresi tarafından ihya edilerek, 1976’da yeniden ibadete açılmıştır. Bununla birlikte Mimar Sinan Mescidi günümüzde de bir takım olumsuzluklara maruz kalmaktadır. Bunlar, mescidi genişletmek bahanesiyle yapılan muhtelif eklentiler şeklinde olup, zevksiz ve çirkin bir niteliksizlik şeklinde tezahür etmektedir.

Bir planda dört mevsim…

İstanbul’daki 16. yüzyıl mescitlerinde genel olarak kesme-moloz taş, yer yer tuğla ve yapıların iç teşrifinde ahşap kullanılmıştır. Bu mescitlerde plan olarak kare veya kareye yakın dikdörtgen şema uygulanmıştır.

Mimar Sinan Mescidi bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğla ile örülmüş almaşık duvarlara sahiptir. Yapının üstü karma çatı ile örtülüdür.

Sokak dokusuna bağlı olarak tasarlanan mescidin diğer İstanbul mescitlerinden ayrı ve ilgi çekici bir planı vardır. Enine ve boyuna iç içe girmiş iki dikdörtgen plân şeması da diyebileceğimiz bu tasarımda, biri eyvan tarzında önü açık, diğeri tamamen kapalı yan yana iki bölüm vardır. Bunlar sayfiyye (yazlık) ve şitaiyye (kışlık) olarak adlandırılan bölümlerdir. Hadikatü’l-Cevâmî’de mescidin bu özelliği şöyle anlatılır: “Ve bu mescide mahsus olan hayırlı bir şekildir ki yazlık bir mescidi de kışlık olan bu mescid bitişiğinde bina olunup biri kışlık ve biri yazlık iki mescidlerdir. Lakin minberi kışlık olandadır.”

Mescidin giriş kapısı yazlık diye anılan bölümün minare ile kesiştiği aralıktadır. Yazlık kısım, içerisinde mihrabı olan ibadet alanını da kısmen kuşatan “L” şeklindeki mekândır. Günümüzde bu kısım biraz fazla geniş tutulmuş son cemaat yeri olarak görülebilir. Bu kısmın cephesi iki direkle üçe ayrılmıştır. Güney duvarında yarım yuvarlak niş şeklinde bir mihrap, onun iki tarafında birer tane, iki katlı pencere vardır. Bu yazlık kısmın vaktiyle açık olarak yapılmış olan duvarı günümüzde camekânla kapatılarak, kapalı mekân haline getirilmiştir. Bu mekânın doğu duvarında iki tane pencere açılmıştır. Alttaki pencereler dikdörtgen şeklinde, üsttekiler ise sivri kemerli alçı vitray olarak yapılmıştır. Yazlık kısmın tavanı ahşap olup çıtalarla karelere bölünmüş haldedir. Duvarları ise içten alt pencere hizasına kadar ahşapla kaplıdır. Bu kısımda hanımlara ait bir yer de yer almaktadır.

Yazlık kısımdan sade bir kapıyla içine girilen kışlık mekânı harim olarak adlandırabiliriz. Bu kısmın pencereleri de iki katlıdır. Güney cephesinde dikdörtgen, içi yivli, üzeri sivri kemerle son bulan mihrap bulunur. Bu mihrap 1981 yılında taştan yapılmış olup dikdörtgen şeklinde ve oldukça sadedir. Mihrap nişinin iki köşesine düz sütunçeler yerleştirilmiş, üzeri sivri kemerle tamamlanmıştır. Mihrabın her iki yanında altta ve üstte ikişerden toplam dört pencere açılmıştır. Doğu ve batı duvarlarında altta ve üstte üçerden olmak üzere altışar pencere vardır. Kuzeyde ise üç pencere bulunmaktadır. Yapıdaki bütün pencereler aynı özelliği gösterirler.

Mescidin müezzin mahfili kuzeybatı köşesinde olup buradan demir merdivenlerle kadınlar mahfiline çıkılır. Minberi ve vaaz küssüsü ahşap olup vaaz kürsüsü güneydoğu köşesinde, duvara bitişik olarak yapılmıştır. Hadîka’da Hakîzade Halil Efendi tarafından koydurulduğu belirtilen minber daha önce belirttiğimiz Fatih yangınında yok olduğundan, bugün yerinde değildir.

Harimin içinde kalem işleri görülmektedir. Aralarında kalem işi ayetlerin bulunduğu alt pencerelerin üstü alınlık şeklinde olup, içleri siyah, yeşil, beyaz, sarı, kırmızı renkli bitkisel motifli kalem işleri ile bezenmiştir. Bunların üstünde yeşil rengin hâkim olduğu, rûmîlerle süslenmiş bir ayet kuşağı mescidi çepeçevre kuşatmaktadır. Üst pencereler alçı şebekelere ayrılmış olup içleri vitraylıdır. Etrafı üç yönden kırmızı, sarı renkli geometrik desenle bezelidir. Pencere aralarında şemse motifleri yapılmıştır.
Köşk tipi minare…

Mimar Sinan Mescidi’nin en ilgi çekici öğesi minaresidir. Sinan’ın kendisine has dehasının eseri olan bu minare bir silindir (baca) şeklinde inşa edilmiştir. Mescidin avlu girişinin yanında bulunan ve kûfeki taşından örülmüş olan minarenin pabuç ve kürsü kısımları yoktur. Dıştan sekizgen köşeli bir plana sahip olan minare 10 metre yüksekliğindedir. Gövdesi iki yatay bilezik ile üçe bölünmüştür. Günümüzde 26 basamaklı taş merdiveni bulunan minarenin bitim noktasına doğru “ezan köşkü” denilen sekiz adet ezan penceresi bulunmaktadır. “Köşk” tipi minarelerin bir örneği olan Mimar Sinan Mescidi minaresi, köşkü örten küçük bir kubbe ile taçlandırılmıştır.

1938 ve 1962 yıllarında onarımdan geçirilen minarede bugün hoparlör kullanılmaktadır. Fakat bu tipteki minarelerin işlevi şu şekilde gerçekleşmektedir: Müezzin, minarenin içine girdikten sonra ezanı okumaya başladığında, sesi minarenin içinde yankılanarak kuvvet kazanır. Ses köşk tabir edilen yerdeki pencerelerden, biteviye artan bir yankıyla her yöne yayılır. Biz buna ezanın İstanbul semalarında Mimar Sinan’ca yankısı diyelim…