Makale

Hasankeyf ve Çocuklar

Hasankeyf ve Çocuklar
Suzan Çataloluk

Hasankeyf… Dicle’nin kadim duraklarından belki de en şaşırtıcı olanı. Kimi zaman çok derinleşen bir vadide kıvrıla büküle akan koca nehir, bir yanında devasa bir kale ve eski şehir, diğer yanında teraslar halinde kurulu evler, vadinin devamı olan tarım alanları ve uzaklarda ufka uzanan engebeli bir dağ silsilesi…

Evet… Bu tarafta insanı çok şaşırtan diklikteki kalenin dibinden geçen sakin Dicle, öte tarafta ufka açılan çıplak dağlar! Manzara insanı gerçekten çok etkiliyor. Hele bu şöleni gün batımında seyrediyorsanız, bulutların kızıllığında açılan kapıdan size verilen hediye olan âlemlere dalıp gitmemeniz mümkün değil.

Bahar zamanı olduğundan etraf yeşil. Elbette bu yeşilliğin ana sebebi koca Dicle, etrafına hayat vererek sonsuza doğru yürüyüp gidiyor.

Önce eski şehri geziyoruz. Burada ne çok tarihî eser var, neredeyse adım başı eski bir güzellikle yan yanasınız. Ama terk edilmiş harabe halinde... Kimi zaman fırtına, kar, boran, tipi vurmuş, kimi zaman da insan eli… Yazık!

Şimdiye kadar birçok mezra, köy, kasaba ve şehir dolaştım, çok ilgi çekici yerler gördüm ama Hasankeyf kadar şaşırtıcı çok az yer gördüm.
Niye mi?

Evvela Hasankeyf kalesi! Görkemli bir kartal yuvası gibi! Sakin akan Dicle’nin kıyısında yekpare dev kayaya yapılmış. Ol rivayettir ki 200 m. yükseklikte! Yine rivayete göre ünlü Sasani saldırılarına karşı Bizans tarafından bir bakıma uç kale olarak yapılmış. Dik yar ve sarp kayalıklarla vadiden ayrılıyor ve böylece tabiaten son derece korunaklı olduğundan önemli bir stratejik konumda bulunuyor.

Kaleye bağlı olan burçları, sokakları, evleri, camileri, diğer mimari yapıları da bir bütünlük içinde ve eteklerinde pek çok mağara var. Bu mağaralar yerleşime hep çok müsait olmuş. Halen de turistik amaçla kullanılıyor.

Kale çeşitli dönemlerde pek çok defa el değiştirmiş. Üzerinde yapılan tamirattan ve bezemelerden anlıyoruz.
Kalede açık ve gizli yollar var. Bu yollar zikzaklı ve taş döşeli, kimi yerlerde merdiven halini alıyor.

Malum, her şarda olduğu gibi burada da kale kapıları var. İbn-i Şeddad’a göre kapı sayısı 7 imiş. Şimdilerde üç tane kalmış. Çok süslü imiş bu kapılar, kalan bezemelerin çok güzel desenlerinden ve hatlarından anlıyoruz ki dönemin mahir sanatkârları çok nefis eserlerle kaleyi ve kapılarını süslemişler.

Kalenin ucuna çıktığımızda gördüğümüz manzara gerçekten derin nefesler alınarak görülmesi gerekli bir seyirlik. Sarp, dik, yalçın kayadan oluşan bir uçurum, altta koca Dicle, karşıda teraslarla destekli evler, yeşil tarlalar, orta büyüklükte sayılabilecek çıplak dağlar ve… Ufuk, gri mavi gökyüzü, pembe bulutlar, elbette size var olduğunu hatırlatan rüzgâr!

Hasankeyf’e şaşırmamızın ikinci sebebi eski köprünün kalıntıları. Hakikaten büyük bir köprü olduğunu bu kalıntılarından çıkarmak mümkün. Tarihi hakkında yine pek çok söylenti var. Ama ağır basan tez, bu köprünün Artukoğulları Hasankeyf kolunun 4. hükümdarı Fahreddin Karaaslan tarafından yaptırıldığı. Kaynaklar köprünün ortasında çok büyük ve sivri bir kemerin olduğunu anlatıyor. Sağında, solunda küçük kemeri bulunuyor. Yine nefis bezeme ve figürlerin bulunduğu ayaklarında da gelip geçen yolcular için yapılmış dinlenme odaları olduğu yazılı. Bu özellik, bilindiği gibi Malabadi köprüsünde de bulunmakta.

Köprü ile ilgili olarak gezgin Yakut el-Hamavi 1229 yılında şu satırları yazmış:
“Gördüğüm memleketlerde bu köprüden daha muhteşemi yoktur. (C. Çulpan, Türk Taş Köprüleri, s. 38)

Yüzyıllardan sonra köprüden geri kalan iki yan kemer ve orta kemerin su içindeki ayakları…

Gelelim yerleşim eskiden ünlü bir şehir olan Hasankeyf’e: Kale tarafından korunan kadim şehirde neler yok ki. Birkaç temsil ile yola devam edelim:

Kale başındaki Ulu Camii kaynaklara göre Artuklu eseri. (Y. Yusufoğlu, Hasankeyf, s. 153) Bu tezi camide bulunan harim kapısı üstündeki kitabe de destekliyor.
Caminin elde kalan bezemelerinden nasıl muhteşem bir eser olduğu hemen anlaşılıyor. Birkaç misal verelim: Minberin süslemelerine ve minberin çift kapısındaki kündekâriye söylenecek söz yok!

Ahşap minberin sağ tarafında, yan aynalıkta bir kitabe var. Bu kitabede şöyle yazıyor:

“De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın; dilediğini aziz kılarsın, dilediğini alçaltır, aşağılık yaparsın; hayır yalnız senin elindedir. Şüphesiz ki senin her şeye gücün yeter.” (Al-i İmran, 18,19)

“Bu eserlerin kitabelerinde ayetler niye yazılıdır acep?” diye düşünmemize mahal yok ki… Ruhun sonsuzluğuna, ezel meclisine, kâlû belaya, bedenin topraktan gelip oraya gideceğine, kul hakkının bir gün sorulacağına ve insanın daimi bir imtihan zamanı yaşadığına inanan o büyük ve adil hükümdarlar hep esas sevgiliyi hatırlamak ve hatırlatmak istediler zahir…

Gördüğümüz mimari yapıların en güzellerinden biri de El Rızk Camii. Eyyubiler dönemine ait. Bu güzeller güzeli caminin minaresi pek nefis. Geometrik desenlerle ve kûfi stil hatlarla bezeli. Kuzeye bakan kısmında kûfi yazı ile aşere-i mübeşşere adları yazılıp süslenmiş. Minare üstünde yukarıya doğru gözyaşı damlaları şeklindeki motif, hatailerle desteklenmiş. İçinde 7 Muhammed var.

Yine Eyyubi döneminden kalma Sultan Süleyman Camii, Koç Camii, Kızlar Camii ve İmam Abdullah Zaviyesinde zamanı unuttuk. Bu zaviyenin iki kanatlı kapısındaki kündekâri sanatını ve desenlerini güzel sanatlar eğitimi alan bütün öğrencilerin görmesini ne çok isterdim!

Hasankeyf’te gezdiğimiz bütün sokaklarda neredeyse bir tarihi eser var. Ama beni çok üzen bir şaheser var: Zeynel Bey Türbesi. Nasıl da boynu bükük kalmış, nasıl da tahribata uğramış. Düşünebiliyor musunuz, bu şaheser samanlık olarak kullanılmış! Hüzünlü de bir hikâyesi var.

Sakin sakin akan Dicle’nin sol böğrüne yerleşmiş öylece duruyor. Evet, yüzyıllar boyu süren tarihinin hüzünlü ve çaresiz ilahilerini söyleyen, küskün, kırılmış, dökülmüş şahidi orada sessizce boyun büküyor... Hâlâ ne kadar güzel. Harikulade güzel çinileriyle, nefis hüsnühatlarıyla çok uzaklarda fark ediliyor.
Dolaştığımız her sokak, izinle içine girip gezdiğimiz evler, çay içtiğimiz bahçeler, kaledeki mağaralar dahi gerçekten kendine mahsus yerler. Görülmesi ve gezilmesi insana önemli derinlik katacak eski bir başkent Hasankeyf.

Çok kısa olarak tarihine bakarsak Bizans-Sasani kavgası sebebiyle kale olarak kurulmuş. Halid Bin Velid ordusunun komutanlarından İyad Bin Ganem tarafından fethedilmiş. Bir zaman Abbasi halifesi tarafından tayin edilen vali Abdullah Bin Hamdan ve oğulları tarafından idare ediliyor. 1086 yılında Melikşah döneminde Selçukluların hakimiyetine giriyor. Ardından Türkmen Artukluların kolu olan Hasankeyf Artuklularının emrine girip anlı şanlı bir başkent oluyor. Sanatkârları, bilim adamları ve düşünürleriyle, ilmî, dinî, siyasi münazaraların yapılmasıyla, hükümdarlarıyla, ekonomisi, siyasi ve coğrafi konumuyla, evlerinin güzelliği, mimari eserlerin bezemesiyle pek meşhur oluyor.

Tacirler mallarını keleklerle Dicle’nin bir ucundan öteki ucuna geçiriyorlar. Dillere destan bir şehir olarak tarihin sahifelerine imza atıyor.

Bu şenlikli ve zengin dönem Eyyubilerle de devam ediyor, elden ele geçen meşale gibi.

1516’da Osmanlı İdaresine geçiyor. Kaynaklara göre 1526’da Hasankeyf Güneydoğu Anadolu’da 4. büyük şehir. Şehirde dört cami, otuz mescit, iki muallimhane, on bir zaviye, iki kervansaray, Kayseriye denilen yetmiş dükkânlı bir bedesten, hamamlar, darphane, yağ çıkarılan tahinhane, debbağhane, boyahane ve mumhane var. Şehir on dört mahalleden oluşuyor!

Atatürk de çok sevmiş Hasankeyf’i. Ziyaret etmiş. 1936 yılında gerçekleşen bu ziyarette Atatürk diyor ki:

“Sizleri hiçbir zaman unutmayacağım. Siz de Atatürk sevgisini kalbinizden hiç silmeyin!”

Şimdi biraz da günümüzden söz edelim: Elbette mutfaktan başlayacağız. Evvela otlu peynir! Dağlarda yetişen bir tür sarımsakla peynir mayası karıştırılıp öylece peynir yapılıyor, pek güzel. Mercimek köftesi, çoban çorbası, işkembe dolması, daha pek çok güzel yemek…

Geleneksel sanatları devam ettirmeye çalışıyor Hasankeyfliler. Dokumacılık, demircilik, bakırcılık, Çömlekçilik vs. bu sanatlardan bazıları.

Hasankeyfli hanımlar şimdi de tandır kullanıyor; bebekler için diş hediği hazırlanıyor, üzerlikler yapılıyor ve… Düğünlerde kaleye çıkmak da ayrı bir şölen.

Hasankeyf’te minibüsten iner inmez çocuklar etrafınızı sarıyor. Kızı, erkeği, ilkokul çağı çocukları. Kiminin kucağında bebekler. Rehberlik edebileceklerini, Hasankeyf’in tarihini bildiklerini söylüyorlar. İtiş kakış yaşanıyor ara sıra. Birkaç lira hedefleri.

İçimi bir sıkıntı basıyor. Çok başı boşlar gibi geliyor bana. Sanki her türlü tehlikeye açıklar.

Biz yine Hasankeyf’e dönelim. Kadim kent… Hakkında hâlâ yazılacak ne çok şey var. Türküleri, ağıtları var, kimi inançları da var. Atasözleri de pek güzel. Birkaç misal vererek söze virgül koyalım:

Kurtlu peynirin kör alıcısı bulunur.
Hamur mayasına, kız anasına çeker.
Dam, duvar üstünde durur.
Yeşeren ot taş altında kalmaz.
Bilgiden üstün bir şey yoktur.