Makale

Yaşımı söylemeye utanıyorum

Yaşımı söylemeye utanıyorum
Dr. Ülfet Görgülü
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Çizgiler, yüreklerimizde değil, yalnız alınlarımızda belirir.
Çünkü insanın ruhu hiçbir zaman yaşlanmaz.
James A. Garfield


Hastane koridorunda muayene için sıramı beklerken yanıma yaşlı bir teyze oturuyor. Işıldayan yeşil gözleri ve pembe-beyaz yanaklarıyla hâlâ güzel olan, çizgilerle derinlik kazanmış bu yüze bakarken içimden; “gençliğinde kim bilir ne kadar güzelmiş” diye geçiriyorum. Birbirimize geçmiş olsun deyip, hastaneye geliş sebebimizle ilgili bir-iki kelam ettikten sonra konuşmanın akışı içinde “Yaşın kaç?” diye soruyorum teyzeye. Mahcup bir yüz ifadesiyle, gözlerimi yaşartan, içime oturan o cevabı veriyor: “Evladım yaşımı söylemeye utanıyorum. Çocuklarıma çok yük oluyorum. Beni hastaneye taşıyıp duruyorlar. Ölemedim ki onlar da rahat etsin!” Israrım üzerine 84 yaşında olduğunu öğrendiğim bu teyze gibi çevremizde yaşını söylemekten utanan daha kaç yaşlı biriktirdik/biriktiriyoruz acaba?

Anne çocuğunu seve okşaya büyütürken gururla söyler; “üç aylık oldu, yaşına girdi, okula başladı, askere gidiyor, gelin oluyor” diye. Çocuğunun ateşler içinde yandığı gecelerde ölsün diye beklemez başını. Gözünü açsın, solan yüzü gülsün diye uykuyu, yemeği, gülmeyi hatta yaşamayı unutur anne, yaşasın, çok yaşasın diye yavrusu.

Yaşlı annesinin hizmetini gören, onu sırtında taşıyan, böylece annesinin hakkını ödemiş olup olamayacağını soran genci uyarmamış mıydı Allah Rasulü: “Hayır yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise onun ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun.”

Yaşını söylemekten utanmaması için yaşlılarımızın, evdeki varlığının bir velinimet, dudaklarından dökülen dualarının da bereket olduğunu hissettirebilmeliyiz. Yaşlılığın, sorunları olan bir dönem olduğu muhakkak. Ancak beraberinde getirdiği her türlü sıkıntı ve zorluğun, bir zamanlar belki kat kat fazlasıyla bizim için katlanılmış olduğunu unutmadan, her haliyle ve her şeyiyle onları sevip hürmet etmek inancımızın ve insanlığımızın bir gereği değil midir?

Bir evin bebeği ve yaşlısı varsa, o hane için bir rahmet ve bereket vesilesidir her ikisi de. Bebek dünyaya geldiğinde dualar edilir; “analı-babalı büyüsün” diye. Anneli babalı olmak ne büyük bir lütuf ise, dedeli ve nineli büyüyebilmek de o denli önemli bir fırsattır. Çocuğun sevgi deposunun dolmasına ne çok hizmetleri vardır, şefkatle okşayan ellerinin, ninni/hikâye söyleyen dillerinin. “Bir zamanlar ben...” ya da “Ben senin yaşında iken...” diye başlayan ve belki de kaçıncı kez dinleyecek olmaktan dolayı artık duymak istemez olduğumuz o anıların içinde hayat bilgisi dersi gizlidir aslında.

Yaşlılarımıza karşı “yaşın yetmiş, işin bitmiş” olduğunu doğrulatırcasına ortaya koyduğumuz tavırlar, yaşlının da bunu doğrularcasına bir yaşam sergilemesinin sebeplerinden değil midir? Halbuki son nefesi verinceye kadar yapılacak/yapılması gereken önemli ve yararlı işler hep vardır ve olmalıdır. Bunu görebilmek ve gösterebilmek de bir açıdan bizim sorumluluğumuzdadır.

Artık hayatının kalan kısmını ölümü bekleyerek geçirmek yerine, ondan bilgi ve tecrübelerini paylaşmasını arzu edenlerin olduğunu bilerek, kendini değerli ve işe yarar hissetmesini sağlayabilecek imkânları verebilmeliyiz. Çevresinde birikimlerinden yararlanmayı isteyenlerin var olduğunu bilmek yaşlıyı yaşama daha bir bağlayacaktır.

Yaşlı ne yapabilir, ne hizmet üretebilir dememek gerekir. Yatalak hasta bile olsa yaşlımız, onun, hastalığına sabrederek, bizim de ona hizmet ederek kazanabileceğimizi hatırdan çıkarmamak durumundayız.

Ailesi tarafından, oldukça yaşlı ve bakıma muhtaç olan anneannesi, özel bir bakım evine yatırılan arkadaşımla karşılaştığımızda sormuştum: “Anneannen nasıl, yerinden memnun mu?” diye. İzine gittiğinde ziyaret ettiğini söylemiş ve eklemişti: “Devamlı ağlıyor ve ne olursunuz beni evime götürün, diyor.”

Geniş geniş evlerimizi ya kendilerine dar ettiğimiz ya da içine sığdıramaz olduğumuz yaşlılarımızla nasıl helalleşeceğimizi düşünüyorum da... Rabbim bize merhamet versin ve bizi affetsin. Amin.

Şimdi nüzulüne tanık olurcasına sıcağı sıcağına bir daha ve titreyerek hatırlayalım Yüce Rabbimizin bize seslenen çağlar üstü hitabını: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsrâ, 23-24)