Makale

“Ben Oldum!” Açmazı ve “Ucup”

Dr. Bahaddin Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Ben Oldum!” Açmazı ve “Ucup”

İnsanın “kemal” arayışı temel bir arayıştır. Allah katında din olan İslam, getirdiği terbiye/eğitim sistemi ile kullukta kemali öngörmekte ve öğütlemektedir. Kullukta tekâmüle ulaşmanın “marifetullah”tan geçtiği aşikârdır. Bu bağlamda iman, kendini ve Rabbini bilmek, ibadet, güzel ahlak ve salih amel sahibi olmak Yüce dinimizin kâmil insan yetiştirme ülküsünün temelleri cümlesindendir. Bu temel gerekleri hakkıyla idrak ve ifa etmesi gereken insan bu konularda ne kadar temayüz de etse mahviyyet içerisinde bulunmak durumundadır. Aksi vaziyet kişiyi ahlak-ı hamideden uzak kılar. İstiğna ve kendini mütekâmil görmek inanç değerlerimize asla uygun değildir. İnsan iyi amel işlediğini zannettiğinde kötü amel işlemeye başlayabilir. Yaptığımız ibadetleri, işlediğimiz amelleri, sahip olduğumuz sanat, makam, mal, ilim gibi nimetleri büyük görerek kendini beğenme hâli “ucup”olup bundan sakınmalıdır. Biz müminler olarak “nefislerimizi tezkiye edip temize çıkaramayız.” Zira nefis kişiye kötüyü ve kötülüğü telkin eder. “Ben artık oldum” düşüncesi/zannı, ucup ve kendini beğenme bir afet ve maraz hâlidir. İnsanı helake sürükler. İnsan kendini beğenme/ucup ve artık oldum afetinden korumalı; böyle bir duruma düşmüşse bundan behemehâl sıyrılmalıdır. Kişinin niyeti hayır akıbeti de hayır olursa değer ve kıymet ifade eder. Akıbet müttakilerin, takva elbisesini daha hayırlı bilip onu kuşananlarındır. Kulun ziyneti takva ve verasıdır.
Bilgi/ilim, mütevazı ve ilmi ile amil olan kimsenin tevazuunu ve hilmini arttırırken; kibirlinin/ben çok biliyorum diyerek ilmi ile iftihar edenin ise kibrini arttırır. Kişinin edindiği bilgi ile kendisini üstün görmesi felaketidir. İlim sahibinin felaketi kendisini ben bildim, oldum diyerek üstün görmesidir. Bu itibarla kişi ben bildim, biliyorum diyerek bilgisi ve aklı ile kendini üstün görmemeli, “ben oldum” açmazına düşmemelidir. Bir hususta kendini başkasından üstün gören, ben daha iyiyim, daha iyi şeylere ve fazlasına layığım diyen kibir ve ucuba düşmüş olur.
Kişi ne kadar çok ibadet de etse, geceleri kaim gündüzleri saim olsa, sadaka verse, güzel ahlak ve diğerkâmlıkta bulunsa, toplum yararına gecesini gündüzüne katıp çalışsa, ilimde ilerlese de, bütün bunlarla “oldum” havasına/sath-ı mailine bürünmemelidir. Ne kadar abit, zahit, mahir ve bahir de olsak mutlak olarak acziyet keyfiyeti üzere bulunduğumuzu unutmamak durumundayız. Oldum bir afettir ve kişiyi -hafazanallah- İblis örneğinde olduğu gibi helak ve ebedî hüsranla karşı karşıya bırakma akıbetine götürür. Azamet ve kibriya zat-ı akdesine mahsus olan Rabbimiz karşısında biz insanlar nasıl olur da yaptıklarımızla ucup, iftihar ve böbürlenme ve istiğna tavırlarına girebiliriz? Böyle bir eda ve tavır takınmak kulun acziyetinin idrakinde olamamasının bir sonucudur. İslam’ın gayesi insanı ruhen olgunlaştırmak, mutmain bir ruha sahip kılmaktır. Gönülleri Allah ile her daim olan, ruhen tekâmül eden müminler hakikati idrak etmenin ve itminana ermenin lezzetini tadarlar. Bu mutmain ruh hâlini bulmak iman, irade, itaat, sabır ve takvanın ve Kur’ani zühdün tezahürü; Yüce Mevla’nın da bir armağanı, lütfudur. Kul diler, istikametini belli eder Allah halk eder/ihsan eder. Neye sahipsek O’nun vergisidir hep. Alan O veren de O’dur, hepimiz Allah içiniz ve Ona döndürüleceğiz. Birer emanetçi olan, sahip olduğu imkânlar, servetler, makam ve mülkler, gençlik, ömür, güzellik, yakışıklılık, sağlık hepsi birer fani olan dünyalıklar kişiyi nasıl olur da ucbe, kibre, kendini beğenmeye ve bütün bunlara sahip olduğunda ben oldum deme kompleksine/açmazına düşürebilir? Böyle bir illetten/zül duruma düşmekten Allah’a sığınmalıdır. Kendini dev aynasında görüp oldum havasına girerek nicelerini hor ve hakir görenler, değer vermeyen ve kaale almayanlar o insanları gücendirdikleri gibi gayretullaha dokunan tutum ve davranışa düştüklerini bilmelidirler. Bir yerde boynu bükük gibi görünen, nice sessiz, kendi hâlinde olan kimseler vardır, onları hor görmemelidir; belki de onlar Rabbi Rahime karşı daha yakındır, Mevlamızın indinde yüksek mevkileri vardır. Allah bilir biz bilemeyiz. Bu bakımdan dış görünüş itibarıyla insanları değerlendirmemeli, onlar hakkında hüküm vermemelidir. Kimseyi küçük, hor ve hakir görmemek sahip olduğumuz Yüce/manevi değerlerimizin bize irşadıdır. Kişi ibadet ve taatleri dağlar kadar da olsa onları çok görerek, bunlara güvenip kendini müstağni görmemelidir. Bilakis bunları ancak Allah için yapmalı, yaptığı iyilikleri nasıl Allah için yapıp unuttuysa bu taat ve ibadetleri de ne kadar çok da olsa unutmalıdır. Ben oldum ve ben daha üstünüm zehabına kapılmak dinimizin ısrarla sakındırdığı ve toplumu birbirine düşüren ve kardeşliği derinden yaralayan ucup ve tekebbüre yol açar. Kibir ve gurur ise azamet sahibi olan Yüce Allah’ın hakkına girmek olur. İnsanı dünyada böyle bir illete ve zül duruma düşüren hâlden uzak durmalı, kibir gibi kötü ahlaktan sıyrılmalıyız. Sahip olduğumuz güzellikler, melekeler, üstünlükler, dünyalıklar, şan, ün hepsi Rabbimizin ihsan, ikramı ve birer emanetidir. Bu zaviyeden bakarak bunlarla kibre ve ucbe kapılmaya lüzum yoktur. Verenin O alanın da O olduğu hakikatini akıldan çıkarmadan hareket etmelidir. Dünyevi mevki ve makamlardan, kibir, ucup vb’den sıyrılarak Hakk’a kulluğun, kul olma şerefinin lezzetini tatmaktır hüner. Son tahlilde zikrullah virdimiz olmalı, tövbe etmeli, nefislerimizin şerrinden ne güzel Mevla; ne güzel yardımcı ve Me’va olan Rahmana sığınmalı, Ona yönelmeliyiz. “Rabbim beni sana gönülden boyun eğen, taat edenlerden eyle. Kibir ve ucuptan uzaklaştır. Benim ilmimi ve hilmimi arttır, beni salihler arasına kat.”