Makale

Nimetin Şükrü: İnfak

Nimetin Şükrü: İnfak

Dr. Bilal Esen
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İnsanı en güzel biçimde yaratan Yüce Allah, onu hem iyiliğe hem de kötülüğe yetenekli kılıp önüne bir hayat yolu koymuştur. İnsan bunu ya şükürle kat edecektir ya da nankörlükle. (İnsan, 76/3.) Yolda yürürken türlü imkânlar verilmiştir insana. Bunlar yalnızca tüketilmek için değildir elbette. Nimeti, onu verenin razı olacağı şekilde kullanmak gerektiği, bundan da önce, verenin kim olduğunu idrak etmek gerektiği bildirilmiştir insana. “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı mı var?” (Fatır, 35/3.) ihtarı yapılmıştır. Böylece yolu şükürle kat edebilmenin ilk şartı belli olmuştur: nimeti verenin Allah olduğunun bilincine varmak.
“Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz? Size ulaşan her nimet Allah’tandır.” (Nahl, 16/52-53.) ayeti gibi onlarca ilahî beyanda, nimet veren olmasından dolayı Allah’a itaat gerektiği buyrulur ve aksine davrananların nankörlüğünden söz edilir ki, esasında bu, şükrün emre itaat demek olduğunu, şükrü ifa yollarının da bizzat nimet veren tarafından belirlendiğini gösterir. Bu yolların ilk adımında, “Elhamdülillah”demek vardır.
İnfak, sarp yokuşu tırmanabilmektir
Nimetin cinsine göre şükrü de farklıdır. Mal cinsinden olanın şükrü, zikri aşmalıdır. Zira Rezzak olan Allah, zikir dışında görevler de yüklemiş, farklı alternatifler göstermiştir. İnsan ya bunları uygulayıp gittiği yolda zirveye çıkacaktır ya da derin vadilerde kaybolup aşağıların aşağısına inecektir. Zirveye çıkmak için ise sarp yokuşu tırmanmak gerekir. Ama nasıl?
“O sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? O, köle azat etmektir veya bir kıtlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç açık bir yoksulu doyurmaktır. Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti öğütleyenlerden olmaktır.” (Beled, 90/12-17.)
Sarp yokuşu tırmanabilenler, bencillik kabuğunu kırıp kendinden başkalarını da görebilen, sahip olduklarının şükrünü infak ile taçlandırabilenlerdir. İnsana düşen, verilmeyene göz dikmek değil, verilene şükretmektir. Ne yazık ki çoğu insan, tabiatındaki şükür duygusunu nankörlükle örtmüş, varlıkla şımarmış ve nimetin kadrini bilmez hâle gelmiştir. Allah’ın şükreden kulları ise azdır ve bunlar içinde Hz. Nuh (a.s.), İbrahim Halilullah gibileri vardır. (Araf, 7/17; Sebe, 34/13; Mümin, 40/61; İsra, 17/3; Nahl, 16/120-121.) Mülkün gerçek sahibini tanıyanların gayesi, bu değerli azınlıktan olabilmektir.
Nimetin şükrünü ödemenin yolları Kur’an ve sünnette gösterilmiş olup bunların en önemlileri, rıza-i ilahî dışında bir karşılık beklemeden malını bağışlamakla ilgilidir. Sadaka kapsamındaki zekât ve sadaka-i fıtırlar, hem zorunlu ve asgari hem de biçimsel şartları belli ve sadece fakirlere yönelikken; infak kavramı daha genel bağışları anlatır. Zirvesi Halil İbrahim cömertliği ile sembolize edilen infak; Allah’a itaat etme niyetinin bir göstergesi olarak malını harcamak, aç olanı doyurmak, yoksulu giydirmek, misafire ikram, dosta ve akrabaya ihsandır. Hayrın önünü açmak, insana faydalı müesseseler inşa etmek ve bunları ayakta tutmak için, ilay-ı kelimetullah için teberrudur infak. Bir de muhtaç olana Allah rızasından başka bir menfaat beklemeden borç vermek anlamına gelen karz-ı hasen vardır ki, o da Kur’an’da yardımseverliğin bir türü sayılmış ve böyle bir davranışın bile kat kat mükâfata nail olacağı müjdelenmiştir. (Bakara, 2/245.)
Muhtaca el uzatan, kendi yarınına el uzatmış olur
Allah’ın kitabını okuyan müminler, namaz kılarlar ve aynı zamanda mallarıyla gizli-açık bağışta bulunurlar. Onlar, şükredince bir nimetin bin olacağını bilirler. Mallarını Allah için harcayan ve sonra da başa kakma ya da gönül incitme gibi hatalara düşmeyenler için ahirette ne korku vardır ne de hüzün. Verdiklerinin mükâfatını Ğafur ve Şekûr olan rablerinden mutlaka alacaklardır. Çünkü Allah onların ecrini asla zayi etmez. (Fatır, 35/29-30; Bakara, 2/262; Âl-i İmran, 3/ 169-171.) Onlar Hâlık’ın merhametine kavuşmanın, mahluka şefkat göstermekten geçtiğini bilirler. Bilirler ki, muhtacın dünyasını aydınlatan aslında kendi ahiretini aydınlatır. “Kim ki dar zamanda el uzatır muhtaç olanlara, el uzatmış demek olur kendi yarınına.” (N. Bekiroğlu, Yusuf ile Züleyha, s. 196.)
Rableri için harcayabilenler, O’nun sevgisi uğruna dünyada feda edilemeyecek, bırakılamayacak hiçbir maddiyatın bulunmadığının şuuruna varmışlardır. Onlardan bir şair bunu şöyle ilan eder: “Dünyada her nimeti bıraksam ne çıkar ki? / Orda O varken, burda bırakılmaz ne var ki?” (Necip Fazıl, Çile, s. 239.)
Hak yolunda yürüyenler, “Sevdiklerinizden infak etmedikçe fazilete eremezsiniz.” mesajının sırrına taliptirler, malın kötüsünü değil iyisini verirler. İnanmışlardır ki, kendilerinin olan asıl mallar, dünyada tükettikleri değil, ahiret azığı olmak üzere tasadduk ettikleridir (Âl-i İmran, 3/192; Bakara, 2/ 267; Tirmizi, Kıyame, 33.)
Müminler, ahirette biçmek için dünya tarlasına tohum ekenlerdir. Onların toprakları verimlidir, kat kat ürün verir. İnanmayanların ve riya içinde olanların infakları ise, yalçın bir kaya üzerine ekin ekmek gibidir; ufak bir yağmurla birlikte kayıp gider veortada çıplak kayadan başka bir şey kalmaz. (Bakara, 2/264.)
Vermede çeşme gibi olabilmek
İnfakı anlık değil daimi yapabilmek ne güzeldir. Cömertlik denen bu haslet, malın azlığı yada çokluğuna değil, gönül zenginliğine dayanır. Şükür duygusuna kulak veren, aza da şükreder; şükürden mahrum olup, “aza şükretmeyen, çoğa da şükretmez.” (İbn Hanbel, Müsned, XXX, 390.) Başkalarına yardım arzusu ahlaki bir vasıftır ve ahlak, insanın nefsinde yerleşen huy ve melekelerdir.
İnananların, mallarını hem varlıkta hem darlıkta, hem gizliden hem açıktan, hem gece hem gündüz harcayanlar olduklarını bildiren Kur’an ayetleri (Bakara, 2/274; Âl-i İmran, 3/134; Rad, 13/22; İbrahim, 14/31; Fatır, 35/29.), Allah için verme anlayışının daimiliğini ve mümin karakterinin ayrılmaz bir parçası oluşunu anlatır. Yaşayan Kur’an Hz. Muhammed (s.a.s.)de bunun en güzel örneği olmuştur. O insanların en cömerdidir. Bilhassa mukabele şeklinde Kur’an okumak için Cebrail ile buluştuğu ramazan ayında mutluluğuna ve cömertliğine sınır bulunmadığını anlatan sahabiler, onu esmekte sınır tanımayan ve rahmet getiren bir rüzgâra benzetmişlerdir. (Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 5.)
Mevlana, müminin yardımseverliğini ve genel ahlaki duruşunu şöyle tasvir eder: “Sabırda mermer gibi, şükürde çeşme gibi.” (S. Karakoç, Günlük Yazılar II: Sütun, s. 606.)
İnançlı kişi, sabırda mermer gibi sağlamdır. Her türlü şartta sarsılmadan ve savrulmadan sabretmesini bilir. Elindeki nimetlerin şükrünü yerine getirmede ise çeşme gibi akar. Dilinden hamt zikri, elinden ihsan eksik olmaz. Mermer bir çeşmeden gürül gürül su akması ne güzel bir manzaradır!
Allah için harcamada bulunabilenler, “İnfak ediniz, kendi kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara. 2/195.) buyruğuna uyarak yaptıkları hayırlarla hem dünyevi hem uhrevi tehlikelerden uzaklaşıp korunmuş olurlar. İnfak öyle bir sır taşır ki, kişiyi düşmanına bile sevdirir; cimrilik ve eli sıkılık ise, evladını bile kişiye küstürür. Cömertlik kişinin dünyevi ve uhrevi ayıplarının örtülmesine vesile olurken, cimrilik ayıpların ortaya çıkmasına, kişinin insanlar tarafından çekiştirilmesine, haset ve kine yol açar. (Maverdi, Edebü’d-dünya ve’d-dîn, s. 184.)
Hülasa, nefsinin nankörlüğünden kurtulup sarp yokuşu tırmanabilenler, nimeti verene şükürlerini ödemiş ve kendi yarınlarını aydınlatmış olacaklardır. Şairin duasıyla (Âşık Paşa, Garib-Nâme, İstanbul 2000, s. 287.) bitirelim:
“Hem Kerîmsin hem Rahîmsin hem Ğafûr
Şükr içinde tut bizi sen Yâ Şekûr!”