Makale

Ramazan Makamında Yaşamak

Ramazan Makamında Yaşamak

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Ramazan makamında yaşamak demek perhiz mevsiminde Kur’an ve ibadet ile dikkat eğitimine yoğunlaşmak demektir. Çünkü ramazan kelimesinin kök anlamı yanmak ve kavrulmaktır. Ateşe vurulan toprak nasıl sudan arınır, pişer, tuğla, kiremit, çanak, çömlek, çini ve seramik gibi kullanılabilir hâle gelirse insan da ramazanın perhiz fırınına vurulmak suretiyle Kur’an ateşiyle âdeta pişer. İbadetlerle şekil ve kıvam kazanarak hamlıkları kemal bulur. İrade eğitimiyle kendisinin farkına varır. Bu açıdan ramazan makamı Kur’an ve oruç ile taçlanan takva mevsimidir.
Ramazan Kur’an’ın nazil olmaya başladığı aydır. Kur’an ve gufran iklimidir. Nitekim: “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği ramazan ayıdır.” (Bakara, 2/185.) ayeti bunu ne güzel anlatmaktadır.
Ramazan içinde İslam’ın beş temel esasından orucun tutulduğu ibadet-yoğun bir zaman dilimidir. Ramazanın bu denli önemli olmasını sağlayan da Kur’an ve oruç ayı oluşudur. Oruç, Allah Teala’nın: “Benim içindir, ecrini ancak Ben veririm.” (Buhari, Savm, 2.) buyurarak yücelttiği bir ibadettir.
Ramazandaki maneviyat eğitimi, nefsin direncini kırarak iradeyi güçlendirir, şahsiyet ve kimliğin daha diri bir biçimde kulluğa yönelmesini sağlar, insanı nefis rüzgârı önünde savrulan çer çöp gibi olmaktan kurtarır. Ramazan iklimindeki kalbî kıvam gönül dünyasında aşk ateşinin uyanmasını sağlar. Aşk elsiz, ayaksız olan canın elini tutar ve önüne düşerek ona yol gösterir. Korku ve ümit duyguları ancak ibadetler sayesinde ve takva ile aşkın emrine ram olur. Çünkü aşkın gözü canlara can katar.
Ramazanda kulları takvaya erdirici bir özellik vardır. Nitekim ramazan orucunun farziyetini bildiren ayette buna şöyle işaret edilmektedir: “Ey inananlar, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de ramazan orucu farz kılındı. Umulur ki bu sayede takvaya erişirsiniz.” (Bakara, 2/183.)
Takva, dış organlarımızı Allah’ın istemediği yerde kullanmaktan sakınarak kalbimizin ihlas ve iyi niyetle dolmasıdır. Kalbin iştirak etmediği amel makbul sayılmaz. Kalbin, organlara uygun niyetlerle dolu olması gerekir. Bir bakıma takva, şu fırtınalı dünyada Allah’ın herhangi bir emrine toz kondurmamak için titremek demektir. Bir başka ifadeyle dikenli bir yolda ayaklarımıza diken batmaması için sakınarak yürümek, basacağımız yeri kontrol etmektir.
Bu yüzden ramazan ve oruç sadece yeme içmeyi terk etmekten ibaret fiziki bir eylem değildir. Ramazan, hayatımızın her anını yoğuran ve takvaya erdiren bir zaman dilimidir. Ramazan ayının, hayatın her anına yansıyan hasletlerin kazanıldığı bir ay, insan iradesini eğiten, nefsi frenleyen, düşünceyi ibadet merkezli güncelleyen bir iklim olabilmesi için gözü haram, şüpheli ve anlamsız şeylere bakmaktan korumak; kulağı haram, günah ve batıl şeyleri dinlemekten sakınmak lazımdır. Dili kendini ilgilendirmeyen boş, anlamsız, dedikodu ve iftira gibi şeylerden uzak tutmak; kalbi Allah sevgisi ve takvayla doldurup yasak düşünce ve boş temennilerden arındırmak; eli haram, şüpheli ve çirkin işlere uzanmaktan men etmek; ayağı emredilmeyen ve istenmeyen bir gaye uğrunda yürütmemek gerekmektedir.
Ramazan iklimi gönül imarına en güzel vesiledir. Kırılan kalpleri tamire, bozulan araları düzeltmeye en uygun zemin ve zamandır. Nitekim Allah Teala buyurur: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 49/10.) Bu yüzden ramazan iklimini bir vesile görüp bunu hayatın her alanına yansıtmak ve hikmeti talim etmek gerekmektedir.
Kur’an’da Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ait bir görev olarak sunulan kitap ve hikmeti talim (bk. Bakara, 2/129, 151; Âl-i İmran, 3/164; Cuma, 62/2.) işi kişinin kendine ve duygularına hâkim olmasından geçmektedir. Kendini aşamayan, öfkesini kontrol edemeyen, duygularını yenemeyen insandan hikmet ya da marifet ummak tekeden süt çıkmasını beklemek gibidir.
Hikmetin başı Allah korkusu olduğuna göre (bk. Keşfü’l-hafa, I, 421.) hikmete ermenin yolu da her anını kulluk bilinciyle yaşamak, her an ilahî kameranın altında olduğu idrakinde bulunmaktır. Ramazan olmasa iradi açlık ve yokluğu yaşayamayacağımız için varlık ve tokluğun kadrini bilemezdik. Ramazanın ibadet yoğun atmosferi olmasa kulluğun ve taatin hazzına eremezdik. Bu yüzden ramazan iklimi kalbî hayatımıza ve her anımıza bereket getiren bir zaman dilimidir.
Ramazan iklimindeki bir aylık maneviyat atmosferi insanı yıl içerisindeki diğer on bir aya hazırlamaktadır. Ramazan dışındaki on bir aya hazırlanmak orucu oruç gibi tutmaya; namazın insanı inşa etmesine; yardımlaşmanın gönüller arası yakınlaşmaya ve temizlenmeye vesile olduğuna inanmaya; Kur’an’ı raflardan, süslü kaplarının içinden çıkarmaya, onu okumaya, ona bakmaya ve onun bize bakmasını ve bizi arındırıp inşa etmesini sağlamaya bağlıdır.
Allah’a giden yolda takva hazırlığı için ramazan ikliminin hayatımızda ayrı bir anlam ve önemi vardır. Ramazan boyunca âdeta baharı yaprak ve çiçeklerle karşılayan, yazın meyve veren ağaçlar gibi ibadet ve ahlaki erdemler kazanan Müslüman, ramazan sonrası bu güzelliklerini insanlığa sunmaya devam etmelidir. Ramazan ayı dışındaki aylar bir bakıma ramazan hasadının devşirildiği ve paylaşıldığı zamanlardır. Bütün müminler ramazanda kazandıkları diğerkâmlık ve feragat gibi güzel hasletleri ramazan sonrası hayat vitrinlerinin bir parçası olarak korumaya; iç dinamiklerinin bir ateşleyicisi olarak geliştirmeye devam etmelidirler. İbadet, ahlak ve hüsnümuaşeret mevsimlik olgular değildir ki mevsim çıkınca değiştirilsin ve yeni libaslara tebdil edilsin.
Ramazan ayı boyunca bir yandan oruç, namaz ve Kur’an tilaveti gibi doğrudan Allah’a kulluğa vesile ameller ile öte yandan zekât, sadaka ve infak gibi Allah’ın yaratıklarına merhamet tezahürü sayılan davranışları meleke hâline getirme çabası içerisindeyiz. Duyguların inceldiği, gönül perdelerinin aralandığı, kalplerin manevi, ruhani ve uhrevi olana yöneldiği ramazan ikliminden çıkarken bizleri bekleyen en büyük tehlike yeniden dünyaya dalmak, dünya nimetlerinin peşinde savrularak kulluktan ve Allah’ın zikrinden uzaklaşmaktır. Dünya nimetlerine dalarak Allah’ın zikrinden uzaklaşmak sonuçta Allah’ı unutmak demektir ki Allah böylelerine kendilerini de unutturur. Nitekim Kur’an’da buyrulur: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturdukları gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr, 59/19.)
Mahyaları süsleyen “hoş geldin ya şehr-i ramazan” mesajı hepimize bir şuur yüklemelidir. “Hoş geldin…” diyerek karşıladığımız ramazanı, yüreğimizde yansıması olan bir zaman olarak idrak etmeli, onu uğurlarken gönül dünyamıza kazandırdığı bereketleri hayatımıza yansıtmalı ve yeniden bize yön vermesini hasretle beklemeliyiz.
Ramazanda kazanılan hasletler ile bu makamda yaşamanın hayatın her anına yansıtılması, ramazan ikliminin asıl amacıdır. Rabbimizden dua ve niyazımız oruç ve Kur’an ayı olan ramazan ikliminin gönül imarına vesile olması ve hayatımızın her anını ramazan makamına çevirerek kuşatmasıdır. Böylece de imanımızı ihsan, ibadetlerimizi ikan, ahlakımızı itkan kıvamına erdirmesidir.