Makale

Zindanda Açan Çiçekler

DİN GÖREVLİSİNİN
HATIRA DEFTERİNDEN

Zindanda Açan Çiçekler

Dr. Cumhur DEMİREL
İstanbul/Kartal Cezaevi Vaizi

CEZAEVİ vaizliğine başladığım günden bu yana birçok tecrübe yaşadım. Bizim vazifede trajik hâdiselere şahit olmak sıradan bir durumdur dersem pek de abartmış olmam. Görevimiz gereği mahkûmların yaşam alanlarına tek başımıza gireriz. Hücre kapısı biz girdikten sonra kapanır ve onlarla baş başa kalırız. Kısa bir hasbihâlden sonra sorularını cevaplar, şartlar müsaitse sohbet eder, talep edenlere Kur’an-ı Kerim öğretiriz. Girdiğimiz koğuşlar üç beş kişilik de olabilir on on beş kişilik de. Bazen de özel sebeplerden dolayı tek kişilik dar koğuşlarda kalmak durumunda olan mahkûmları ziyaret ederiz. Güvenlik gerekçesiyle tek başımıza girmemize müsaade edilmeyen bu koğuşlara ise iki kişi gireriz.
Göreve başladığım ilk haftalarda bir gün yine böyle bir koğuştan talep gelmişti. Soracak bazı soruları olduğunu söylüyordu dilekçesinde hükümlü. Vaktiyle ağır bir hata yapmış fakat failin o olduğu tespit edilemeyip dosya kapandıktan yıllar sonra içini kemiren vicdan azabından dolayı suçunu itiraf edip oraya gelmişti. İsmini unuttuğu bir kitaptan, “kişi içindeki kötülüğü engelleyemiyorsa ruhunu serbest bırakmasında sakınca yoktur” şeklinde bir cümle okuduğunu hatırladığını söylüyor, bizden canına kıymak için izin istiyordu.
Her zamanki gibi kader, tövbe gibi bir konu hakkında bir soruyla karşılaşmayı beklerken bambaşka bir suale muhatap olmuştuk. Son derece gergin olduğu her hâlinden belli oluyor ve sürekli terliyordu. Sık sık silmesine rağmen alnında birkaç dakika içerisinde yeni ter damlacıkları oluşuyordu. Sorusuna müspet bir cevap alsa oracıkta hemen icraata geçecek gibiydi. Böyle bir hâdiseyle ilk kez karşılaşmıştım. Ona nasıl yaklaşılmalıydı. Sadece “okuduğun bilgi yanlış” demek yeterli olmayacaktı elbet. Daha farklı şeyler söylemek gerekliydi. Fakat ne söylenecekti. Birkaç metrekareden ibaret olan müşahede hücresi iyice daralmıştı âdeta.
Neyse ki o günkü partnerim bizim kulvarın duayeni olan bir hocamızdı. Gayet soğukkanlı bir şekilde ona, yapmış olduğu itirafın erdemli bir davranış olduğunu ve Allah (c.c.) katında kıymeti olduğunu söyleyerek söze başladı. İntihar ettiği takdirde sıkıntılı bir dünya hayatının ardından yine zor bir ahiret sürecine gireceğini, ebedî hayatının da dünyası gibi meşakkatli geçeceğini, tövbe edip şimdiden sonraki ömrünü Allah’ın (c.c.) razı olacağı amellerle geçirirse içindeki kötü düşüncelerden arınacağını birer birer anlattı. Bunları anlatırken cümlelerini öylesine özenle seçiyordu ki ağzından çıkan her nasihatle muhatabının biraz daha rahatladığını ve sakinleştiğini gözlemliyordum.
O gün hocamız o mahkûmla bir saate yakın ilgilendi ve niyetinden vazgeçmesini sağladı. Huzur-ı ilahîye temiz olarak çıkabilmek için dünyasından vazgeçebilecek kadar kararlı olan bu asil ruh sahile vuran binlerce deniz yıldızından yalnızca biriydi ve o gün kendisini tekrar mavi sulara salıverecek eli bulmuş ve ona sıkıca tutunmuştu. Peki ya onun gibi ateşe düşmek üzere olan onlarca pervanenin hâli ne olacaktı. Gayesi insanı yaşatmak olan bir dinin mensubu olarak üzerimize düşen görev oldukça ağırdı.
Şu an görevdeki üçüncü yılımdayım. Bir insanın hidayetine vesile olmanın yeryüzünde bulunan ve güneşin üzerine doğduğu her şeyden hayırlı olduğu şuuruyla çıktığım bu yolda sonraki süreçte de birçok hâdiseye şahit olmama rağmen hiçbiri beni bu derece derinden etkilememiştir.
Beni cezaevi vaizliğine sımsıkı bağlayan sebeplerden biri de henüz birinci sınıfa gitmekte olan oğlumla yaşadığım bir diyalogdur. Okulda yaptığı bir resim dikkatimi çekmişti ve onunla ne anlatmak istediğini sormuştum. Resimde parmaklıkların arkasında ayakta duran bir adam ve tam karşısında elindeki kitaptan ona bir şeyler okuyan bir başka kişi vardı. Bana onu yapma sebebini söylediğinde ürperdiğimi hissettim. Öğretmen onlara babalarının meslekleriyle ilgili birer resim yapmalarını söylemişti. Anlaşılan elinde kitap olan kişi bendim. Parmaklıklar ardındaki insana Kerim Kitabımızı tanıtma imkânına sahip olan tek kişiydim âdeta. Günahla kirlenmemiş tertemiz duyguların hâsılası olan bu resim sorumluluğumun ne derece büyük olduğunun farkına varmamı sağlamıştı. O gün bu gündür görevime daha bir ihtimam gösteriyorum.
Tahdis-i nimet olarak şunu ifade edebilirim ki geriye dönüp baktığımda bu vazifeyi deruhte ettiğim ilk günden bu yana Rabbimin beni kendileri için vesile-i hidayet kıldığı birçok insan hatırlıyorum. Onlardan kimi hâlen cezaevinde ve namazlarını kılıp Kur’an okuyor. Kimi de burada öğrendikleriyle dışarıda istikâmet üzere yaşama gayretinde.