Makale

Teslim

SÖZÜN YANKISI

Teslim

Sevilay MERALER

KARŞINDAYIM, Rabbim! Kendimin ellerinden tutarak bakıyorum sana. Bu duruş, benim Sen’den başka kimsemin olmadığının en büyük delili...
Bir şair yalnızlığıyla değil, şuurumun kalbime aktığı bir yalnızlıkla karşındayım.
O beyinlerin çatlayacağı gün, kalabalıksız durmaların çarpıntısıyla.
Karşı kıyıları keşfetmiş, bir mümin kaygısıyla.
Bütün kalabalıklar seccademin sınırları dışında...
İnsanlar, cümleler, eşyalar...
Karşındayım, yalnız...
Sağ elim, sol elimin üstünde… Ancak böyle okuyabiliyorum ayetlerini. Yani bütün şerler, hayrın elleri altında iken. Sağ elim, sol elimi tutuyor; tıpkı bir annenin tandıra koşan çocuğunu tutar gibi... Hem İbrahim de sağ eliyle devirmişti sanemi. Kendimi Sen’in için tutuyorum. Yoksa bu popüler zemin beni cennetimden alıkoyacak biliyorum. Yani Sen’i görebilmenin güzelliğinden. Bizleri Rabbim, muştulu olanlardan eyle!
Karşındayım Rabbim! Gözlerimdeki perdelerin sayısı, âlemlerinin sayısı kadar... Suda boğulanlara da şahidim, denizin yarıldığı yolda gidenlere de... Lakin kalbim, müşkülpesent! Seni görmemek için türlü handikaba sevdalı! Günde beş vakit dilimde olan Leyla, gözlerime oturamadı henüz. Seni söylemek kolay ama ya görmek Rabbim? Bir çiğ tanesi, bir karıncanın nefesi ama... Perdelerimizi kaldır Rabbim!
Omuzlarımdaki ağırlık, muvazenesiz! Dünyayı sırtlarken, bütün varlığımı sol omzuma yükledim. Çünkü bütün yükleri taşıyacak kadar güçlü görünüyordu. Bu yük ile hep aksayarak, hep düşerek yürüdüm; bir ahmak gibi, düşmeme ihtimalini göz ardı ederek, bir hiç uğruna ve yılmadan… İlerlediğimi sandığımda, ayaklarımdaki çivileri fark ettim. İnsan yürüse de ilerleyemeyebilirmiş, onu da öğrendim. Yıllarca aynı durağın, farklı vakitlerde değişen rengini, başka şehirler sanmışım. Ne büyük yanılgı! Öyleyse yükümü hafiflet Rabbim, yolumu dengele!
Kalbim ise Rabbim, kalbim, Sen’in dışında bütün tutulmalara karşı müdebbir. Kapıyı açık unutursam katran karası belalara, Sen’siz diyarlara savrulacağım, biliyorum. “Kalp, rüzgârın kırda, bir oraya bir buraya savurduğu bir tüy gibidir” demiş güzeller güzeli peygamberin. Şimdi ben, bu nefislerin dağ gibi sabitlendiği kentlerimizde, betonlar arasında savrulup duran kalbimi kristal bir fanusa benzeyen nurunla korumaya çalışıyorum! Ve fakat kalpler demir, gözler bakır! Koru kalbimi Rabbim!
Kıyamda duruyorum; ama ateş üstünde duran o ihtiyar Hint fakiri gibi... Yerden serinletme sistemine alışkın tabanlarımızla bunu nasıl hissediyorum bilmiyorum. Fakat o fakir, şovunun kazancında mutluyken, benim ayaklarım dördüncü derece yanık! Şimdi o ateşi saklama gayretindeyim. Nasıl saklanır da bilmiyorum ki. Sanki saklamaya çalıştıkça daha alımlı oluyor. Ezanınla yayılan ismin de aşikâr ama... Bilmiyorum işte, nakıslığım çok! Gizimi ve cehaletimi koru Rabbim!
Bu hologram çağında, artık her yer balığın karnı gibi... Deniz diye atladığımız her mavilik bir karanlığa götürüyor bizi. Biz ise Yunus değiliz, Yusuf değiliz... Hiç olamayacağız gibi duruyor. Boğdukça boğuyor bizi mavilikler. Bir huzur diğer huzurun cellâdı oluyor. Mavilerimiz ateş mavisi… Bizi affet! İnsan cennette suni cennetler icat edecek kadar maharetli vesselam... Ve fakat bütün bu afur tafur yürüyüşlerimizin sonu önünde kapanmakta son buluyor. Bize yardım et!
Sana teslimiyetimizi müthiş bir asudelik içinde anlatmak Sen’in bize verdiğin en büyük cezalardan biri gibi duruyor. En ihtişamlı sofraları teşhir edip şükrediyoruz, en artistik pozumuzla Sen’den bir parça taşıdığımızı, cümle âleme kanıtlıyoruz. Fırtınasız, boransız, bombasız teslimiyetlerimizle nasıl da mağruruz! Ölümlerin magazinleştiği bir çağda, şerha şerha açılmış bedenindeki acısını dindirmek için ayetlerine sarılan çocuk gibi olmadıkça anlayamayacağız ciddiyetini. Bizi, lakaytlığımızdan koru!
Bu dünya ayağımıza çelme takıyor Rabbim. Attığımız her adımın önünde devasa bir taş var ve dünya yaşlandıkça taşlar büyüyor. Mescit diye yarattığın yeryüzünde, gökdelen gibi ayakkabılarımızla yürüyoruz. Artık bastığımız her yer, mülevves... Topuklarımı söküyorum ilkin, sonra da aymaz bir aynaza atıyorum, ayakkabımı. Sana ancak, özgür bir ayakla gelebilirim diyorum. Düştüğümde kanayan dizlerimi de yine kendi ellerimle örtüyorum. Bütün bedenim, karşında saygıyla eğilmişken, yaralarım Âdem’in ayıbı gibi mahcup...
Hem karşına açıklarımla çıkamam ki!
Yok, ben Sana yarasız gelmeliyim...