Makale

Tarihin İçine İnmiş İlahî evrensel mesaj: Kur'an

Tarihin içine inmiş ilahî evrensel mesaj: Kur’an

Prof. Dr. Sadık Kılıç
Atatürk Üniv. İlahiyat Fak.


Allah, arzda, ilk insandan itibaren hiçbir topluluğu ‘habercisiz’ (nebî) ya da ‘elçisiz’ (rasul), ‘uyarıcısız’ (nezîr) bırakmamıştır: “Hiçbir topluluk yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun!...” (Fâtır, 24) Her seçilmiş olan kimseye de, ya cüzi ve sınırlı hakikatler içeren haberler göndermiştir (bkz. Zebûr, zubur; sahife, suhuf, tevrât) ya da, kendisinden önceki dinî geleneği ve inanç sistemini yenileyecek, dolayısıyla sınırlı, etkili ve lokal karakterli müjdeler, ahlaki öğüt ve ilkeler (mesela İncil, Tanrı’nın sırf İsrailoğulları için olan Kérygmé’si, müjdesidir) yahut da, Kur’an için olduğu üzere, tarih ve insanlık panoramasının tasviri ve tahlili yanında, sonsuza değin uzanacak bütün istikbali, insanların bütün hayat tezahürlerini konusu, ilgisi ve biricik gayesi olarak belirlemiş baki, asli mesajlar mecmuu göndermiştir. Her nebi ve rasulün içine gönderilmiş olduğu beşerî, tarihî koşullar farklı olduğu için de gönderilen sahifeler, Zeburlar, kitaplar –en mükemmel olana: Kur’an’a doğru- bir tekemmül çizgisi izlemiştir. Bu nübüvvet süreci Hz. Muhammed’le, ilahî kitaplar inzali de Kur’an’ın vahyi ile tamamlanıp kemale erinceye değin, Kur’an’ın da bizzat işaret ettiği gibi “Her çağa özgü vahyî bir mesaj vardır.” (Ra’d, 38), her ümmete kendi belgesi gelmeyi sürdürmüştür...

Kur’an hükümleri çerçevesinde alındığında “Her bir vaktin ve çağın, ona özgü yazılmış bir hükmü vardır. Ve her şey Allah katında bir ölçü iledir.” (Alusî (ö. 1270/1854) Rûhu’l-Me’ânî, İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ts., XIII/169) anlamına gelen ayet, genel peygamberlik süreci içinde, her çağa ve topluma mahsus ilahî bir hükmün söz konusu olduğunu; bu nedenle, peygamberlikleri takdir düzeninde sonradan gelenin öncekileri nesh ettiğini vurgularken, “Her çağa ve ümmete, başka bir risalet/kitap vardır.” anlamına delalet eder.

1) Kur’an’ın vahyedilişi (tenzîl)
İşte bütün bu değerlendirmeler bize şunu gösterir: Kur’an, önceki dinî metinlerde geleceği bildirilmiş son peygamber Hz. Muhammed vasıtasıyla ilahilik göğünden insanlığa ulaştırılmış son vahiy akışıdır. Allah tarafından insanlığa iletilmiş bulunan ontolojik, dinî, itikadî, ahlakî ve toplumsal beşerî direktifler, tecelli etmiş hakikat ve irşatlar da vahiy hakikatinin nihai ışınımı olan Kur’an’da öz haliyle yer almaktadır. Kur’an peygamberi Hz. Muhammed’in, Hâtemunnebiyyîn: “Peygamberleri sonlayan, onların mührü ve sonuncusu” olarak vasf edilişi yanında, yine Cenab-ı Hakk’ın bizzat Kendisi bu tekemmül işini haber vermekte, nübüvvet trendinin sona erdiğini, artık İslam’ın Zenith: En tepe noktasında durduğunu bildirmektedir... Kur’an’dan inen son ayet olduğu da belirtilen Maide, 3. ayetinde, Cenab-ı Hak, hem de ‘Kendisi’ne nispet ederek şöyle demektedir: “Bugün (hayatımıza yön verecek ilkeler bütünü olan) dininizi kemale erdirdim ve nimetimi size tamamladım; din olarak da size, (teslimiyet ve itaatler manzumesi olan) İslam’ı seçip beğendim!...” (Maide, 3)

2) Kur’an evrenselliğinin Kur’ani belgeleri
Yazımızı, şu soruyu sorarak sürdürelim: Miladi 610-632 yılları arasında tenzil buyrulmuş; ilahî iradenin ‘tarihe son kez’ müdahalesi ve yön verişi olarak, tarih çerçevesi ve tarihsellik boyutları içinde bize ulaşmış olan Kur’an nasıl bir kitaptır? Daha yalın bir cümleyle, Kur’an, sadece geçmişe, mazinin tarihselliğine ait arkaik bir kitap mıdır? Yoksa Kur’an, belirli bir çağ ve toplum oluşumuyla sınırlanamayacak, muayyen tarihsellikler içinde tüketilemeyecek ilahî bir kaynak mıdır?

Şu hüküm cümlesiyle cevap vererek yolumuza devam edelim: Kur’an-ı Kerim, muayyen bir tarih kesitinde tekevvün etmiş ise de gerek dilsel ifade kalıplarıyla, gerek içerdiği güçlü inanç temalarıyla, gerekse ona nüfuz etmiş Nefes-i Rahmani’nin tüm çağlara nafiz ve talip olması gibi nedenlerle, sınırlı bir tarihsel periyodun değil, bilakis bütün tarihsel durumlara yönelik evrensel bir kitaptır. Eğer evrensellik, zaman mekân bakımından sınırlanamazlığı ve genel geçerliliği ifade ediyorsa, işte tam bu anlamda Kur’an evrenseldir.

Öyleyse Kur’an, Kureyş toplumunun içine inmiş, onların dili olan Arapçayı bir araç olarak kullanmış, ama asla Kureyş’e ya da Arab’a ait bir Kur’an olmamıştır. Bu açıdan Kur’an’daki hitap ifadelerine bir göz gezdirirsek görürüz ki dar ve hususi bir kitleyi hedefleyen, ayrıca teşrif hikmeti güden, “Ey iman edenler...” hitabı yanında, istisnasız her dilden, her ırktan ve her renkten insanları kendine davet edici bir iradeyi açımlayan, “Ey insanlar...” seslenişi de çok güçlü bir nida olarak Kur’an’da yer almaktadır. İşte bu bağlamda birkaç örnek sunmak istiyoruz.

a) Kur’an’da Allah Teala, hem doğrudan hitap, hem de gıyabi bir yolla, istisnasız ‘bütün insanlardan’, yaratılışlarının mebdeinde bulunan Rablerine kulluk yapmalarını ister: “Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla takvalı davranmış olmayı ümit edebilirsiniz.” (Bakara, 21)

b) Bakara suresi gibi Medine döneminde inzal buyrulmuş olan Nisa suresinde de zaman periyodu ve mekân boyutları Medine mümin toplumu ile sınırlı olmasına rağmen, bütün insanlık, kendilerini tek bir nüveden yaratıp erkekli dişili yeryüzüne yaymış olan Rabbe, Allah’a kulluk bilinci ve takva yönelişine davet olunmaktadır: “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan ve ondan eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı takvalı davranın...” (Nisa, 1)

c) Kur’an’ın ramazan ayında inzal buyrulmaya (tenzîl, tencîm) başlandığı bilgisini içeren Bakara 185. ayeti de açıkça, hak ile batılın arasını ayırt etme (furkan) ve kurtuluşa götürücü deliller (beyyinât) sunma misyonuna sahip Kur’an’ın ne sırf Medine İslam toplumu, ne de diğer Arabistan yarımadası için değil, aksine bütün insanlar için (li’n-nâs) bir hakikat ve hidayet kılavuzu olduğunu vurgulamaktadır: “Kur’an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık delilleri ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak ramazan ayında indirilmiş (indirilmeye başlanmış)tir...”

d) Öte yandan, Allah Teala kendi kudretinin apaçık delillerini salt mümin topluluklar değil, tam aksine, bütün insanlar bunları düşünüp anlasınlar da takva jestine bürünsünler diye beyan ettiğini belirtir: “(...) Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır: O halde bu sınırları ihlal etmeyin; (işte) böylece Allah’ın mesajlarını (âyât) bütün insanlara açıklıyor ki, O’na karşı sorumluluklarının bilincine varabilsinler (böylece de korunmuş olsunlar!...)” (Bakara, 187)

Şimdilik, şu tespiti yapmak elzem görülmektedir: Kur’an, kendine has özellikleri, tarihsel, kültürel, dinî hususiyetleri; sosyal ve ticari münasebetler örgüsü bulunan belirli bir toplum çerçevesinde nazil olmuş; ilk hitap çerçevesi ve hedef kitle olarak bu topluluk seçilmiş; onların özel tarihsel yaşamlarından bazı kesitler vahiy parçalarına yansımış; ilahîliğini (i’câz) kanıtlamak için Kur’an, dilleri ve dil yetenekleri üzerinden onlara meydan okumuş (tehaddî), kısaca içinde tecelli edip sözden metin haline dönüştüğü toplumla ilişkiye girmiş, ona tesir etmiş, ondan da etkilenmiştir... Fakat Kur’an, o mahalli dünyada daima evrenselliği, küreselleşmeyi hedefleyen ilahî ebedi bir prototip metin olmuştur! Kur’an nazmının mucizesi olmak üzere, en yerel konular ve sunumlar dahi, mutlaka evrensel ilkeler, gayeler (makâsıd), uzak amaçlar içermekte, evrenselleşen bir evren algılamasına doğru ileri atılmaktadır! Kur’an’ın evrensel bir ‘tez’ olduğunu belirtmek üzere, “itibar, değerlendirme, sebebin hususiliğinde değil, lafzın umumiliğindedir” ilkesinin benimsenmesi de işte bu derin gerçekliğe dayanmaktadır.

e) Kur’an’ın son derece dikkat çeken sıfatlarından birisi de onun bir öğüt, hatırlatma, yani bir ‘zikr’ ve ‘zikrâ’ oluşudur... Bu konuda hafızalarımızda yer etmiş olan başlıca ayetse, hatırlanacağı üzere, Hicr 9. ayetidir: “Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu uyarıcı/hatırlatıcı mesajı: Kur’an’ı (ez-Zikr), ayet ayet biz indirdik (tenzîl) ve yine kimsenin kuşkusu olmasın ki, onu yine Biz koruyacağız.”

Kur’an bize kendisinin, salt bir cemaatin ve topluluğun yararını değil, bütün “âlemlerin, toplumların, insan ve görünmezler evreninin, bütün diğer inanç gruplarının” da zihinsel, itikadi ve toplumsal dirilişlerini hedefleyen bir zikir olduğunu bildirir; hem de sonsuz doğruluğun güvencesi olan bir kesinlikle. “Unutmayın ki o (Kur’an), bütün insanlığa (el-âlemîn) bir öğütten ibarettir.” (En’am, 90); “Bu (Kur’an, Allah’ın), bütün insanlığa bir hatırlatmasıdır (zikr) sadece!” (Yusuf, 104)

f) En’am, 19. ayetinde gelmekte olan pasajlar ise, Kur’an’ın, gerek ilk muhataplar, gerekse kıyamet gününe değin yankısı ulaşacak herkes için bir uyarıcı (inzar) olarak vahyolunduğunu kesin bir üslupla ortaya koymaktadır. “De ki: Allah benim ile sizin aramızda şahittir ve bu Kur’an bana, onunla sizi ve onun ulaşabileceği herkesi uyarabileyim diye vahyedildi!”

g) Kur’an’ın kurtarıcılık (necat) misyonunun bütün insanları hedeflediğini görürüz. Onun, ilk muhataplar için, karanlıkları yaran ve nura çıkaran bir kılavuz olarak sunuluşu kadar (msl. Maide, 16), bütün insanları karanlıklardan çıkarıp nura iletmek amacıyla inzal buyrulduğu da kuvvetle vurgulanmaktadır. İşte İbrahim, 1. ayeti: “Elif-Lam-Ra. Bu, Rablerinin izniyle bütün insanlığı kopkoyu karanlıklardan nura, O Yüceler Yücesinin (Azîz), O her övgüye layık olanın (Hamîd) yoluna çıkarasın diye sana indirdiğimiz bir kitaptır (bir ilahî kelamdır).”

h) Nisa, 174. ayeti de Kur’an’ın bütün insanlar için, hepsinin Rabbi Allah’tan gelmiş bir belge, ilahî kudretin hakikatine dair bir burhan olduğunu şöyle teyit etmektedir: “Ey insanlar! Rabbinizden size kesin bir delil (burhan) geldi. Size biz apaçık ve aydınlatıcı bir nur indirdik!”

Yüce Allah tarafından herkesçe paylaşılmak üzere yeryüzüne indirilmiş sonsuz ilahî bereketler sofrası olan Kur’an Sofrası’nın sahibi ve ağırlayanı olan peygamber, Hz. Muhammed’dir; öyleyse Kur’an’ın, kendi sözcüsü olan peygamberi takdim biçimi de işte bu sofranın ebediyen kalıcı olduğuna ışık tutmaktadır. Şöyle ki:

a) Hz. Muhammed, istisnasız (kâffeten) tüm insanlık için gönderilmiş bir müjdeci (beşîr) ve bir uyarıcıdır (nezîr); o yine, tüm tarihsel sahiplenmelerin ötesinde, bütün âlemler için bir rahmet pınarıdır!

“(Ey Muhammed), Biz seni bütün insanlığa ancak bir müjdeci ve uyarıcı olman için gönderdik; fakat insanların çoğu (bunu) anlamazlar.” (Sebe’, 28)

Ve, Hz. Muhammed’in evrensel bir rahmet vesilesi ve şefkat timsali olduğuna da vurgu yapan şu ayet: “Ve, (ey Peygamber), Biz seni yalnızca, bütün âlemlere/bütün insanlığa sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiya, 107)

Son ayet hakkında Taberi (ö. 310)’nin yapmış olduğu şu açıklamalar konumuz açısından son derece önemlidir. Der ki Taberi: “Bu hususta en doğru görüş şudur: Cenab-ı Hak peygamberi Hz. Muhammed’i inanmış ya da inanmamış olsun, insanlık âleminin bütünü için bir rahmet olarak görevlendirmiştir. Mümin olanlarına gelince, Allah onları, onun sayesinde hidayete iletecek, ona iman ve onun Allah katından getirdikleriyle amel etmeleri sayesinde, onları cennete girdirecektir; onu inkâr eden muhataplara gelince, Hz. Muhammed sebebiyle Allah onlardan, daha önce peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin başına gelmiş olan yok eden ve köklerini kazıyan belâları def edecek, onları büsbütün helak etmeyecektir.” (Taberi (ö. 310/922), Câmi’u’l-Beyân, Mustafa Bâbî el-Halebî, Mısır, 2. Bsk., 1373/1954, VII, 106)

b) Misyonun tüm zamanlara şamil olması anlamında, Kur’an ile Hz. Muhammed arasında tam bir paralellik ve birbirine bağlılık olduğunu gösteren şu üç ayet de bu konudaki inancımızı güçlendirecektir:

“Seni (ey Muhammed), bütün insanlığa bir elçi (Rasul) olarak gönderdik...” (Nisa, 79)

“De ki (ey Muhammed); ‘Ey insanlar! Şüphesiz, ben Allah’ın hepinize gönderdiği bir elçiyim; O (Allah) ki, göklerin ve yerin egemenliği O’na aittir!” (A’raf, 158)

“‘İnsanları uyar! Müminlere sadakatlerine mukabil, Rablerinden üstün bir makam olduğunu müjdele!’ diye, içlerinden bir insana vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti?” (Yunus, 2)

c) Kur’an’ın ırkı, dili ve dini farklı olan tüm toplumlar için bir rehber olduğunu teyit eden bir başka Kur’ani delil, tüm zamanların ehlikitabına hitap eden şu Kur’ani pasajlardır: “Ey ehlikitap! Şimdi size, (Tevrat ve İncil’den) gizlediklerinizin birçoğunu size açıklamak ve bir kısmını da (yüzünüze vurmayarak) bağışlamak amacıyla Rasulümüz gelmiştir. Şimdi Allah’tan size bir ışık ve apaçık bir ilahi kelam (Kitap) ulaşmıştır.” (Maide, 15)
3) Kur’an evrenselliğinin nebevi belgeleri

Kur’an’ın evrenselliğini belirten hususlardan bir diğeri ise Hz. Muhammed’in açıklamalarıdır. Peygamberliğinin ve risaletinin haiz olduğu pek çok ayrıcalık ve özgünlük arasında, o bilhassa şu hususa dikkatimizi çekmiştir: Peygamberliğinin ve mesajının, geçmiş peygamberlerin aksine, tüm insanlığa yönelik olması. Onun, salt müminlerin değil, her dinden, her ırktan, her dilden ve coğrafyadan herkesin peygamberi ve ‘kimsesi’ olduğunu dile getiren şu nebevi açıklamaları da bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

a) “Bana, benden önce hiçbir peygambere verilmeyen şu beş şey verilmiştir: a) Yürüme olarak bir aylık mesafeden, (düşmanın kalbine) korku düşürerek bana yardım olundu; b) Tüm yeryüzü bana mescit kılındı ve temiz sayıldı; binaenaleyh, ümmetimden kime namaz vakti erişirse, o hemen namazını kılsın; c) Ganimetler bana helal kılındı, halbuki benden önce kimseye helal kılınmamış idi; d) Bana, şefaat etme yetkisi verildi; ve e) Nihayet, daha önce bir peygamber kendi kavmine gönderiliyordu; ben ise bütün insanlığa gönderildim!” (Buhari, Sahîh, Yetim, 10; yine bkz. Muhammed b. Ebi’l-İzz, Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye, s. 169)

b) Bir diğer nebevi haberde ise, Hz. Peygamber’in ve onun mesajının bütün ırklara müteveccih olduğunu vurgulayan şu sarih ifadeler yer alır: “...Ben ise, kırmızı derili olsun, siyah derili olsun, herkese gönderildim...” (Müslim, Sahîh, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 1)

c) Bilhassa ehlikitaba yönelik şu hadis, son mesaj Kur’an’a ve son nebi Hz. Muhammed’e iman etmemenin vahim akıbetini haber vermektedir: “Bu ümmetten Yahudi veya Nasrani bir adam beni dinlemez, sonra da bana iman etmemiş olduğu halde ölürse, o ancak ateşe girer!” (Müslim, İman, 69; yine bkz. Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye, s. 170; Halil Çiçek, Alemiyyetu’l-Kur’an, 1423/2002, s. 162,164)

4) Kimi evrensel konulara Kur’ani yaklaşımlar
Kur’an’ın hiçbir zaman dilimine ve mekân kesitlerine hapsedilemeyeceğinin en büyük ve en güçlü kanıtlarından biri de onun içermiş olduğu konuların, gelecek de dahil, tüm çağların temel sorunlarına dair açıklamalar, işaretler, ilkeler, prensipler içeriyor oluşudur. Onda, işlevselliği olmayan, yeni tarihsellikler karşısında edilgen ve suskun pasajlardan söz edilemez. Bilakis Kur’an, insanlığın en köklü ve evrensel sorunlarına daima cevaplar sunmaktadır. Örneğin:

a) Hürriyet: Kur’an, ‘hürriyet’ ilkesini inanç esasının ta merkezine oturtmuş; hakiki insanlık ve özgürlüğün sadece Allah’a kul olmakla tahakkuk edeceğini belirtmiştir. Kur’an dünyasının omurgasını oluşturan, bu sebeple de bir iman ve varoluş manifestosu olan tevhit esası da, insanı, eşyaya ve mevhum varlıklara tapınmaktan uzaklaştırmış, insanı kendi ontolojik kaynak ve kökenlerine bağlayarak, ona, Yüce Allah’ta deruni bir özgürlüğün yaşanması imkânını hazırlamıştır. Özünde bir özgürleşme sürecini içeren tevhit ilkesine dair pek çok ayet içinde, İhlas suresinin şu veciz ifadelerini sunuyoruz: “De ki: O Allah’tır, gerçek İlahtır ve Birdir. Allah Samed’dir. (Tam, eksiği olmayan; her şey Kendisi’ne muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan). Ne doğurdu, ne de doğuruldu! Ne de herhangi bir şey O’na denk oldu!” (İhlâs, 1-4)

b) Yaratıcının birliği: Tevhit perspektifinden bakıldığında, insanları Yaratan’ın aynı Tanrı olduğuna bir kere iman edilince, bunun peşinden evrensel kardeşlik ilkesi sökün edecek; sonuçta insanlığı gözyaşlarına boğan her türlü zulüm, baskı, sömürü, hatta işgal sona erecek; Allah’ın nimetler sofrası olan dünyada herkes ihtiyaç duyduğu kadarını bulabilecektir. Bu hususla ilgili olarak şu iki ayet oldukça dikkat çekicidir: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için sizi milletlere, sülalelere ayırdık. Allah nazarında en değerli, en üstün olanınız, Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada (takva) en ileri olanınızdır!” (Hucurat, 13); “Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helal hoş olmak şartı ile yeyiniz. Fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır!” (Bakara, 168)

c) Amaçlı bir yaratılış: Kur’an’ın sunduğu en temel anlayışlardan birisi de mikro ve makro âlemlerin bir varoluş hikmeti olduğu; asla sebepsiz değil, aşkın bir gaye doğrultusunda var edildikleridir. Bu kozmik bilinç bizi, insan benliği ile dünyayı da bir ‘kök’e, ‘kuşatıcı bir gaye’ düşüncesine raptetmekte, böylece de metafizik yalnızlık ve köksüzlük vehminden kurtararak namütenahi bir varlık ve varoluş şuuruna yükseltmektedir: “Biz, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri bir amaç ve anlamdan yoksun yaratmadık; bu, inkâr edenlerin zannıdır! Vay hallerine (cehennem) ateşindeki o inkârcıların!” (Sâd, 28; yine bkz. Müminun, 115; Al-i İmran, 191)

d) Varoluş sevinci: Bir önceki bilince bağlı olarak, insanlığın tüm çağlarda en temel ruhi gıdası mesabesindeki ümidi, sonsuzluk ufkuna yönelmekte, böylece ferdî ve toplumsal melankolilerin yolu kesilerek evrende beşerî varlığı temellendiren ve onu mutlu eden bir optimizmi egemen kılınmaktadır. Ebedi bir dünya, orada aklı aşan bir hayat telakkisi, sonsuz yaşam coşkusu gibi konuları işleyen ayetler, insanoğluna sonsuz esinler, dinamizmler ve özgüven aşılamakta, benliğini dopdolu algılamasını sağlamaktadır! “Düşünseler şunu anlarlardı: Bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir; ama ebedî ahiret diyarı ise hayatın ta kendisidir! Keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût, 64)

Sonuç olarak, bir bengisu olarak ezelden gelip ufkumuzda tulû eden, kıyamete kadar da bizi aydınlatıp rehberlik yapacak olan evrensel bir kitabın evrensel cazibesini tam olarak betimlemekten kelimeler aciz. Bunu idrakin bile bereketlere vesile olacağı ümidiyle sözü bağlarken diyoruz ki:

a) Kur’an, akıp gitmekte olan zaman, toplum ve tarih gerçeğine paralel bir biçimde, bütün canlılık ve diriliğini korumakta; nebevi bir sözde de ifadesini bulduğu gibi, her dem terütaze ve her koşulda yeni kalmaktadır. İnsanlığa sunduğu yeni seçenekler ve bakış açılarıyla, onları hayran bırakan harikuladelikleri asla bitmemekte; insanlık, her yeni açılım ve gelişim noktasında, umudun peşine düştüğü her bunalım anında Kur’an’ı daha iyi tanımakta, ona tutunarak varoluşsal bir iletişim ve bütünleşme yolunda ileriye doğru güçlü bir adım daha atmaktadır. Onun için yapılmış olan tanım ve temsile uygun bir biçimde, Kur’an, “meyvelerle donanmış bir ağaç gibi, tepeleri elvan elvan meyvelerle yıkılırken dibi de âdeta efsunkâr yeşillikleriyle gönülleri cezbetmeyi sürdürmektedir ve sürdürecektir!”

b) Eşsiz ilahî söz örgüsü (nazm) sayesinde, başka hiçbir kitaba nasip olmayacak bir biçimde, sürekli okunmasından gönüller sıkılmamakta, diller usanmamakta, üzerinde düşünmekten fikirler hiç yorulmamakta, buyruklarına kendisini vermekten de bedenler ve azimler hiç sıkılmamaktadır. Her yeni okunuşu bize, daha önce idrak edilmeyen, sezilmeyen başka anlam eşiklerini açmakta, yeni fikirler, duygular ve heyecanlar vermekte; böylece bizi, kendi o sonsuz odalı kasırlarına sokuvermektedir.

c) Üzerinde ciddi olarak düşünülmesi halinde, çok engin bir zihin dinamizmi sağlamakta; ortaya konulmuş ve konulması muhtemel pek çok bilimsel anlayış ve keşiflere ima ve işaretlerde bulunmakta; meçhuller okyanusuna doğru hep bir ışık tutmaktadır. Kur’an’ın şu cezbedici teşbihiyle, “Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu), nur üstüne nurdur.” (Nûr, 35)

Ve, Kur’an nuru asla sönmeyecektir!...