Makale

Kosova’dan İstanbul’a Bir Âlim Portresi ALİ YAKUB CENKÇİLER

MÜSLÜMAN BİLGİNLER

Kosova’dan İstanbul’a Bir Âlim Portresi

ALİ YAKUB CENKÇİLER

Kâmil BÜYÜKER

Okuduğu medrese uzak olmasına rağmen tramvaya binmez, tramvaya vereceğim parayla kitap alırım, dermiş. Hatta tramvayda kelime ezberleyemem, millet bana bakar, diye de eklermiş.

İsmini ilk defa adına hazırlanmış bir hatıra kitap (Ali Yakup Cenkçiler Hatıra Kitabı, Haz. Dr. Necdet Yılmaz, Darülhadis yay., 2005, 200 s.) dolayısıyla öğrendim. Öyle bir hatırat ki, içinde yakın tarihte iz bırakmış pek çok isim bu kitaptaydı ve herkes bir şekilde Ali Yakup Cenkçiler Hoca Efendinin rahle-i tedrisinden geçmiş idi. Bunlar; Yahya Alkin, Ahmet Turan Arslan, M. Esad Coşan, Ali Rıza Demircan, Mustafa Ballı, Süleyman Zeki Bağlan, Necmeddin Erbakan, Ekmeleddin İhsanoğlu, Mahmut Kaya, Selahattin Kaya, Ali Ulvi Kurucu, Kadir Mısıroğlu, Ali Nar, Osman Öztürk, M. Serhan Tayşi, Yusuf İzzettin Sav, Ali Rıza Temel, Necdet Yılmaz, Cüneyd Zapsu, Halit Zevalsiz, Cemalettin İmamoğlu. Kitabı okuyunca gördüm ki 1913 yılında Kosova’nın Gilan kasabasında başlayan ve 1988 yılında Fatih’te son bulan hayat yolculuğunda Ali Yakup Cenkçiler ilim tarihimizde silinmez bir iz bırakmıştır. Buna sadece talebelerinden bir kısmının sığdığı yukarıda zikrettiğimiz küçük kitap ve yazılanlar şahit.
İlim yolculuğunun ilk basamağı: Gilan kasabasında bir Osmanlı medresesi
Ali Yakup Hoca bereketli bir iklimde gözlerini açıyor dünyaya. İlk hocası ve kendisine Kur’an’ı öğreten kişi babası Hafız Hüseyin’dir. Dedesi bir veli zat Müftü Hacı Yakup’tur. Ki kendisi görmese de anlatanların beyanı ile Hristiyanların dahi sevip saydığı, hürmet ettiği bir zat imiş. Diğer amcası hafız ve hoca. İki ablası da yine hafızlıklarını ikmal etmişler. Ali Yakup Hoca Kur’an’ı 8 yaşında iken hatmeder ve sonra dört yıl eğitim göreceği ilkokula başlar. Burada Sırpça yanında Türkçeyi de öğrenir. Öyle ki Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci şiirleri okurlar ve ezberlerler. Gilan kasabasında henüz Osmanlı izlerinin silinmediği zaman diliminde 12 odalı 80 öğrencinin barındığı medrese Ali Yakup Hocanın hayatında silinmez izler bırakacak ilk duraktır. Buradaki feyizli günleri şu cümlelerle aktarmıştır:
“Hatırlıyorum, sabah erken uyanır. Ezan-ı Muhammedîyi dinlerdik. Namazdan bir saat önce abdest alır, Kur’an okurduk. Namazdan sonra bir cüz Kur’an okurduk. Bütün bunlar mecburi değildi, bir gelenekti. Hoca’ya müderris denirdi. 1, 2, 3 sınıf talebe olurdu. Her sınıftan icazet alınır ve bir üst sınıfa geçilirdi.” (Âlimlerimiz 1, Erkam yay., 2009, s. 10.) Osmanlı’nın izlerini taşıması dolayısıyladır ki Ali Yakup Hoca hem Arapçayı, hem İslami ilimlerin temellerini kendi kasabasında almıştır. Aile kökeni itibarıyla İşkodra Katoliklerinden olan Ali Yakup Hoca, Osmanlı sayesinde İslam’la şereflenmelerini her fırsatta dile getirmiştir: “Ben aslında her şeyimi Osmanlı’ya, sizin ecdadınıza borçluyum. Eğer onlar İslam’ı, Hakk’ı, adaleti ve İslami İlimleri benim doğduğum Balkan topraklarına getirip yaymasalardı, ben de maazallah o topraklardaki gayrimüslimler gibi birisi olacaktım. Onların hâline bakıyorum da gece gündüz Osmanlı’ya dua ediyorum.” (Ali Yakup Cenkçiler Hatıra Kitabı, s. 82.)
Mısır’da devam eden ilim yolculuğu ve hayat çizgisinde üç önemli isim
Ali Yakup Hocanın bundan sonraki en önemli ilim durağı Mısır ol
muştur. 1936-1956 yılları arasında önemli ilim merkezi Ezher’de bulunmuş, üniversite kütüphanesinde çalışmıştır. Hâliyle dönemin pek çok önemli ismiyle hukuku ve teması olmuştur. Bunlardan Hasan el-Benna, Zahidü’l-Kevseri, Mustafa Sabri Efendi, Yozgatlı İhsan Efendi hayatında yer eden önemli isimlerdir. Öyle ki yine bir mülakatta kendisini etkileyen üç isimden bahseder ve bunların “Gazali, Mustafa Sabri ve Hasan el-Benna” olduğunu söyler.
Ali Yakup Hoca, bir yandan tahsiline devam ederken, vaktini, enerjisini hep ilme teksif edermiş; öyle ki merhum Ali Ulvi Kurucu’nun beyanı ile okuduğu medrese uzak olmasına rağmen tramvaya binmez, tramvaya vereceğim parayla kitap alırım, dermiş. Hatta tramvayda kelime ezberleyemem, millet bana bakar, diye de eklermiş. Ali Ulvi Kurucu, Ali Yakup Hocanın yedi lisan yani Türkçe, Arapça, Arnavutça, Sırpça, İngilizce, Fransızca ve Farsça bildiğini söylüyor.
Son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’nin iltifatları ve Ali Yakup Cenkçiler’in ona hizmeti
Bir yandan Kahire Üniversite kütüphanesinde çalışan ve kütüphanenin hemen hemen bütün kitapları elinden geçen Ali Yakup Hoca diğer yandan da Ezher Üniversitesi’nde on yıl ilim tahsili yapmıştır. Mısır’da geçirdiği günler içinde sürgünde son Osmanlı Şeyhülislam’ı Mustafa Sabri Efendi’nin talebesi ve manevi evladı olma şerefine nail olmuştur. Mustafa Sabri Efendi kimi zaman kendisine “Yaverim” dermiş. Yine Mustafa Sabri Efendi kitabında kendisine “veledi’l-azîz/ aziz oğlum” diyerek bu yakınlığı pekiştirmiştir. Bunun yanında Ali Yakup Hoca Efendinin Osmanlı şehzadeleri ile yakın teması ve mektuplaşmaları devam etmiştir.
Mustafa Sabri Efendi dört ciltlik kalıcı eseri “Mevkıfu’l-Akli- ve’l-İlmi ve’l-âlemi min Rabbi’l-Âlemin ve İbadihi’l-Mürselin”i tekrar bastırmak istemiş, matbaanın yazının okunaklı olması şartı dolayısıyla bu vazifeyi Ali Yakup Cenkçiler üstlenmiş ve eserin tamamını forma forma yazarak hem tekrar yayınına vesile olmuş hem de hocasının duasını almıştır.
Akif’in şiirlerini ilk defa Arapçaya çevirmesi ve Kahire’de yayımlatması
Ali Yakup Efendi’nin bir başka bilinmeyen hususiyeti ise Mehmet Akif’e olan sevgisi ve muhabbeti dolayısıyla Safahat’ın birinci kitabındaki “Fatih Camii” başlıklı şiiri Kahire’de iken Arapçaya çevirmiş ve bu çeviri Mecelletü’l-edeb’de yayımlanmıştır. Ayrıca Safahat’ın altıncı kitabında Çanakkale Savaşı’nı tasvir eden kısmı da nesir olarak Arapçaya tercüme etmiş, dostu şair Sâvî Şa‘lân da bu tercümeyi “Kasîdetü’ş-şehîd” adıyla manzum hâle getirmiştir. (“Ali Yakup Cenkçiler”, DİA, Ekmeleddin İhsanoğlu, c. 7, s. 370-371.)
Türkiye’de başlayan ders halkaları ve İhyau Ulumiddin dersleri
Ali Yakup Hocanın Türkiye’ye daimi olarak yerleşmesinin ilk adımları Temmuz 1957’de atılmıştır. Bu tarihten Kasım 1959’a kadar Mısır’ın Ankara Büyükelçiliği’nde mütercimlik yapmıştır. Daha sonra bu görevinden istifa eden Ali Yakup Efendi 1960’ta İstanbul’a yerleşerek Türk uyruğuna geçmiş ve bir yıl sonra da evlenmiştir.
Talebe yetiştirmeye yönelik ilk çalışmaları Fatih, Mesih Paşa ve Emir Buhari camilerinde gerçekleşmiş, buralara devam eden talebelere İhyau Ulumiddin, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Medârikü’t-Tenzîl ve Dîvânü’l-Mütenebbî gibi eserleri okutmuştur. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi’nde 1976-1980 yılları arasında tefsir, kelam ve belagat dersleri vermiş, evinde de orta ve yükseköğrenim gençliğinden isteyenlere özel dersler vererek birçok talebe yetiştirmiştir. (DİA, s. 371.)
“İhya’yı tercüme edecek kişide Gazali ihlası olması gerekir”
Tam bir Gazali ve İhya aşığı olan Hoca Efendi’nin ismi de hep Gazali ve İhya ile anılmıştır. Gazali’yi anlatmak için şu sözleri söylemiştir: “Hakikaten tarih-i beşerde Gazali kadar büyük bir psikolog yetişmemiştir. Psikoloji sahasında Gazali gibi, insanı insana tanıtanı görmedim. İhya’yı okuduktan sonra diğerleri vız gelir. Kitap ve sünnete dayanarak, insanı gayet güzel anlatmış. İnsanın evsafını, neden mürekkep olduğunu, Hakka nasıl vasıl olacağını…” Dile kolay 15 sene Emir Buhari Camii’nde İhya dersleri okutmuştur. Buna rağmen İhya tercümesine niyet etmemiştir. Hatta bu esere olan vukufiyetini bilen yayınevleri kendisine tercüme ederseniz yayınlayalım teklifine “Azizim! Ben Allah’tan korkarım. Gazali’den korkarım. İhya’yı tercüme edecek kimsede Gazali’nin ihlası olması gerekir. Değilse tercüme kuru bir metinden ibarettir.” demiş. Hatta bir hikâye ile pekiştirmiş: Nalbantta ayağı nallanan atı gören kurbağa kendi ayağını nallatmak üzere uzatmış, “İşte Gazali ile benim durumum da böyle” demiş.
Ali Yakup Cenkçiler Hoca Efendi 21 Mayıs 1988 Cumartesi günü vefat etmiş ve Fatih Camii’nde mahşeri bir kalabalığın iştiraki ve Hendekli Merhum Abdurrahman Gürses Hoca Efendinin kıldırdığı cenaze namazından sonra Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığına defnedilmiştir.