Makale

Hayatın İçinde Bir İmam

Hayatın İçinde Bir İmam

Kadir Öztürk Küçük
İhsaniye Camii İmam-Hatibi / Üsküdar

Çaresizlik içerisinde kıvranan dostum derdine derman olmayan mesajlarından sonra beni aramaya karar verir. Geç saatte çalan telefonun anlamı herkes için farklıdır. Korku ve şaşkınlık içerisinde telefonuma uzanıp arayanın ismini gördüğümde şaşkınlığın yerini kat be kat korku aldı. Arayan kadim bir dostumdu. Son zamanlarda ağır imtihanlar veriyordu...
Öğretmen olarak gittiği Belçika’da bir yılını tamamladığı sıralarda babasına, değerli hocamıza “akciğer kanseri” tanısı konuldu. Hocamızın tedavisi ile uğraşırken bir de annesinin karın ağrıları şikâyeti başladı. Çok kısa bir süre içinde bir böbreği alınarak diyalize mahkûm olan annemizin şikâyetlerinin tamamına da çözüm bulunmuş değil...
Ölüm, daha çok hasta ve yaşlılara kondurulduğu için nasıl bir haber duyacağımın korkusuyla açtım telefonu. Sevgili dostum Ahmet Yasin, o saatte aramanın mahçupluğu ve vereceği haberin hüznü ile önce selam verdi, sonra yutkunarak özür diledi. Bir müddet bekledikten, tekrar yutkunduktan sonra şöyle başladı söze:
“Kadirim, Davut abiyi kaybettik!”
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.”
...
Davut Özgül hocamızın durumu ağırlaşınca eşi Saliha Hanım, dostumu arar. Ahmet Yasin hastaneye geldiğinde hocamızın dünya hayatını tamamlamış olduğunu görür ve telefonuna sarılır. Bu şekilde öğrendim Koca Çınar’ın vefat ettiğini. Üsküdar Çınaraltı Hamdullah Paşa Camii’nin İmam-Hatibi idi ve akciğer kanserine yenik düştü. Mekânı cennet olsun.
Fakülte yıllarında tanıdım ilk olarak hocamızı. Zamanla çok farklı ortamlarda bir araya geldik. Nice güzelliklere şahit oldum sayesinde. Her sohbetinde yeni yeni pencereler açardı hayata, gerçeklere dair. Hayat harmanında tanıdığı insanlar, geçirdiği imtihanlar ayrı bir kimlik kazandırmıştı kendisine. Zaman zaman paylaşırdı yaşadıklarını fakat o kısa ömre neler sığdırdığını kitabından öğrendik. “Çocukluğumdan bugüne kadar yaşadığım beni ben yapan olaylar bütünü” olarak tanımladığı ‘Bir İnsan Biriktirdim’ adlı eserinden. Meğer anlattıkları, anlatmadıkları yanında bir yok hükmündeymiş...
Hastalığı sırasında tanıştık kitabıyla. Samimiyetin zirvede olduğu herkes tarafından takdir ediliyor. Derdi çeken olarak bizden daha fazlasını dinliyor ve okuyordu şüphesiz. Buna rağmen son anına kadar hep teslimiyet içerisinde oldu. Örneğin bu kitap fikri nasıl ortaya çıktı diye soranlara “ölmeden önce” birşeyler yazsan dediler ben de yazmaya başladım diye cevap veriyordu espriyle karışık. Buna rağmen hayatının sıkıntılarını yazarken nice sıkıntılar çektiği de yabana atılmamalı.
Anlattıkları ve yazdıklarıyla çok şey öğrettiği gibi ölüm sessizliğinde de çok şey öğretti bizlere. Hayatta iken biraz da Urfalı olması hasebiyle hep “ağam” diye hitap ederdim kendisine. Gerçekten hangi ortamda olursa olsun mutlaka kadirşinaslığı, cömertliği ile ağalığını gösterirdi. 27 Aralık 2012 tarihinde refakatçisi olduğum bir günde gerçek ağanın kim olduğuna bir örnek verdi:
Mersin’de görev yaptığım yıllarda tanıdım Kenan abiyi. Bugünün değeriyle sahip olduklarına rakam biçmek zor olmasına rağmen o kadar mütevazı bir insandı ki; hâlâ aynı şalvarı giyer, eski arabasına biner, evinde misafiri eksik olmaz ve misafirlerine bizzat kendisi en güzel şekilde ikramda bulunurdu. Bazı hanelere gittiğimizde “hoş geldin hoca” denir geçilirdi belki ama Kenan abi bizzat kapıya kadar iner ve karşılardı. Gerçek ağalık işte bu.
Kimde bir güzellik görmüşse onu aynıyla hayatına geçirmeye çalışan Davut Hoca’nın yakın çevresinde, dostları arasında ikramına şahit olmayan var mı? Hiç değilse bir güzel söz veya tebessümle karşılayıp uğurlamıştır muhatabını. Cebinde, hesabında olup olmadığına bakmadan mutlaka ağalığını gösterirdi. Çünkü “veren el” idi o...
Hocam, ele avuca sığmaz anlamında arkadaşların “çetel” lakabını vermişler ya, sana son çetelliğin de aramızdan ayrılman oldu. Sağlam kaleler içerisinde olsak bile sonunda hepimizi bekleyen gerçek bu. Seni bir hastane köşesinde bir gece vakti yakalayan ölüm bizi kimbilir nerede ve ne zaman yakalayacak? Kim bilir belki bu yazıyı tamamlayamadan... Rabbim hayatın da ölümün de hayırlısını versin...
Vefatınla “doğurdukça gençleşen” annenin yüreğine bir kor eklense de sevinenler de olmuştur elbet. En çok da küçük kardeşin, arkadaşın Muhammed’in sevinmiştir. Hani küllükteki haplardan dolayı Azrail’in ayak seslerini birlikte hissettiğiniz, bu dünyadan göçen Muhammed.
Vefatının üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen bir değil binlerce insan biriktirdiğini gördük kıymetli hocam. Çünkü sen, sadece Hamdullah Paşa Camii’nin değil hayatın imamıydın. Yanlarında kalmana karşılık bütün sevenlerin gözyaşlarıyla birlikte eminim şu cümleleri mırıldanıyordu; “Elimizde kuru bir nan ve bir de yeşilinden soğan olsa daha ne isterdik ki?”...