Makale

Kur'an Kursu ve Hayrî Kuruluşlar

Kur’an Kursu ve Hayrî Kuruluşlar
Prof. Dr. M.Şevki Aydın

Bilindiği üzere, Kur’an kursu açma yetkisine sadece Diyanet İşleri Başkanlığı sahiptir. Bu konuda biricik yetkili olmasına rağmen Başkanlık, kurs binaları yapacak, onların bütün giderlerini karşılayacak finansal güce sahip değildir; bütçesinde bu fasılda personel giderleri dışında kayda değer bir ödenek bulun-mamaktadır. Hâliyle bugün bütün bunları büyük oranda finanse etme görevi, bu hizmetin verilmesini arzu eden vatan-daşlara düşmektedir.

Kur’an kursuna ihtiyaç duyan vatandaşlar, binalarını kendileri yaptıktan sonra, burada kurs açılmasını, kadro verilip öğretici atanmasını Başkanlık’tan istemektedirler. Başkanlık, öngörülen şartların yerine getirilip getirilmediğini tespit etmek için gerekli çalışmaları yaptıktan, müfettiş raporu ile o yerin kurs olarak açılmaya uygunluğu ortaya çıktıktan sonra, öğrenci sayısı başta olmak üzere gerekli şartları taşıması kaydıyla Kur’an kursu açmak-tadır. Geçen yıla kadar Başkanlık, açılması kararlaştırılan kursa, imkânı varsa kadro verip öğretici atamaktaydı. Şayet ihtiyaç duyulan sayıda öğretici kadrosu verilemezse veya hiç kadro yoksa, bu durumda vatandaşın yardımlarıyla ücreti karşılanmak üzere bir veya ihtiyaca göre daha fazla öğretici, müftülük tarafından seçilip görevlendiriliyordu. Son yıllarda alınan sözleşmeli kadrolar sayesinde, artık öğreticilerin hemen hemen tamamı kadrolu hâle gelmiş; bunun sonucu olarak Başkanlıkça Kur’an kursunun denetim, gözetim ve hizmette verimliliği yönüyle çok önemli bir adım atılmıştır.

Sözün özü, mevcut şartlarda, vatandaşın yardımı olmaksızın Kur’an kursu yapılması, yapılanların da yaşatılması, hizmetlerinin sürdürülmesi mümkün görülmemektedir. Hele bir de bu kurs yatılı ise, masraflar bir hayli katmerlenmekte ve vatandaşın katkısına ihtiyaç daha da ileri boyutlara ulaşmaktadır.

Halkın desteğini sağlayabilmek, bu amaçla dernek, vakıf gibi kuruluşlar oluşturmayı zorunlu kılmaktadır. Zira bu tür orga-nizasyonlar olmaksızın halkın yardımını düzenli ve sürekli kılabilmek, kontrol edilebilir hâle getirmek pek mümkün gözük-memektedir. Bu yüzden Kur’an öğretimine hizmet etmeyi zevk edinmiş olan halkımız tarafından, Kur’an kursu yapma ve yaşatma amacıyla çok sayıda dernek veya vakıf oluşturulmuştur. Bunlar, kendileri Kur’an kursu açma ve yürütme yetkisine sahip olmadık-larından dolayı, yapıp Diyanet İşleri Başkanlığı’na teslim ettikleri Kur’an kursunun yaşatılması hususunda da gerekli finansı temin etmek için çalış-maya devam etmektedirler.

Kur’an’a hizmet aşkına sahip bu hayır severler, Kur’an kursu yapma ve yaşatmaya yönelik hizmetlerini büyük zorluklara katlanarak gerçekleştirmektedirler. Çok büyük kişisel fedakârlıklar göstererek bu zorlukları aşmaya çalışmaktadırlar. İbadet aşkıyla ve maddî bir karşılık beklenmeksizin yapılan bu hasbî ve çok önemli işlevlere sahip çabaları teşekkür ve takdirle karşılamamız gerekir.

Mevcut toplumsal gerçekler, Kur’an kurslarının yapılması ve yaşatılması gibi hayırlı bir işe destek olup, çok önemli bir boşluğu dolduran bu hayrî kuruluşlar ile Başkanlık arasında sıkı bir işbirliğinin kaçınılmazlığını açıkça ortaya koymaktadır. Üstelik Başkanlık’la bu sivil oluşumların birlikte çalışmalarının, son derece uyumlu olarak yürütülmesi olmazsa olmaz şarttır. Hizmette birbirinin desteğine ihtiyaç duyan bu iki tarafın tam bir uzlaşı içinde hareket etmesi, hedeflenen başarı açısından kaçınılmazdır. Oluşabilecek her ayrı gayrılık, iletişim kazaları sonucunda doğabilecek her çatışma hâli, kurs hizmetlerinin kalitesini yükseltmek için harcanması gereken enerjiyi toprağa verme yanlışını doğuracaktır. Bu ise, orada yürütülen eğitimin etkinlik ve verimlilik düzeyini olumsuz etkileyecektir. Diğer bir anlatımla, din eğitimi hizmetinin etkin ve verimli biçimde gerçekleştirilmesi amacıyla bir araya gelmiş olan her iki taraf, böyle bir işbirliği ve uyumu sağlayamazsa, Kur’an öğretimi gibi ulvî bir hizmetin âdeta kösteklenmesi için çalışanlar durumuna düşmüş olacaklardır. Aklı başında birinin, bunun vebalini üst-lenmeyi göze alması düşünülemez.

Ne var ki, geçmişe bakıldığında bu iki tarafın sorumluları arasında olması gereken uzlaşmacı tavrın yerini zaman zaman anlaşmazlığa, hatta bazen da çatışmaya bıraktığı üzüntüyle müşahede edilmektedir. Meseleye bakış açılarındaki farklılıklar, hizmetin nasıl yürütüleceği ve sorunların nasıl çözüleceği konusunda ciddi görüş ayrılıklarına ve karşılıklı güven kaybına yol açtığı gibi, birtakım yersiz kişisel kaygıların buna neden olduğu da görülebilmekte ve bunun sonucu olarak çok çeşitli yanlışlar yapılabilmektedir.

Bu çerçevede, ileri düzeyde bir rol karmaşası bile oluşabilmektedir. Söz gelimi, bu hayır kuruluşlarının (dernek/vakıf) çok farklı kültürel alt yapılara sahip olan yöneticilerinden kimilerinin, bazen kendini, mühendisin, mimarın ve hatta müftünün yerine koyabildiği; dolayısıyla kursun binasının nasıl yapılacağından tutunuz, kursun yönetimine, oradaki eğitime kadar birçok önemli iş ve işlemlere kendince yön vermeye çalıştığı görülmüştür. Kendinden izin almadan, sadece müftünün oluruyla izne ayrıldığı için öğreticiyi suçlayan ve onunla uğraşmaya başlayan yöneticilerle karşılaşılabilmiştir. Hatta Başkanlığın belirlediği eğitim anlayış ve uygulamalarını beğenmeyip, bu konuya müdahale etmeye kendince bir yol ve yön-tem belirlemeye kalkışanlar olmuştur.

Bu yanlış tutum ve davranışlar, sadece söz konusu dernek ve vakıf yöneticileriyle sınırlı değildir. Bu hayır kuruluşlarının hayatî önemini kavrayamayan, onların büyük özveriyle üretmeye çalıştıkları hizmetleri takdir edemeyip onlarla ilişkileri sağlıklı yürütemeyen, onları kırıp küstüren; kaş yapayım derken göz çıkaran görevliler de görülmüştür. Karşılıklı yanlışlar, ister istemez Kur’an kursu hizmetlerinin aksamasına, verim düzeyinin düşmesine ve bazen durmasına yol açmıştır.

İki tarafın yetkilileri arasında meydana gelen bu tür iletişim kazalarının olmaması, olmuşsa hemen telâfi edilmesi konusunda en büyük sorumluluk, dolayısıyla en fazla fedakârlık, tabiî ki Diyanet İşleri Başkanlığı mensuplarına düşmektedir. Kur’an kurslarındaki din eğitimi hizmetinin etkin ve verimli biçimde yürütülmesinden sorumlu olması nedeniyle Başkanlık görevlilerinin (müftü, Kur’an kursu öğreticisi…), bu sivil oluşumların yetkilileriyle ilişkileri sağlıklı yürütme konusunda olabildiğince özverili olmaları, onların üstlendikleri misyonun gereğidir. Esasen bu alanda hizmet yürütürken kimsenin bir diğeriyle güç yarıştırmaya, boy ölçüştürmeye kalkışma lüksleri olamaz. Taraflar birbirlerini rakipleri olarak değil de, hizmette önemli yardımcıları olarak görmek durumundadırlar. Sözü edilen dernek veya vakıf mensupları tarafından bir yanlış yapılmış ise, ona misliyle mukabelede bulunmak bile, Peygamber varisliği nitelikleri nedeniyle din görevlilerine yakışmaz. Onlara yakışan tutum, insanlara tebliğle yükümlü oldukları dinin değerlerini yaşayarak örnek olmak bağlamında, maruz kaldıkları yanlış tutum ve davranışları doğru olanla karşılamaktır; kötülüğe kötülükle karşılık vermek değil. (Fusssılet, 34)

Islahla yükümlü olan din görevlisi, sözle yetinmeyip bunu örnek tutum ve davranışlarıyla pekiştirdiği zaman görevinde başarılı olabilir. Sevimli ve yapıcı tutum takınmayan din görevlisi, uzlaşma kültürünü aşılamakla yükümlü olmasına rağmen çatışmacı anlayışı besleyen, cepheleşme ruhunu tetikleyen bir rol üstlenmiş olur; konumuz bağlamında, baha biçilmez bir imkan olan sivil hayrî kuruluşların, işe yaramak şöyle dursun hizmetin ayak bağı hâline gelmelerini sağlar. Bu durumda da, misyonuyla çelişir. Misyonuyla çelişen bir anlayış ve tutum içinde olan din görevlisi, ister istemez, rehberlik gücünü kaybeder; görevini yapamaz hâle gelir. Din görevlisinin güçsüz duruma düşüp itibar kaybetmesi, dolaylı olarak Kurumunun da itibar kaybetmesine etki eder.

Başkanlık mensuplarının ilgili vakıf veya dernek yönetici ve üyeleriyle sağlıklı bir iletişim içinde olmaları, bu iletişimde örnek tutum ve davranışlar sergilemeleri, Başkanlık’la bu sivil oluşumlar arasında uyumlu işbirliğinin oluşup devam etmesi için şarttır; ama yeterli değildir. Bunun ötesinde Başkanlığın yerine getirmesi gereken sorumluluklar vardır. Başkanlık bunları gerçek-leştiremediği takdirde, din görevlilerinin ikili ilişkilerdeki olumlu yaklaşımları, söz konusu uyumlu işbirliğinin sürdürülmesi hususunda yetersiz kalabilir.

Bu sorumluluklar çerçevesinde Diyanet İşleri Baş-kanlığının, Kur’an kurslarında sunduğu din eğitimi hizmetleriyle, halkı din açısından bilgilendirip bilinçlendirerek elinden tutmak suretiyle, onlarda bir memnuniyet hâli oluşturma yükümlülüğünden söz edebiliriz. Kur’an kursu hizmetlerinden memnuniyet hâli gerçekleşmediği takdirde halk, Başkanlık tarafından sunulan din eğitimi hizmetlerinden şikâyetçi olmaya başlar. Bu tavır, kursa yardımcı olmanın gereksizliği kanaatinin halkta oluşmasına neden olur. Bu noktada, halkın alternatif arayışları bile başlayabilir. Çünkü din eğitimi ihtiyacının giderilmemesini halkın sineye çekmediğini; aksine kendince bu ihtiyacı karşılama çareleri aradığını ve gerekirse, bu konuda yanlış ve yanıltıcı bazı denemelere bile giriştiğini geçmiş tecrübemizle açıkça biliyoruz. Bu konuda oldukça zengin bir tarihsel deneyim birikimine sahip toplumuz.

Kur’an kursundaki din eğitimi hizmetinden halkın memnuniyetini sağlamanın yolu, gerçekçi ve rasyonel bir yaklaşımla, onların din eğitimi taleplerini, ihtiyaçlarını, bu konudaki beklentilerini, tatmin edici nitelikte karşılamaktan geçmektedir. Kur’an kurslarında yapılan din eğitiminin muhatap kitleyi tatmin edici nitelikte gerçekleştirilebilmesi, bu eğitimin onlar için yapıldığı bilinciyle hareket edilmesine bağlıdır. Bu din eğitiminin muhatap kitle için olması, onlara göre düzenlenmiş olmasını; bu da onların din eğitimi konusundaki ihtiyaç ve beklentilerini, kültürel durumlarını, hayat tarzlarını, sorunlarını… iyi tanımayı gerektirmektedir. İlgili kitle iyi tanınmadan, onlara yönelik gerçekleştirilecek din eğitimi, ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde formatlanamaz. Bu durumda, “onlar için” düzenlendiği iddia edilen din eğitimi faaliyetleri, “onlara rağmen” yapılan bir eğitime dönüşüverir ve sonuçta işlevsizleşir.

Hemen belirtelim ki böyle bir yaklaşım, yani eğitimde muhatap kitlenin ihtiyaç ve beklentilerini ciddiye alma, din eğitimi anlayış ve uygulamaları konusunda inisiyatifi Başkanlığın elden bırakması anlamına gelmemek-tedir/gelmemelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, kurslarda düzenleyeceği din eğitimi açısından halkın ihtiyaç ve beklentilerini, sosyo-kültürel niteliklerini tanımaya kendini mecbur hissetmesi, tamamen yaptığı işin işlevselliğini artırma düşüncesinin gereğidir. Yani Başkanlığın böyle bir tutum takınmasının kaçınılmazlığı, yaptığı işin özelliğinden, yürüttüğü din eğitimi işini bilimsel anlayışla yerine getirme düşüncesinden kaynak-lanmaktadır. Din eğitimini Başkanlığın, “halkın durumuna göre” düzenlemesi denince, yapacağı hizmetin niteliğini belirleme yetkisini onlara bırakması anlaşılmamaktadır. Bununla kast edilen, din eğitimi faaliyetlerini düzenlerken halkın özelliklerini, ihtiyaçlarını hesaba katıp değerlendirmesidir. Hâliyle hitap ettiği halkı, onların beklentilerini tanıma adına elde ettiği hususların tümü, Başkanlığın değerlendirmesi gereken ham materyallerdir/ verilerdir. Onları eleştirel yaklaşımla sorgulayıp yasal ve bilimsel çerçevede uygun olanları yapma kararını verecektir. Yoksa bu, Başkanlığın bir tür dışardan güdülen/tâbi konumuna düşmesi anlamına gelecek yaklaşım değildir.

Halkın istediği her şeyi Başkanlığın onaylaması beklenemez. Başkanlık, dinî bilgi ve din eğitimi alanında rehberlik etme rolünü üstlenmiş olan bir kamu kurumudur; daima özne konumunda kalmak durumundadır. Böyle bir tutum içinde olmak, alanın uzmanı olan Başkanlığın hem hakkıdır hem de görevidir. Din eğitimi işini tamamen bilimle, bilgiyle, bilerek, bilinçle yapacak olan Başkanlık, bu eğitim faaliyetlerinin nasıl formatlanacağı konusunda biricik inisiyatif sahibidir.

Kur’an kursundaki din eğitimi anlayış ve uygula-malarının ne olacağını belirleyip uygulamaya koymakla yükümlü uzman kurum olan Başkanlık, tamamen bilimsel ve gerçekçi bir yaklaşım içinde sahih dinî bilgiyi yeniden üretip insanlara ulaştırmaya çalışırken çağın gerçeklerini, yeni şartları ve imkânları göz önünde bulunduracaktır. Bu ise, elbette Başkanlığın çağdaş bilimlerin verilerinden yararlanmasını zorunlu hâle getirmektedir. (Bk. Aydın, Ocak 2008)

Bütün bunlar, Başkanlığın dayatmacı, meydan okuyucu, rencide edici bir tutum takınmasını engeller. Çünkü Başkanlık, halk için, onların ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Varlık sebebi toplumun dinî bilgi ve hizmet alanındaki ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanmasıdır. Dayatmacı tutum, halkın Başkanlığa olan güvenini yitirmesine; dolayısıyla Başkanlığın, ihtiyaç ve beklentilerini karşılama konusunda halka yararlı olmasının yolunu tıkamaya neden olabilir. Bu yüzden Başkanlık, sunacağı din eğitimi konusunda ne yaptığını, niçin ve nasıl yaptığını ayrıntılı biçimde halka açıklayıp kavratmaya; yani şeffaflığa ve sunduğu hizmette hesap verebilir olmaya da ihtiyaç duyacaktır.

Başkanlık, yapıp ettikleri hakkında halkı bilgilen-dirmekle yetinmeyip, aynı zamanda onların bu konudaki eleştirilerini, değerlendirmelerini hiç kapris yapmadan alma anlayışını da içselleştirmesi, kendini geliştirmesi için gereklidir. Böyle bir yaklaşım, tabiî ki, yapılan her eleştiriyi Başkanlığın sorgulamadan kabul etmesi anlamına gelmemektedir. Bunları da, Başkanlığın yasal görevi ve kurumsal ilkeleri çerçevesinde ve bilimsel bir yaklaşımla değerlen-direcek; kanaatlerini ilgili kişilerle paylaşacaktır. Bu tutum, halkın Başkanlığa olan güvenini ve bağlılığını pekiştirecektir.

Böyle bir yaklaşım, Diyanet İşleri Başkanlığı ile sözü edilen sivil toplum örgütleri arasında çok iyi bir diyaloğun, sıkı bir ilişkinin, etkin bir iletişimin varlığını zarurî kılmaktadır. Üstelik bu diyaloğun, tam bir şeffaflık içinde, son derece içtenlikle, hiçbir ayrım gözetmeksizin, güven verici nitelikte yürütülmesine ihtiyaç vardır. Başkanlığa yakışan, tamamen kendinden emin olarak, halkı kategorize etmeksizin, ayrıştırmaya kalkışmadan, tam aksine halkı kaynaştırıcı, bütünleştirici bir anlayışla bu diyaloğu etkin biçimde sürdürmektir.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, birilerinin güdümüne girmeden ve birilerini karşısına almaksızın tam bir rehber kamu kurumu olarak görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Hayır amaçlı sivil oluşumlarla yakın işbirliğini, rol karışıklığına fırsat vermeden, işte bu anlayış içinde sürdürmeye çabalamaktadır.

Başkanlık, Kur’an kurslarına finansal destek sağlayan hayır kuruluşlarının yetkililerini faaliyetleri hakkında bilgilendirmekle birlikte, onların eleştirilerini almayı da ihmal etmemeye çalışmaktadır. Onlarla etkin bir iletişim içinde olarak hizmetin daha nitelikli ve işlevsel hâle gelmesinde katkılarını işe katmak istemektedir. Bu anlamda, müftülerin sözü edilen sivil toplum örgütleriyle belli periyotlarla bir araya gelmeleri istenmekte ve bu toplantılara zaman zaman merkezden üst düzey yöneticilerin katılımları da sağlanmaktadır. Başkanlık, sunmayı düşündüğü hizmetleri yeniden formatlamaya çalışırken, işin bu boyutunu ihmal etmemeye özen göstermektedir.

Sözü edilen dernek ve vakıf yöneticileriyle yapılan toplantılarda, Kur’an kursu hizmetlerine ilişkin birtakım şikâyetler ileri sürülmüş; kurslardaki din eğitimi hizmetinin niteliğinin yetersizliğine ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. Başkanlık, çağdaş eğitim ve din bilimlerinden yararlanarak Kur’an kursu hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye çalışırken, bu şikâyetleri de daima göz önünde tutmaktadır. Çağımızın Kur’an kursunu inşa etmeye yönelik bu çalışmalar, halkın Başkanlığa güvenini ve buna bağlı olarak da ilgisini, desteğini hızla artırmıştır, artmaya devam etmektedir.

Kaynak: Aydın, M. Şevki, “Kur’an Kursundaki Din Eğitiminin Bilimselliği”, Diyanet Aylık Dergi, Ocak, 2008.