Makale

Kutsalın Dönüşü

Kutsalın Dönüşü

Tarihin her döneminde insanlar aşkın varlıkla (kutsalla) ilgili hak veya batıl, doğru veya yanlış bir inanca ve bu inancın tezahürleri olan bir dine veya din anlayışına sahip olmuşlardır.

Prof. Dr. Zeki Arslantürk
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.

Din Sınıflamaları

Tanrılı Dinler / Tanrısız Dinler
Tek Tanrılı Dinler / Çok Tanrılı Dinler
Vahiy Dinleri / Kültür Dinleri
Peygamberli Dinler / Peygambersiz Dinler
Kitaplı Dinler / Kitapsız Dinler
Yerel Dinler / Evrensel Dinler
Hak Din / Batıl Din


İnsan düşünen bir varlık olduğu kadar, inanan bir varlıktır. Düşünmenin temelinde akıl bulunur. Bu bağlamda sorumluluğun muhatabı akıldır. Aklın yetersiz olduğu durumlarda tasavvur, aklın ötesine geçerek yeni durumlara uymayı sağlar. Bu aşamada inanç olgusu devreye girer ve düşünmeyi etkisi altına alır. Bundan sonra insan, artık düşünen ve inanan varlıktır.
Ancak her inanç dinî inancı doğurmaz. Bir inancın dinî inanç olabilmesi için bu inancın aşkın varlıkla ilgili bir imana dönüşmesi gerekir. Dinî inanç, bilgi ve iman bütünlüğü çerçevesinde, ifadelerin (aşkın varlıkla ilgili dogmaların) doğru olduğuna inanmaktır. Bu özelliği ile dinî inanç, diğer inanç türlerinden (tutumlardan) ayrılır.
Dinî inanç, insanın kendi üzerinde (aşkın) kutsal varlığa inanması ile başlar ve ona ram olmada karar kılar. Artık insan, bu aşkın varlığın kuludur. Bu varlık aynı zamanda onun kutsalıdır. Böylece din, insan tarafından kutsallık izafe edilen aşkın varlığa iman ve bu imanın insan hayatındaki tezahürüdür.
İnsanın hayatında kutsalları ve bu kutsallara ilişkin inançları vardır. Diğer bir ifade ile dinlerin ortak olduğu nokta, kutsal inancıdır. Bazı kutsal veya kutsallar din için merkezî bir konumda bulunur. Diğer kutsallar, bu merkezî kutsal etrafında yer alır/şekillenir. Ancak bu merkezileşme olgusu dinin mahiyetine göre değişir. Her din kendi kutsalları ile var olur ve yaşar.
İslam dini, tek tanrılı, peygamberli, vahye dayalı, kitaplı, evrensel ve hak din olarak kendini tanımlar. Bu tanıma göre İslam dininin merkezî kutsalı (De ki: O, Allah’tır; tektir. Her şeyden müstağni, her şey O’na muhtaçtır. Doğmamış, doğurmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir. İhlas, 112/4.) mutlak kutsal olan Allah’tır. Ancak insan olarak Müslüman’ın da kutsalları vardır. Kültürü de (İslam Kültürü) bu kutsallarla ilişkisinden doğar. Müslümanın kutsalla ilişkisinin temel şartı, kutsalı fetiş hâline dönüştürmemektir.
Din-kutsal ilişkisi
Kutsala inanç diğer inançlar gibi belli bir yaşta başlar ve insan benliğine zaman içerisinde yerleşir. Düşünme çocukta somuttan soyuta doğrudur. Çocuk kutsalı hep somut olarak algılar. Buna karşılık çocuğun en büyük sermayesi doğuştan getirdiği duygu ve heyecanları ve de merakıdır. Çocuğun kutsal zaman, mekân, olay ve olgularla buluşması duygu ve heyecanlarını harekete geçirir ve ona kutsalla ilgili soru sorma fırsatı sağlar.
Aydınlanma çağı ile başlayan sekülerleşme (dünyevileşme) sürecinde ilk vurgunu yiyen kesimlerden birisi de gençler olmuştur. Modernizmin göstergeleri dinî odak noktası olmaktan çıkar; inançlar ve davranışları dünyevileştirir; madde merkezli bir hayat süreci içinde insanlığı etkisi altına alır. Bu süreç modernleşme arzusu içerisindeki toplumları da modernleştikleri kadarıyla tabii olarak etkiler.
Gelinen süreçte modernizmin sekülerleşme ile birlikte madde merkezli dayatmaları ile ilgili; din ve dünyevileşme ilişkileri hakkında sosyologlar arasında üç teori teşekkül etmiş bulunuyor: Birincisi, klasik pozitivist ve evrimci paradigma olup dünyanın giderek sekülerleşeceğini ve dinin etkisinin ortadan kalkacağını öngörmektedir. İkincisi –yeni paradigma olarak da bilinir-, bunun tam tersine dünyamızın giderek dindarlaştığı ve sekülerizmin marjinalleştiği görüşü, üçüncüsü de –eklektik, diyalektik ve eşzamanlı var oluş ya da mücadele paradigması olarak bilinir-, din ve sekülerleşmenin birlikte var olacağı ve birbirini etkileyeceği ve dönüştüreceği görüşüdür. (Bkz. Ali Köse, “Laik Ama Kutsal”, İstanbul: Etkileşim Yay., 2006, s. 11-18. Ayrıca bkz. Ali Coşkun, “Dinin Sosyal Gerçekliği, Dünyevileşme, İslam ve Türkiye”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Sayı-19, s. 19-23.)
Çağdaş din sosyologları arasında her üç görüşün de temsilcilerinin bulunmasına rağmen din trendinin yeniden yükselmeye başladığını ileri süren görüşler daha fazladır. Nitekim Peter L. Berger, başlangıçta dinin giderek zayıfladığı ve toplumdan çekildiği görüşünü benimserken geldiği noktada bu görüşünden vazgeçtiğini ifade etmektedir. (bkz. Peter L. Berger, Dinin Sosyal Gerçekliği, çev. Ali Coşkun, İnsan Yayınları, İstanbul 1993.) John Naisbitt ve Patricia Aburdane’nin Megatrends 2000 adlı çalışmalarında trendi yükselen 10 olgu arasında din de yer almaktadır. (Bkz. John Naisbitt ve Patricia Aburdane, Megatrends 2000, Çev. Erdal Güven, Form Yayınları, 1990.) Bilim, felsefe ve din ilişkisi üzerinde çalışan Oxford Üniversitesi profesörlerinden John C. Lennox (God’s Undertaker: Has Science Buried God?) “Aramızda Kalsın Tanrı Var’’ adlı eserinde “Bilim Tanrı’yı gösteriyor, ama bazı bilim adamları bunu itirafa hazır değil.’’ (bkz. John C. Lennox, Aramızda Kalsın Tanrı Var, Çevirmenler Reşit Şahin-Sare Levin Atalay, İstanbul 2012.) değerlendirmesi yapıyor. Lee Strobel ise kitabına The Case for a Creator, Hani Tanrı Ölmüştü? adını koymaktadır. Son zamanlarda Batı’da bu tür araştırma ve yayınların artması Darwin Teorisi’nin çökmesi ile ilişkilidir. (bkz. Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü?, Çevirmenler: Sare Levin Atalay-Reşit Şahin, İstanbul 2011.)
Nitekim bizim literatürümüzde de gençlerin (özellikle üniversite gençliğinin) dine karşı tutumları ile ilgili akademik seviyede ciddi araştırmalar mevcuttur. (Bkz. Orhan Türkdoğan, Kapitalistleşme Sürecinde Öğrenci Beklentileri, Türk Dünyası Tarih Dergisi, s. 114, Haziran 1996; Münir Koştaş, Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995.) Bu bağlamda 1998 yılında ‘’Kutsalın Dönüşü ve Yeni Toplum Arayışları’’ (Zeki Arslantürk, Kutsalın Dönüşü ve Yeni Toplum Arayışları, Ayışığı Yayınları, İstanbul 1998.) adıyla yayınladığımız araştırmanın sonuç kısmını şu şekilde özetleyebiliriz:
‘‘Ölüm karşısında öldürme gücüne sahip varlığı bilme ve ona ram olma olgusu, belli inanç sistemlerinin oluşmasına sebep olur. Üst yapıda oluşan bu inanç sistemleri, ‘’din’’ adı ile yapısallaşarak kişileri ve toplumu etkisi altına alır ve tarihî varlık alanını belirleyen faktörlerden biri olur.
Tarihin her döneminde insanlar aşkın varlıkla (kutsalla) ilgili hak veya batıl, doğru veya yanlış bir inanca ve bu inancın tezahürleri olan bir dine veya din anlayışına sahip olmuşlardır.
İnsanın kutsalla (tanrıyla) ilgili inancı (inanma veya inanmama) ve bu inancı hayat tecrübesi yapma durumu ve derecesi tarihî varlık alanı içerisinde farklılıklar arz etse de bütün üyelerinin toptan dinsiz olduğu toplum olmamıştır. Yapılan araştırmalar dinin geniş kitleler tarafından hâlâ kabul gören bir olgu olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle modernizm sonrası oluşmakta olan yeni toplumsal yapılarda (postmodern) dine, özellikle mistisizme karşı olumlu yönde bir eğilimin olduğu gözlenmektedir. Araştırmalar (bizim araştırmamız da dâhil) Türkiye’de de benzer yönde bir gelişim olduğunu göstermektedir.
Gençlerin dine yönelmesinin iki ana göstergesi önemlidir. Bunlardan birisi Tanrı (Kur’ani kavramı ile ALLAH) inancı, diğeri de kutsal mekânlardaki oranıdır. Bizim yaptığımız tespitlere göre (ki diğer araştırma bulguları ile örtüşmektedir) Türkiye’de üniversite gençliğinin % 81’i Tanrı’nın varlığına inanmaktadır. Herhangi bir yaratıcıya inanmayanların oranı ise % 5’tir. Problemli inançlıların oranı ise % 15 olarak bulunmuştur. İkinci göstergeyi yaşlı kesim daha iyi gözlemlemektedir. Yaşlı insanlarla yaptığımız mülakatlarda camiye gelen gençlerin arttığını ifade ediyorlar. Bizim de gözlemlerimiz bu şekilde olmuştur.