Makale

Kâtip Çelebi (1609-1657)

Kâtip Çelebi (1609-1657)

Kâtip Çelebi’nin, zamanının ilim adamlarından ayrıldığı en esaslı nokta; onun taassuptan uzak durması, ilmî konularda araştırmanın önemine ve aklın rehberliğine inanmasıdır.

Sıddık Yıldız


Tanındığı ismi ile “Kâtip Çelebi” hakkında kısa bir iki kelam yazmak bir hayli zor olsa gerek. Zira, koca bir âlemi küçük bir su damlasına sığdırmak ne kadar zor ise, Kâtip Çelebi gibi bir “âlimi” de kısa bir sayfaya sığdırmak o kadar zordur.
Çelebi’nin manası, kibar, efendi, beyefendi ve zarif demektir. Çağdaşlarının söylediğine göre Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu ve az konuşur bir kişi idi. Türkiye’de ve Batı’da takdir edildiği gerek şahsiyeti gerekse eserleri hakkında bir hayli kitaplar yazılmış ve bugün de kendisi hakkında anma törenleri yapılmaktadır.
17. yy’da Batı dünyası düşünsel dönüşümü Descartes ile yaşamışken, İslam dünyasında bu dönüşümü Kâtip Çelebi temsil etmiştir. Descartes’in Kâtip Çelebi’yi tanıdığını ve onun hakkında güzel düşüncelere sahip olduğunu da bilmekteyiz. Kâtip Çelebi hakkında günümüzde yazılmış birçok eser vardır. Ancak onun hakkındaki en teferruatlı bilgiyi Orhan Şaik Gökyay’ın “Kâtip Çelebi” isimli eserinden almaktayız. Gökyay’ın yanında Muallim Cevdet ve Bursalı Mehmet Tahir Efendi’nin de Kâtip Çelebi hakkında yazılar yazdığını bilmekteyiz. Ancak Mükrimin Halil Yinanç Hoca, Kâtip Çelebi’yi âlim kabul etmemekle birlikte, “Descartes’in yanında Kâtip Çelebi’nin bir ilkokul talebesi” olduğunu söyleyecek kadar ifrata gitmiştir. Adnan Adıvar ise Avrupa bilimi ile Doğu ilimi arasındaki duvarı yıkmaya teşebbüs eden kişi olması nedeniyle, Kâtip Çelebi’yi Türkiye’deki ilim rönesansının müjdecisi olarak görmektedir.
Kâtip Çelebi’nin, zamanının ilim adamlarından ayrıldığı en esaslı nokta; onun taassuptan uzak durması, ilmî konularda araştırmanın önemine ve aklın rehberliğine inanmasıdır. Devrin uleması onu “ketebe”den diye adlandırmıştır. Taassubun her türü ile mücadele etmiş ve ilim adamlarını tenkitten geri kalmamıştır. Olayların açıklanmasında ilimden hiçbir zaman ayrılmamıştır. Bu bakımdan zamanında modern ilime ön ayak olan bir kişi olarak görülmüştür.
Avrupalılar tarafından “Hacı Kalfa” olarak tanınan Kâtip Çelebi, divan yazarları ve Doğu dünyasında ise “Hacı Halife” olarak tanınmıştır. Asıl adı Mustafa olan Kâtip Çelebi, Şubat 1609’da İstanbul’da doğmuştur. Çocukluğunda devrin ünlü âlimlerinden din, Kur’an-ı Kerim, Arapça ve hat dersleri almıştır. 1622-1623 yıllarında babasının yanında “Muhasebe-i Anadolu/Anadolu Muhasebesi Kalemi” adı verilen memuriyete geçmiştir. Doğu’da “Hacı Halife” olarak tanınması görevdeki memurlara “halife” unvanının verilmesi sebebiyle olmuştur.
Kâtip Çelebi, 1624-1628 yılları arasında, ordu ile birlikte çıktığı seferler nedeniyle İstanbul’dan ayrılmıştır. Abhaza Paşa isyanının bastırılması ve Bağdat seferinde bulunmuş, bu iki önemli olayı da yüksek bir yerden seyretme ve tarihe şahitlik etme imkânı bulmuştur. Sefer dönüşünde Musul yakınlarında babasını kaybeden Kâtip Çelebi, onu Musul’a defnetmiş ve 1628 yılında Erzurum Muhasarasına katıldıktan sonra 1629 yılında İstanbul’a dönebilmiştir.
Kâtip Çelebi, Hüsrev Paşa ile 1630 Bağdat ve Kemedan Seferi’ne çıkıncaya kadar, ilmi üzerinde büyük tesirleri olan Kadızade’nin derslerine devam etmiş, 1634 seferi sırasında ordu Halep’te kışı geçirirken, Hicaz’a gidip hac farizasını yerine getirmiştir. Halep’te iken bütün sahafları gezen ve kitaplar toplayan Kâtip Çelebi, yazacağı kitaplar hakkında not almaya Halep’te başlamıştır. Katıldığı son sefer IV. Murat dönemindeki Revan Seferi’dir. Bu seferden sonra bir daha seferlere katılmamış ve İstanbul’a dönmüştür.
Kâtip Çelebi, zengin bir akrabasının vefatı üzerine kendisine kalan yüklü miktarda mirasın büyük bir kısmını kitaplara vermiştir. 1638’de Fatih ve Sultan Selim camileri arasında bulunan evine yerleşmiş ve evlenmiştir. Divan kalemindeki vazifesinden 20 senedir çalıştığı hâlde halifeliğe terfi ettirilmediği için 1645-1646 Girit Seferi’nin haritaları çizilirken istifa etmiştir. Kâtip Çelebi, memuriyet hayatından uzak yaşadığı üç yılı ders vererek ve hastalıkla geçirmiştir.
Kâtip Çelebi, hastalığına tıp, havas, esma ve dua kitapları okuyarak maddi manevi çareler aramış, bu arada hesap, hendese, astronomiden kitaplar okumuş ve okutmuştur. 1648 yılı sonlarında yakın dostu olan Şeyhülislam Abdurrahim Efendi’nin delaletiyle Veziriazam Koca Mehmet Paşa’nın ikinci halifeliğine tayin edilmiştir. Son yıllarını birçok eser telif ederek ve Şeyh Mehmet Ihlasi’nin yardımıyla Latinceden tercümeler yaparak geçirmiştir.
Kâtip Çelebi’nin kitap başında uyuklayacak kadar kitap meraklısı olduğu rivayet edilmektedir. Çelebi, tarih kitapları ve biyografi eserlerini okumaktan zevk almıştır. Elinden bin yüz kadar tarih kitabının geçtiği söylenmektedir. Kâtip Çelebi’nin gerek tarih bilgisi ve gerekse sahip olduğu tarih kitapları bakımından, kendisinden önce ve sonra gelen tarihçileri her yönden geçtiğini söyleyen Şehrizade, sözlerine inanılır kimselerden rivayet edildiğini kaydetmek suretiyle, şu hikâyeyi naklediyor: Şeyhülislam Yahya Efendi, bir gün sohbet sırasında, Kâtip Çelebi’ye, bin ciltten fazla tarih kitabının olduğunu abartılı bulduğunu, bunun doğru olup olmadığını sorar. O da, “olmak gerektir” diye cevap verir. Fakat Şeyhülislamın inanmadığını sezen Çelebi, ertesi gün, on katıra birbirinden farklı üç yüz cilt tarih kitabı yükleyerek getirir ve “evde, ciltsiz bundan da çok vardır” der. Böylece kendisinde bulunan kitapların çokluğunu Yahya Efendi’ye kabul ettirmiş olur.
Hayatını öğrenip-öğretmekle, okuyup-okutmakla geçiren ve 20’ye yakın eser yazmış olan Kâtip Çelebi’nin bu yoğun geçen hayat mesaisi, 6 Ekim 1657 tarihinde sabah kahvesini içerken sona ermiştir.
Kâtip Çelebi, Türk tarihinin ve döneminin ünlü şahsiyetlerinden birisidir. Hayatını tarih ve diğer ilimlere adamış bu güzide şahsiyet, Türk-İslam tarihindeki nadide yerini dünya durdukça korumaya devam edecektir.