Makale

EDİTÖRDEN

EDİTÖRDEN

Müslümanlık, kelime-i tevhide yürekten inanmak ve ona yüklenen anlama bağlı kalmaya söz vermekle başlar. İmanın anlam haritasında “ahid” ve “ahde vefa” vardır. Bu yüzden hem Rabbimizle hem de insanlarla ilişkilerimizde söze sadık kalmaya yüklenen anlam büyüktür. Söze sadakat her şeyden önce güvendir. Güven olmadan bireysel huzur ve toplumsal barış olmaz. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de ahde vefayı, insanların birbirleriyle yaptıkları sözleşmelere uygun hareket etmelerini, verdikleri sözleri yerine getirmelerini ısrarla vurgular. Buna karşın ahdi bozmayı ve veölaşmalara riayeti imanın bir gereği olarak niteler ve “Emanete riayeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur.” buyurur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135.)
Öncelikle bizleri yaratan ve sonsuz nimetler bahşeden Rabbimize vefa borcumuz vardır. Bu vefa, bir anlamda verdiği nimetlerden dolayı Yüce Yaratıcıya teşekkür etmeyi ifade eder. Allah’a vefa, vefanın zirvesidir. Zira bizleri dünyaya getiren, her an engin rahmetiyle lütufta bulunan O’dur. Hayatımız da ölümümüz de O’nun elindedir. Bu yüzden O’nun uluhiyyetini kabullenmek, emirlerine boyun eğerek ve yasaklarından kaçınarak hayatımızı devam ettirmek Rabbimize karşı vefa borcumuzun bir gereğidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın ahdini yerine getiriniz” (En’am, 52.) buyrulmaktadır. Allah’ı ve verdiği nimetleri unutmak, emirlerine riayet etmemek, yasaklarını çiğnemek ise vefasızlıktır. Öte yandan verilen sözü yerine getirme, ebedî kurtuluşa erme ve cennete girme vesilesidir. Kur’an-ı Kerim, kurtuluşa eren müminlerin özelliklerini ifade ederken: “Onlar emanetlerini ve ahitlerini yerine getirirler.” (Mü’minûn, 8.) buyurmaktadır.
Yüce Allah’a karşı vefadan sonra Âlemlerin Efendisi Hazret-i Peygamber (s.a.s.)’e vefa gerekir. Çünkü o, (s.a.s.) bizi aydınlatarak ebedî saadet yolunu gösterdi, yegâne rehberimiz oldu. Bu yolda her türlü eziyete katlanarak azimle mücadele etti ve hayatını insanlığın hidayete ermesine adadı. Ona vefamız; muhabbetle bağlanmak, yaşantısını hayatımıza yansıtmak, adı anıldığında hayır ve salavat ile anmakla olmalıdır. Yine İslam’ın üstün ahlak ilkelerini ve insani erdemlerini yaşantılarıyla bizlere gösteren ve örnek olan âlimlerimize, dünyaya gelmemize vesile olan ebeveynimize, ailemize ve yakınlarımıza vefa borcumuz vardır. Onlara hizmet, güzel söz ve davranışta bulunma, vefanın gereğidir. Ebedî hayata göçenlerin mümkün ise kabirlerini ziyaret etmek, bıraktıkları eserlere ve emanetlerine sahip çıkmak da yine vefakâr gönüllerin işidir. Vefasızlık gönüle yük, yüreklere acıdır.
Elbette, vefa gösterilmesi gerekenler sadece bu saydıklarımızla sınırlı değildir. Bilhassa toplumumuzda bizlerden uzanacak bir şefkat eli, sevgi yüklü bir bakış, sıcak bir söz bekleyen, yalnızlığa terk edilmiş ve ıstıraplarıyla baş başa bırakılmış nice garip, özürlü, kimsesiz, yaşlı ve kendi haline terk edilmiş toplum yetimlerine, bu toplumun bir ferdi olarak vefa borcumuz ve sorumluluğumuz bulunmaktadır. Yine en yakınımızdaki eşimize, ailemize, arkadaş ve dostlarımıza, din kardeşlerimize, ecdadımıza, vatanımıza ve nesillerimizden tevarüs ettiğimiz bütün dinî, tarihî ve kültürel değerlere sahip çıkmak gibi bir sorumluluk ve vefâ borcumuzdur.
Temel insani değerlerimizden biri olan “vefa” ile hayat daha güzel. Çünkü vefa ile cüzler küll olur. Güven ve huzur, aydınlık yarınları kuşatır. Bu düşüncelerden yola çıkarak hazırladığımız “Vefa” gündemli sayımızı ilginize sunarken, dergimizde yer alan birbirinden değerli yazıların, vefanın yaşanmasına ve yaşatılmasına katkı sağlamasını diliyorum.

Dr. Yüksel Salman