Makale

Din öğretiminde öğrenci merkezlilik

Din öğretiminde öğrenci merkezlilik


Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın

Geçenlerde bir Kur’an Kursu Öğreticisi meslektaşım, öğrenci merkezli eğitim anlayışını olumlu bulmayan ve bu anlayışla yürütülen eğitimin Amerika’da zararlı olduğunu, bu anlayışın ABD eğitiminin iflasına neden olduğunu iddia eden bir yazı okuduğunu; dolayısıyla Kur’an kurslarımızda yürürlüğe koyduğumuz yeni din eğitiminin de “öğrenci merkezli” olması hasebiyle kaygılandığını bana yazmıştı. Söz konusu yazıyı okumadım. Meslektaşıma cevabımda da belirttiğim gibi, “hangi öğrenci merkezli eğitim”den söz edildiğini, ABD eğitiminin iflasıyla ne kastedildiğini, eğer bir iflas varsa bunun böyle tek bir sebeple nasıl izah edileceğini vb. sorgulamak gerekmektedir.
Öğrenen merkezli eğitim anlayışı, eğitim/öğretim sürecinin merkezine öğrencinin/öğrenenin yerleştirilmesini ve bu sürece ilişkin iş ve işlemlerin ona göre düzenlenmesini öngörür. Pragmatizm, davranışçılık, yapılandırmacılık gibi farklı felsefi akımların etkisiyle bu anlayış zaman içinde çok farklı muhtevalara kavuşturulmuştur. Onun için “öğrenciyi merkeze alma” anlayışı, tek düze/tek tip/yeknesak bir yaklaşımı ifade etmemektedir. Bu anlayış, çok çeşitli yaklaşımları kendi içinde barındırmaktadır. Elbette bütün çeşitliliğe rağmen bunların aynı adı almalarını sağlayan ortak paydaları bulunmaktadır. Ancak, söz konusu anlayışın ana çizgilerini oluşturan bu ortak paydalara eklemlenen özellikler, çok ciddi boyutlarda farklılaşabilmektedir. Bu nedenle, bir eğitim sisteminin “öğrenci merkezli” olduğu iddia edildiğinde, “Hangi öğrenci merkezlilik?” diye sormak, onun ne tür ve/veya ne ölçüde bu anlayışa sahip olduğunu özellikle araştırmak gerekmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı olarak 2005 yılında uygulamaya koyduğumuz yeni din eğitimi anlayışı da, “öğrenciyi merkeze alma”yı ön görmektedir. Ancak, bizim eğitim anlayışımız içinde “öğrenciyi merkeze alma” işi, tamamen insan gerçeğinin ve bilimsel gerçeklerin gerekleri çerçevesinde ve kendi temel İslami değerlerimizle uyum içinde olacak biçimde ele alınmaktadır. Yani bu iki gerçeklik alanımızın gerektirdiği ve müsaade ettiği oranda öğrenci merkeze konulmaktadır. Birilerinin “öğrenci merkezli eğitim” anlayışını aynen kopyalamak/taklit etme yerine, bu konuda çağdaş bilimsel birikimden yararlanarak kendi değerlerimize uygun olanı oluşturma yolu tercih edilmiştir. Üstelik bizim din eğitimi anlayışımız, sadece “öğrenciyi merkeze alma” özelliğine sahip değildir. Bu tutumumuz, din eğitimimizin öğrenci merkezliliğini özgün kılmaktadır.
İlke olarak eğitim öğretim sürecinde öğrenciyi merkeze almak, her şeyden önce bu sürecin tabiatının gereğidir. Her eğitim kurumunun varlık nedeni nedir? Fiziki imkânlardan öğretim elemanlarına kadar her şeyiyle bir eğitim kurumu, niçin oluşturulmuştur? Hiç kuşkusuz bu tür soruların cevabı gayet açıktır: Her eğitim kurumu her şeyiyle, öğrenci için oluşturulmuştur; onun varlık nedeni öğrencidir. Mademki, eğitim kurumu ve onun içindeki her şey ve herkes, öğrenci için vardır, öyleyse orada yapılan her şey ve herkes de aslında öğrenci içindir, onun istifade etmesi için vardır. Bir eğitim kurumunun herhangi bir unsuru veya bir iş(lem)i, öğrencinin dünyasına bir katkı sağlamıyorsa, onun öğrenci için olduğundan söz edilemez. Bir eğitim kurumundaki bir şeyin veya bir iş(lem)in, öğrenciye fayda/katkı sağlaması ise, ancak onun öğrenciye göre düzenlenmiş olmasına bağlıdır. Onun için, her eğitim kurumu, hem herşeyi hem tüm eğitsel faaliyetlerini ilke olarak öğrenciye göre düzenlemek zorundadır. Bu yapılmadan öğrencinin merkeze alındığından söz edilemez. Eğitimin tabiatından kaynaklanan bu eğitsel zorunluluk, din eğitiminde “ne öğrenmeli” sorusunu, kim, niçin, nerede, nasıl öğrenmeli sorularıyla birlikte ele almaya bizi mecbur etmektedir.
Öğrenme eyleminin öznesi öğrencidir. Başkası onun adına öğrenme eylemini gerçekleştirmeye muktedir değildir. Öğretmenin yapacağı iş, öğrencinin öğrenmesini kılavuzlamaktır; onun yerine öğrenme işini yapmak değil. Bu eğitsel gerçeklik, ister istemez öğrenme-öğretme sürecinde öğrencinin aktif olmasını kaçınılmaz bir şart kılmaktadır. Bir başka ifadeyle, öğrenci aktifliğini merkeze almak gerekmektedir. Öğrenci öğrenme sürecine aktif katıldığı nispette öğrenme işinde başarılı olacaktır. Pasif kaldığı müddetçe, bir şey öğrenemeyecek; dolayısıyla o eğitim faaliyeti öğrenci için ve öğrenciye göre düzenlenmemiş olacaktır. Kaldı ki, öğrencinin aktif olması, öğretim işini yapmakla yükümlü olan öğretmenin aktif olmasına engel değildir. Öğrenci öğrenme işinin öznesi iken, öğretmen öğrenmeyi kılavuzlama (öğretim) işinin öznesidir. Öğrenci merkezli eğitim anlayışımız, ister istemez, öğretme-öğrenme sürecinde öğrencinin aktif olmasını (sağlamayı) zorunlu görmektedir.
Gerçek bilgi, ezberlenen bilgi değil, anlamlandırılmış, özümsenmiş bilgidir. (Bk. Aydın, Ekim, 2007.) Bu bilgi ise, bizzat öğreneninin keşfettiği, ürettiği/yapılandırdığı bilgidir. Bu bilgi, öğrenen bireyin bir sürü zihinsel işlemlerden geçirerek oluşturduğu/yapılandırdığı kendine özgü bilgidir. Bu bilgi, birilerinin aktardığı ve öğrenenin de pasif bir tutumla kabullendiği ezber bilgiden tamamen farklıdır. Birincisi, bireyin kendi öz malıdır; diğeri hamallığını yaptığı emanet yüktür. Birincisi bireyin işine yarayan, tutum ve davranışlarını belirleyici role sahip, kullanılabilir, uygulanabilir bilgi iken; ikincisi sadece yüktür. İşte bu birinci tür anlamlandırılmış gerçek bilgiyi elde etmesi için öğrencinin öğrenme sürecinde aktifliğiyle merkezde olması şarttır.
Din eğitimi teorimize göre, öğrencinin vahyi anlam(landırm)ası, kavraması, onunla buluşması ve ondan yararlanarak dinî bilgiyi kendisinin keşfetmesi, üretmesi/yapılandırması gerekir. Yoksa gerçek dinî bilgiyi elde edemez, ezber bilgi kalıplarının hamalı olur. Bu takdirde birey, dinî değerlerin lafını eden; ama onlardan yararlan(a)mayan, onlara göre tutum ve davranışlarını oluştur(a)mayan zavallıya dönüşür. Bu yüzdendir ki, öğrenci vahiyden yararlanarak dinî bilgiyi keşfetme/üretme işinin aktif öznesi olmak durumundadır. Bu konumda öğrenci, dinî bilgiyi sadece kendi imkânlarını kullanarak üretip yapılandıracak değil; bilakis vahiyden hareketle dinî bilgiyi keşfedip yapılandıracaktır. Yapılandırmacı kimi yaklaşımlarda olduğu gibi öğrenci, bilginin mutlak yapılandırıcısı değildir; aksine, dinî bilgiyi yapılandırmada vahiy de merkezî öneme sahiptir. Bütün bunları yapabilmesi için de, din eğitim-öğretim sürecinin öğrenciye göre düzenlenmesi zorunludur. Vahyin hangi konularının, ne kadarıyla, ne zaman, nerede, nasıl, öğretime konu edileceğini bilimsel gerçeklerden hareketle belirlemek ve bu belirleme işlemlerini de tamamen öğrencinin gelişim özelliklerine, hazırbulunuşluk düzeyine, ihtiyaçlarına göre gerçekleştirmek gerekmektedir. Bütün bunları yapmak, öğrenciyi merkeze almak demektir.
Öğrencinin vahiyden yararlanarak elde edeceği dinî bilgileri kullanıp kendi tutum ve davranışlarını belirleyebilmesi bağlamında, bu bilgilerin kullanılabilir, uygulanabilir nitelikte olması gerekmektedir. Bu niteliklere sahip dinî bilgi, bizzat öğrencinin hayatıyla, sorunlarıyla, kendisini kuşatan şartlarla irtibatlandırılarak onlarla bütünleştirilmiş bilgidir. Böylesine uygulanabilir dinî bilginin üretilmesi için, öğrencinin hayatı, sorunları, içinde bulunduğu ortamı merkeze alarak vahiy öğretime konu edilmelidir. Hatta bunlar tahlil edilip anlamlandırılırken dinin öğretisiyle öğrencinin buluşması; dolayısıyla onlar üzerinden dinî bilgileri keşfetmesi sağlanabilir. Haliyle, “öğrenciyi merkeze almak”, onun hayatını, sorunlarını, içinde bulunduğu şartları merkeze almayı kapsamaktadır.
Her öğrenci, önceki öğrenmelerini kullanarak yeni bir şeyi öğrenebilir. Öğrenci, ön öğrenmeleriyle hazır olmadığı şeyleri asla öğrenemez. Mesela, toplamayı, çıkarmayı ve çarpmayı bilmeyen biri, bölmeyi öğrenemez. Arapçada muzari fiili tanımayan biri, emr-i hazırın yapılışını öğrenemez. Bu, tamamen tabii bir zorunluluktur. Onun için, öğretmek istediğimiz her yeni bilgiyi/beceriyi, yeni öğrenmeleri, tamamen öğrencinin ön öğrenmelerine göre ayarlamak mecburiyetindeyiz. Bu durum, öğrenme-öğretme sürecinde öğrencinin ön öğrenmelerini merkeze almayı, onları kullanarak yenilerini öğretmeyi gerektirmektedir.
Mevcut bilgileri kullanarak yenilerini öğrenme gerçeği yanında, anlamlı öğrenmeleri gerçekleştirme olgusu da, yeni öğrenmelerin mutlaka bireyin sahip olduğu diğer bilgilerle ilişkilendirilmesini gerektirmektedir. Ezberci eğitimin aksine anlamlı öğrenmeleri gerçekleştirmeyi amaçlayan bir öğretim, bireyin bilgileri arasında bağ kurarak onları tam bir mantıksal tutarlılık içinde örgütleyip bütünleştirmesine kılavuzluk eder. Anlamlı öğrenme, bireyin zihin dünyasında çelişkilere, bölük pörçüklüğe izin vermez. Bilgilerin tutarlı bir bütün oluşturmasını sağlar. Bu yaklaşım, ister istemez öğrencinin diğer kaynaklardan edindiği farklı bilgilerin de hesaba katılmasını, öğrenme-öğretme sürecinin onlara göre düzenlenmesini, bunlardan yararlanarak yeni bilgilerin üretilmesini zorunlu görmektedir. Öğrenciyi merkeze alma, bunları da kapsamaktadır.
Öğrencinin istenen nitelikte aktif olarak öğrenme-öğretme sürecine katılması, bizzat kendisinin istemesiyle mümkündür. (Aydın, Ocak, 2010.) Öğrenme isteği onda oluşmadan, böyle bir aktif katılımı gerçekleştirilemez. Dıştan ödüllendirmelerin uyandıracağı istek, çok güçlü ve kalıcı olmadığı gibi, ölçü kaçırıldığında, ahlak gelişimini önler. Asıl önemli olan öğrencinin içten güdülenmesidir; iç dünyasından kaynaklı istek sahibi olmasıdır. Başarıyı tatması, öğreneceği hususların kendisi için yararlı olduğuna inanarak onlara gerçekten ihtiyaç duyup bizzat ilgilenmek istemesi, öğrencide çok güçlü ve kalıcı etki yapar. Bu bağlamda her öğrenmenin, öğrencinin varlığıyla ve hayatıyla irtibatlı olması ve onlar açısından gerekli görülmesi son derece önem arz etmektedir. Yani yine hayatıyla, sorunlarıyla, çevresiyle, bilgi dağarcığıyla öğrencinin merkeze alınması söz konusudur.
Görüldüğü gibi, bizim yeni din eğitimi anlayışımız, insan ve eğitim olgusuna ilişkin bilimsel gerçekler ve İslam’ın öğretisi çerçevesinde öğrenciyi merkeze almayı öngören bir yaklaşıma sahiptir. Din eğitiminin, öğrencinin gelişim özelliklerini, ön öğrenmelerini, sahip olduğu bilgi ve tecrübe birikimini, sorunlarını, hayatını merkeze alarak onlara göre, hatta onlar üzerinden gerçekleştirmeyi olmazsa olmaz bir gerçeklik olarak görmektedir. Eğitimde öğrenciyi merkeze almanın mahiyeti hakkında dile getirilen bu hususlara karşı çıkmak, aslında insan gerçeğine, öğrenme-öğretme gerçekliğine, bilimsel gerçeklere karşı çıkma anlamına gelmektedir. Bu tutum, nasıl olumlu karşılanabilir?
Kaynaklar
Aydın, M. Şevki, “Kur’an Kursu ve Anlamlı Öğrenme”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 2007.
Aydın, M. Şevki, “Ezberci Din Eğitimi”, Diyanet Aylık Dergi, Kasım, 2009.
Aydın, M. Şevki, “Öğrencinin Din Eğitimine Gönüllü Katılımı”, Diyanet Aylık Dergi, Ocak, 2010.