Makale

Sosyal Çevrede Barış İçinde Yaşama Kültürü

Dr. İsa Kayaalp

Sosyal Çevrede
Barış İçinde Yaşama Kültürü

Sorumluluk birtakım yükümlülükleri üstlenmektir. Bu özellik yalnızca insanda vardır. Hatta insanın sorumlulukları hem dünyayı hem de âhireti kapsar.
Ödüller insanın daha da güzelleşmesi için teşvik anlamını taşırken, cezalar "insan olma" durumunun dışına çıkanları tekrar aynı çizgiye çekme gayretinden başka bir şey değildir. Bu durum, "Her kim zerre kadar hayır veya şer işlerse, onun karşılığını görür" (Zilzâl, 8) ilkesinin bir sonucudur. Hz. Peygamber, "insan öldüğü zaman üç şey dışında ameli kesilir" buyurur. Bu üç şeyden biri sadaka, ikincisi kendisinden yararlanılan ilim, diğeri de hayırlı bir evlâttır. Her üç özellik de insanın "insan olma" sı ve sorumluluğu ile doğrudan ilgilidir.
İnsanın bireysel sorumluluklarından birisi de, Allah’ın ona verdiği bir nimeti diğer insanlardan esirgememesidir. "Allah insana bir nimet verdiği zaman, o kimse üzerinde verilen nimetin eserini görmek ister." buyuran Hz. Peygamber’in yolundan giden Hz. Ali de, değerli şeyler giymekten vazgeçip kendi varlığı ile örtüşmeyen elbiseler giymeye başlayan Âsim b. Ziyâd’a, "Allah sana dünya nimetlerini helâl kıldığı halde, onlardan faydalanmana rıza göstermeyeceğini mi sanıyorsun? Allah’ın verdiği nimetleri sayıp dökmektense, onlardan faydalanmaya bak!" demiştir.
Özgür olmayan insan eylem ve işlemlerinden sorumlu değildir. Bu bağlamda ahlâkî ve dinî sorumluluk bireyseldir. Hiçbir makam ve rütbe sorumluluk dışında kalamaz. İnsanî sorumluluk iradeli ve hür olarak, vicdanın emriyle ve bilerek yapılan bir hareket sonunda meydana gelir. Birey hem Allah’a hem de nefsine karşı sorumludur.
Sorumluluğun şahsîliği, herkesin üzerine düşen görevi öncelikle yapması anlamına gelir. Başkalarını yardım ve iyilik etmek maksadıyla düzeltmeye kalkışmak birtakım İnsanî, ahlâkî ve dinî incelikler ister. "İyiliğin yapılmasını isteme ve kötülüklerden sakındırma" ilkesinin işletilmesi, hassasiyet isteyen bir iştir. Bunun da en güzel yöntemi kişinin kendini kontrol etmesi, yani başkasına söz söylemenin en etkin ve kestirme yolu öncelikle, kişinin bu sözü kendi nefsine söylemesidir.
Yaşamak başlı başına bir sanattır. Her sanatın belli kurallara bağlı bir üslûbu vardır. Kullanılan malzemeden takınılan tavra varıncaya kadar her şey bir üslûp ister. Romanı şiir gibi, şiiri de roman gibi okuyup yazamayız. Yazı malzemesi olarak kullanılan şeyler bellidir. Söz gelimi su üstüne yazı yazılmaz.
Yaşamak bir üslûp işidir. Umurunda "yaşamak" olan insan, yaşamayı sanatsallaştırır. Yaşamayı önemseyenler, hiçbir eylemi ve tavrı göz ardı etmez. Kendisinin bağımsız bir birey olduğunun bilincinde olan kişi, toplumsallığı da rahatça içine sindirir. Birlikte yaşama bilinci hayatı anlamlı hâle getirdiği gibi, aynı zamanda kolaylaştırır da. İnsan başkalarını rahatsız etmemeye özen gösterir. "Birlikte yaşama"nın kurallarına uyar. Bu kurallar bazı insanlara önemsiz gibi görünse de çok önemlidir. Çünkü bunlar, insanın "uygar olma"sıyla özdeştir. Edepli yaşamak zorunlu olduğu gibi, seviyeli yaşamayı da gözden uzak tutmamak gerekir.
Görgü kuralları
Görgü kuralları, "birlikte yaşama"nın kuralları olup; bireyin söz, davranış, tavır gibi hâllerini ifade eder, insanı medenîleştiren ve güzelleştiren eylemlerin hepsinin ortak adıdır. Bir atasözünde, "Her şey incelikten, insan kabalıktan kırılır" denir. Görgüyü, diğer insanlarla birlikte yaşadığımız "medenî" hayatta, insanlar arası ilişkilere egemen olması gereken kurallar şeklinde tanımlamak da mümkündür.
Görgü kuralları hayatımızda ne kadar yer almaktadır? Bir hata anında özür dilemek, bir iyilik ya da güzellik karşısında teşekkür etmek; yolculuk esnasında, iş yerinde herhangi bir insana tebessüm etmek, "lütfen" demek gibi görgü ifadeleri, insanın dilsel ve bedensel davranışları arasında yer alması gerekmektedir.
İnsanların birbirlerine selâm vermesi, hâl hatır sorması, özellikle çocuklara şefkatle, merhametle davranılması, büyüklere saygı gösterilmesi, güzellik ve inceliğin sembolü olan kadınlara aynı üslûpla karşılık verilmesi; nişan, düğün, mevlid ve cenaze merasimlerine katılmak; hasta ziyaretlerinin gerçekleştirilmesi gibi konular, tamamen görgü bağlamında değerlendirilen hususlardır.
Görgü kuralları büyükler tarafından gerçekleştirildiği oranda küçükler tarafından benimsenir. Yemek yeme, büyüklerle konuşma, bir yere girerken izin isteme, telefona cevap verme, söz isteme vb. hususlarda çocuklara doğru olanı öğretmek, büyüklerin en önemli görev ve sorumluluklarındandır. Ağacın yaşken eğileceğini bilmek yeterli değildir, asıl olan vaktinde eğmektir. Büyükler ne ekerlerse onu biçerler. Bu yüzden günlük hayatta gerçekleştirilen davranışlara, söylenen sözlere çok dikkat etmek gerekir. Çünkü onların zaman içinde yankılandığını görürüz.
Kadın ve erkeğin birlikte yaşadığı sosyal hayatın, yer ve zamana göre değişen kuralları vardır. Her yerde istediğimiz gibi davranamayız. Eşlerin birlikte gittiği lokanta, otel gibi yerlerde, içeri girerken erkeğin kapıyı açıp önden girmesi, hanımın arkadan gelmesi, çıkarken de hanımın önde erkeğin arkada yürümesi bir görgü kuralıdır. Görgü kuralları insanın kişiliğini sergiler. Nazik, görgülü, başkalarını rahatsız etmeyen saygılı insanlar, toplumda her zaman ayrıcalıklı olmuşlardır.
Görgülü insan
Çocuğa israf-haram ilişkisi, anne ve baba tarafından bizzat yaşanarak ve güzel sözlerle öğretilmeli; düzenli ve dengeli yemek yemenin mubah, fakat fazla yemenin haram olduğu; Müslüman birini, gıyabında onda olan bir ayıpla suçlayıp teşhir etmenin, dedikodusunu yapmanın gıybet olduğu, gıybetin de haram olduğu öğretilmelidir.
Haram kazancın kötü olduğunu bilmek için İslâm âlimi olmak gerekmez. Her insan haram yiyenlerin başına dünyada ve âhirette çeşitli belâların geleceğini bilir, bilmesi gerekir.
Hz. Peygamber, "Din nasihattir" buyurmaktadır. Bu bağlamda her anne ve baba, hem kendileri hem de çocukları üzerinde, "iyiliğin yaygınlaşması kötülüğün engellenmesi" için mücadele etmelidir.
İnsan iyi ve güzel bir şey görünce sevinir, kötü ve zararlı bir şey görünce üzülür. Bu sebeple iyi hareketlere destek vermeli, kötü hareketlere de engel olmaya çalışmalıdır. İnsan eliyle ve diliyle, diğer insanlara zarar vermemelidir.
Medenî bir insanın mesleği ne olursa olsun, kültür ve sanat faaliyetleriyle yakından ilgilenmeli, evinde özel bir kitaplık bulundurmalıdır. Kitap medenî bir insan için ekmek gibi, su gibi doğal bir ihtiyaçtır. Bazı insanlar, "Ben kitaptan, dolayısıyla kitap okumaktan hoşlanmıyorum" diyor. Bu tavır normal insan tavrı olamaz. Kitap- sızlığın ne demek olduğunu iyi bilmek gerekir. Bugüne kadar toplumlar, kitapsızlıktan ve kitapsızlardan çok çekmiştir ve çekmektedir. Çok para sahibi olmakla, çok iyi imkânlar içinde yaşamakla, lüks arabalara binmekle insan erdemli olmaz.
Medenî insan giyiminden, yemesinden içmesinden; evinin ve iş yerinin dizaynından belli olur. Bir evde salonun en değerli köşesi kitaplık olmalıdır. Medenî insan olmak kolay değildir.
Bazı görgü kuralları
Yemek yemede
Yemek yeme âdâbıyla ilgili kurallar özellikle önemlidir. Geçmişte yemek ve içmek, günümüzden farklı bir anlama sahipti. Toplumsal yaşantının merkezine oturmuş olan yemek yeme, insanlar arasındaki eğlence biçimlerinden en önemlisi hâline gelmişti.
Günümüzde de bir görgü biçimi olarak yemek yeme başlı başına bir iştir. Damak zevkinden tutun da sofranın hazırlanmasına, oturuş biçimine, kaşık ve çatalın kullanılışına, kaşık veya çatalın ağza götürülüşüne, ağza alınan lokmanın çiğnenmesine kadar her hareket bir kurala, bir edebe bağlıdır.
Yemek yemede öncelikli şart helâl olmasıdır. Sonra yemeğin ve yemek yenilen ortamın temizliğine özen gösterilmesi gerekir.
Yemekten önce ve sonra eller yıkanmalı, yemeğe başlarken besmele çekilmelidir.
İster tek başına ister başkalarıyla birlikte olsun, her zaman yemek yeme âdâbına uyulmalıdır.
Zeytinin çekirdeği el ile ağızdan alınıp çekirdekliğe konmaz. Çekirdek ağızdan çatala alınır ve konması gereken yere yine çatalla bırakılır.
Yemek yerken ağız şapırdatılmaz ve ağızda lokma varken konuşulmaz.
Çorba ve yemek tabağının üzerine eğilmek ayıptır.
Misafirden önce yemek bitirilmez, sofradan kalkılmaz.
Doyma duygusu hissedilince sofradan kalkılmalıdır.
Yemekten sonra ağız ve dişler temizlenmelidir.
Yemek sonrasında dua edilmelidir, yani elhamdülillah diyerek kalkılmalıdır.
Misafirlikte
Misafirliğe küçük bir hediye ile gidilir. Misafirlikte çocuklar, anne ve babalarından daha az konuşur. Misafirlikte eşlerin birbiriyle tartışması doğru olmadığı gibi, misafir gittiği evin düzenine uymak zorundadır. Çünkü evin düzenini bozmak gibi bir hakka sahip değildir. Ertesi gün ev sahibine gösterilen ilgi ve yakınlık için telefonla teşekkür edilmesi de bir zarifliktir. Olur olmaz şeye gülmek, özellikle de hanımların ikide bir ağız dolusu kahkaha atması, hoş bir davranış değildir. Kadının, kocasını başkalarının yanında küçük düşürmemesi, erkeğin de hanımını mahcup etmemesi, iletişimin başka bir boyutudur.
Misafirlikte/davette yemek yerken, aç dahi olsa sanki hiç aç değilmiş gibi, sakin bir şekilde yenmelidir; aç gözlülük etmek ve çok yemek görgüsüzlüktür.
Misafirlikte ikram edilen içecek ya da yiyecekleri acele bir şekilde, birkaç yudumda içmek/bitirmek görgüsüzlüktür. Yavaş yavaş içilmeli ve yavaş yavaş yenmelidir.
Misafirlikte herhangi bir rahatsızlık olmadığı sürece, yemek beğenmemek ayıptır. İkram edilen şey yenir, yemek seçilmez, ev sahibi zor durumda bırakılmaz.
Misafirlikte ikram edilenler için teşekkür edilmeli, bunların lezzetli olduğu belirtilmeli; ayrıca kesinlikle sigara içilmemeli, içmek için izin de istenmemelidir.
Giyim kuşamda
Giyim kuşam, kişilerin şahsiyetini belirleme açısından oldukça önemlidir. Bu sebeple, "insan kıyafetine göre ağırlanır, liyâkatine göre uğurlanır" denir.
Karşılıklı konuşmalarda
Karşılıklı konuşmalar günlük hayatta genellikle iki kişi arasında geçen konuşmalardır. Karşılıklı konuşurken, insanların birbirlerine itibar ve . saygı göstermesi gerekir. Böyle bir durumda başka bir şeyle ilgilenilmez, başka bir şeye bakılmaz, göz dahi atılmaz. Bunlar birtakım kurallar çerçevesinde gerçekleştirilir: Selâmlaşma ve hatır sormada
Selâmlaşma, uygar olmanın en belirgin göstergesidir.
Herhangi bir yerde birbiriyle karşılaşan kişiler karşısındakine, "Allah’ın isimlerinden biri olan ’selâm’ı anarak ve O’nu tanık tutarak, kendisinden zarar gelmeyeceğini; Allah’tan onun için iyilik, esenlik, sağlık, mutluluk dilediğini" ifade etmek suretiyle selâmlayıp, birbirinin hâl ve hatırını sorar.
Selâmı alan da aynı temennilere katıldığını, selâmı almak suretiyle belli eder. Dolayısıyla iki kişi arasında "önce selâm, sonra kelâm" kavli gereğince iletişim kurulmuş olur.
Bir büyüğünü ziyarete giden kimse önce selâm verir, fakat büyüğüne "nasılsınız?" diye sormaz. Hâl hatır sormakta öncelik hakkı, büyük olana aittir. Küçük kendisine yer gösterilmedikçe de bir yere oturmaz.
Tanışma, tanıştırma, tanıtmada
Birbirleriyle ilk defa karşılaşan kişiler, eğer onları tanıştıracak bir başkası yoksa, her bir şahıs kendini, adı ve soyadı ile birlikte tanıtır. Eğer gerekiyorsa duruma göre diğer özel bilgilere geçilir. Meslek, özel işler gibi.
Tanıştırmada yaşı küçük olan büyük olana, meslekçe üst düzeyde olan alt düzeyde olana, erkek kadına, sonradan gelen önce gelene tanıştırılır.
Tanıtmada ise ayrıntı gerekir. Çünkü burada kişinin bir topluluğa tanıtılması söz konusudur. Böyle bir durumda kişinin görevi, unvanı, mesleği ve çalışmalarını söylemek lâzımdır.
Telefon kullanmada
Telefon eden kişi, aradığı kişi kim olursa olsun önce kendini tanıtmalı, sonra görüşmek istediği kişinin adını vermelidir. Yanlış numara düşmüşse özür dilemesi, sağlıklı iletişim ortamının korunması anlamına gelir. Bir haberleşme aracı olan telefon, bu özelliğine uygun olarak kullanılmalıdır.
Umumî telefonlarda sırada bekleyen varsa maksat gözetilip gereksiz yere konuşma, görüşme uzatılmamalıdır.
Cep telefonlarının "sonradan görme" görüntüsüne fırsat verilmeden kullanılması medinîlik göstergesidir.
Cep telefonu misafirliğe gidildiğinde kapalı tutulmalıdır. Açık bırakmak görgüsüzlüktür. Misafirlikte cep telefonunun çalması, ziyaretçi için büyük bir ayıptır.
İbadethane, konferans, sinema, tiyatro vb. yerlerde cep telefonlarının açık tutulması, konuşulması da görgüsüzlüktür.
Merdiven inerken-çıkarken
Merdivenlerden çıkarken önde erkek, arkada bayan yürür. İnerken de durum yine aynıdır. Bayanın arkada yürümesinin sebebi, bilinmeyen yerlere girilmiş olmasından dolayıdır. Kiminle, ne gibi bir görüntüyle karşılaşılacağı bilinmediği için erkek önden yürür. Merdivenlerden inerken de bayanın arkada olması, düşme durumunda erkeği tutması ya da erkeğin ona yardımcı olabilmesi içindir.
Toplu taşıma araçlarında
Toplu taşıma araçlarında cep telefonlarının mecbur kalınmadıkça kullanılmaması, kullanmak zorunda kalınırsa maksadı aşmamak ve çevreyi rahatsız etmemek gerekir.
Toplu taşıma araçlarında başkası için yer ayırmak görgüsüzlüktür.
Toplu taşıma araçlarında kolunuzun, elinizin, dizinizin uygunluğuna titizlik gösteriniz.
Toplu taşıma araçlarında, "Ben de para veriyorum" düşüncesiyle, yakınınızda bulunan yaşlılara, çocuklu kadın ve hastalara yer vermemek doğru bir davranış değildir.
Toplu taşıma araçlarında saç taramak, makyaj tazelemek görgüsüzlüktür.
Yollara çöp atmak ve tükürmek bir görgüsüzlüktür.
Yolda karşılaşılan kişilere selâm vermekle yetinmeyip sohbet etmek, birlikte yürünen kişiye / kişilere saygısızlıktır.
Yolda bir kadınla bir erkek yürürken, kadının sağ iç tarafta yürümesi bir görgü kuralıdır.
Bir kapıdan geçilirken arkaya bakılması, geride olana / kalana kapının tutulması gerekir. Kendisi için kapı tutulanın da teşekkür etmesi bir görgü gereğidir.
Vedalaşmada
Bir yerden ayrılan kimse, "Allahaısmarladık" ya da "hoşçakal" der. Kalan kimse de "güle güle" der. Şimdilerde yabancı dillerin etkisiyle, kalan da giden de "hoşçakal" demeye başladı. Bir Türk’ün, bir İngiliz gibi "bye bye" dememesi gerekir.