Makale

Ömer Lütfi Mete; “Aileyi bir arada tutan; sevgi, saygı, fedakârlık ve paylaşma gibi kavramlar, medya aracılığıyla hızla zemininden kaydırılıyor ve aynı hızla tüketiliyor veya bu kavramlar bize yabancı anlamlarla zihinlere yerleştiriliyor.”

Söyleşi
Ayfer Balaban

Ömer Lütfi Mete;

“Aileyi bir arada tutan; sevgi, saygı, fedakârlık ve paylaşma gibi kavramlar, medya aracılığıyla hızla zemininden kaydırılıyor ve aynı hızla tüketiliyor veya bu kavramlar bize yabancı anlamlarla zihinlere yerleştiriliyor.”

Belki doğrudan aile kötüdür demek suretiyle değil ama, günümüzde aileye karşı korkunç bir saldırı sürüyor. Boşanmalar artıyor. Bununla iletişim araçlarının doğrudan boşanma sebebi olduğunu söylemiyorum elbette, iletişim kurumlarının mecralarının bir şekilde çok çeşitlenmesi ve çoğalması, yayılması, güçlenmesi ile ailenin ve aile değerlerinin zayıflaması arasında bir bağlantı kurulduğu muhakkak. Kişisel gözlem olarak şunu söyleyebilirim: Bazı medya organları vasıtasıyla ustaca ve belki kasten aile karşıtlığı propagandası yapılmakta ve bir akım, bir anlayış oluşturulmaktadır. Bu anlayış bir moda hâline geldiği andan itibaren takipçileri oluyor. Bunun en güçlü ve en yaygın aleti, müzik küpleridir. Klip kültürünün etkilediği ve bu kültürle yetişen bir gençlik kesimi var. Esasen aile kurumu gençler üzerinden yıkılmaya çalışılmaktadır.
Ekran karşısında ne kadar seçici davranılırsa davranılsın, araya giren bir reklamdaki görüntü ve ses dahi yüzünüzü kızartabiliyor. ’Edep’ demekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz.
İnsanî ilişkilerde behîmî bir kolaycılık ürettiğiniz zaman edep ortadan kalkar, pervasızlık, kuralsızlık hakim olur. İşte o zaman, edebe mugayir olarak aleniyete dökülen görüntülerin birilerinin yüzünüzü kızartması, bunu yapanlar için anlamsız ve gülünç bir hâl olarak değerlendirilebilir.
Bu bir zihniyet hâline mi geliyor?
Evet. Bu, bizim ahlâk anlayışımızın dışında bir anlayış tabi. Öyle şeyler var ki, dün bunlar temel ahlâkî değerlere aykırı olarak görülüp yadırganırken, bugün bu çarpıklıklar kendine yer tutmaya başladı. Dün kıyamet alameti olarak değerlendirilen şeyler, bugün çok basit görülmeye başlandı. Allah korusun, ufak adımlarla başlayıp aşındıra aşındıra nihayet en olmaz, en yapılmaz şeyler, olur ve yapılır hâle gelebiliyorlar.
Ailece, endişe duymadan bir programı izlemek mümkün olamayacak mı? Bu görüntüler, çocuk ruh sağlığı üzerinde de etki yapıyor.
Çocukların zihinlerine öyle olumsuz şeyler kazınıyor ki, çocukların ortalama bir ahlâka sahip olarak yetişmelerini ve ileri yaşlarda aile duyarlılığı taşımalarını beklemeniz son derece zor bu gidişle. Seyredilen bazı diziler sadece edebe aykırılık telkin etmiyor, aynı zamanda bu milletin en önemli dinamiği olan aile içi bağları ve akraba ilişkilerini yani sıla-i rahim bağını da yıpratıyor. Halbuki biz, Cenab-ı Hakk’ın lütfü olan aile bağları ve sıla-i rahim duyarlılığı ile geçmişte afetlere, felaketler ve krizlere karşı bir kuvvet olarak durduk. Bu bağlarla vatanımızı düşmana karşı savunduk. Dolayısıyla bu tarz yayıncılık, bu tarz iletişim, sadece edebi yıkmıyor, telkin ettiği hayat felsefesiyle neslimizi, aileyi inkâra, fedakârlığı ve sadakati dışlamaya getiriyor. Hatta bunlar evlilik hayatlarında en küçük bir uyuşmazlıkla bu birliği bozmakta da tereddüt etmemektedirler.
Aileyi bir arada tutan; sevgi, saygı, fedakârlık ve paylaşma gibi kavramlar, medya aracılığıyla hızla zemininden kaydırılıyor ve aynı hızla tüketiliyor veya bu kavramlar bize yabancı anlamlarla zihinlere yerleştiriliyor, iletişim organlarından medyaya bir kere sınırsız zevk peşinde koşmayı özendirici bir maya attığınız zaman, o maya kendini üretir, çoğalır. Bu tür programlar bir moda hâline dönüşür. Hayatımızı anlamlandıran bu güzel değerlerden bir kısmı hâlâ saklanabilirken, önemli bir kısmı da sürgüne gönderilir. Bunlardan en önemlisi belki de sevgi ve sevginin suistimali. Sabah -akşam sevgiden söz edildiği hâlde sevgisizliğin bu kadar çok yoğun yaşanması, bir fitnedir. Sevgi sözcükleri dilden gönüle inemiyor maalesef. Bana göre; bir şeyin sahtesi, zıddmdan daha kötüdür. Aile ancak sevgiyle ocak olur. Bu duygunun kökleri koparılırsa, fedakârlık duygusu zevk olarak telkin edilirse genç beyinlere, tutunduğunuz dalı kesiyorsunuz demektir. Bu da hem gencin, hem bizim, hem de milletin geleceği için tehdit unsurudur.
Aile ve evlilik kurumuna gençlerin çok sıcak bakmadığını gösteren akademik araştırmalar var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ekonomik sorunlar, kariyer yapma isteği ve biraz da maddecilikten etkilendiğimiz için, absürt kaygılar içinde çocuklarımızı bu bilinçten uzak tutamıyoruz. Bu bir kuşak kültür meselesi oldu. Maddî bahanelerle başkasıyla bir hayatı paylaşma sorumluluğundan kaçış söz konusu. Çocuklar öyle bir aile ortamında büyüyecekler ki, aile olmanın anlamını fark edecekler. Bunun için de anne-baba, sevgiyle kurdukları yuvada ilişkileriyle evlâdına güzel örnek olabilmeli, birbirine karşı tutumlarında sevgi ve saygıyı eksik etmemeli. Bu bir süreçtir, önemli bir ahvâldir. Önceleri eve, ocak denirdi. Orada yaşanan muhabbetin, sevginin sıcaklığını belirtmek için kullanılırdı bu kelime. Biz bu sıcaklığı hissettirebiliyor muyuz çocuklarımıza. Gençlerin evliliğe bu kadar mesafeli duruşlarında, belki de aile yuvalarında sevginin çoğaltılamamasına şahit olmaları da bir etkendir.
Özgürlük, tutku ve hazları dilediğince yaşamak, kuralsızlık, değer tanımazlık olarak mı takdim ediliyor ve/veya uçucu, geçici zevklerin peşinde koşan, ruhen olgunlaşmamış insanlar mı modelleniyor medya aracılığıyla?
Bir slogan dolaşıyor bugün; "yasaklara ölüm." Mutlak anlamda yasaklara ölüm dediğinizde, bu mutlak anlamda sorumsuzluk demektir. Allah’ın yeryüzünde insanoğlu için Kur’anî ölçülerle ve evrensel sınırlamaları ile koyduğu aile olabilirlik imkânın!, birileri herhalde kendisine en büyük düşman kurum olarak görmektedir, insanın aile kurumunu yok edici yönde her çaba, insanın fıtrat güzelliğini yok edici bir çabadır.
Özgürlük kavramını biraz daha açalım istiyorum. Özgürlük, aile olmakla, evlilikle çatışma hâlinde gösteriliyor. Sadece magazin ağırlıklı programlarda değil, bir haber programında da böyle bir söylemle karşılaşabiliyorsunuz. Evlilik tarafların özgürlüklerini sınırlandırıyor gibi takdim ediliyor veya bu bakışın egemen olduğu programlar yapılıyor.
Özgürlük gerçek anlamını ailede bulur. Maalesef o kadar bireysellik lanse ediliyor ve yine aileye ait yüksek değerleri kolayca tüketmek için sloganlaşmış ifadeler öyle sıklıkla kullanılıyor ki. Böylelikle kadın ve erkek gittikçe yaratılış kimliklerinden uzaklaşıyor.
Önce kavramları tüketmekle başlandı tahribata, önce dilimiz yara alıyor zaten. Meselâ serbestlik kavramı; aile bireyleri için serbestlik nedir, nasıl anlamalı? Özgürlük çok yüce bir kavram fakat asla sorumsuzluk ve sadakatsizlik değil. İçi başka şeylerle doldurulmuş özgürlük kavramı, maddî ve manevî bereketi olan aile değerlerini ve insanın doğasını tahrip ediyor. Nikahsız birlikteliklere yol açıyor. Psiko- sosyal açıdan bakıldığında bu birliktelikte hiçbir yasal güvence olmadığından, taraflar terk edilme korkusu ile büyük bir psikolojik baskı ve tehdit altında kalıyor ve bu durum onların hayatına olumsuz yansıyabiliyor. Çocuk sahibi olmak gittikçe ileri yaşlara erteleniyor. Belki bir gün nikah bağlı evlilik kuruluyor fakat o zaman da çocuk sahibi olmak için geç kalınmış oluyor. Ya da tek çocuklu bir aile olabiliyor. Genelleme yapmaksızın tek çocuk sahibi olmanın, çocuk ve aile için bir çok sorunu da beraberinde getirdiğini söylemek isterim. Çocuk, paylaşmayı kardeşle daha çabuk öğrenir. Kuvvetli akrabalık bağları ile belki amca, dayı çocukları ile bunun üstesinden gelinebilir ancak günümüzde maalesef güçlü akrabalık bağları kurulmamakta/kurulamamaktadır.
Bazı medyatik isimlerin ekrandan, "Ben evlilik kurumuna inanmıyorum, bir nikah memurunun bizim birlikteliğimizi imza ve iki şahitle tescillemesini kabul etmiyorum ve bunu gerekli görmüyorum" gibi açıklamalar yapmaları, kendi bireysel tercihlerini buradan haykırmaları, ait oldukları topluma ve onun değer yargılarına, kabullerine duyarlılıkla çelişmiyor mu?
Bu bir sosyal sorumluluktur. Hatırlayınız; ahilikte zanaatkârın bağlı olduğu kontrol mekanizması güçlü işleyen bir sistem vardı. Onun gereklerine ve erdemine aykırı davrananın pabucu dama atılırdı. Gösteri dünyasında böyle işleyen bir mekanizma yok artık. Yani erdemin ahilik gibi bir loncası yok. Bütün bunlara rağmen ümitsiz değilim. Çok şükür ki, sağduyunun, kamu vicdanının sesi var.
Sayın Mete, siz aynı zamanda bir senaryo yazarısınız. Aileye ilişkin değerleri nasıl işliyorsunuz, bu değerleri yaşatmak adına neler yapıyorsunuz?
Aileyi yüceltmek için aile kutsaldır, aile iyidir demek yeterli değil. Mutlu bir aile manzarası çizebiliyorsanız, güzel örneklerle aile olmaya imrendirebiliyorsanız, birbiri ile dayanışması kuvvetli, birbiri için fedakârlık yapan bir aile işleyebiliyorsanız ekranda, izleyenlerde aile özlemi meydana getirebilirsiniz. Bu ailede, ara sıra anlaşmazlıklar olsa da son tahlilde hissedersiniz ki, bunlar güzel bir aile. Ben de senaryolarımı bu düşüncelerle kaleme alıyorum. Aile değerlerini, diziler içinde önemli bir dinamik hâline getirmeye gayret ediyorum.