Makale

Ramazana Güzelleme

Ramazana Güzelleme

Yrd. Doç. Dr. Musa TOZLU
Giresun Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

Edebî bir eser kimi zaman sanatkârının iç dünyasını kimi zaman da ait olduğu toplumun tarihini ve kültürünü anlatır bizlere. Bu yönüyle edebî eserler zaman zaman dönemine ışık tutan tarihî bir belge ya da toplumu yansıtan bir ayna gibi düşünülmelidir. Eserlerinde Osmanlı sosyal ve kültürel hayatının izlerini rahatlıkla görebildiğimiz klasik Türk edebiyatı şairleri, on bir ayın sultanı olarak vasfedilen ramazan ayı için de şiirler yazmışlardır. Hilalin görülmesinden bayram sabahına kadar, ramazan ayına ait birçok özellik şiirlerinde yer bulmuştur. İşte, klasik Türk edebiyatında ramazan ayını konu edinen bu tür şiirlerin genel adına ramazaniye denilmektedir. Ramazaniyeler gazel, mesnevi, ilahi, murabba, tuyuğ ve rubai gibi birçok nazım şekliyle yazılsa da en çok kaside şeklinde yazılmış ve devrin ileri gelenlerine sunulmuştur. Bazen müstakil bir eser olarak kaleme alınmış bazen de kasidelerin teşbip bölümlerini oluşturmuşlardır.
Ramazaniyeler, ramazan ayının dinî yönünü işleyenler ile ramazana ait örf, âdet ve geleneklerin sergilendiği ve daha çok ramazanın kültürel yönünün ele alındığı eserler olmak üzere iki kısımda değerlendirilebilir. Çoğunluğu oluşturan ikinci gruptaki şiirler Osmanlı toplum hayatını yansıtması bakımından önemlidir. Çünkü sosyal hayata dair birçok konu bu tür şiirlerde konu olarak ele alınmıştır. (Mustafa Uzun, Ramazaniye, DİA, C. 34, s. 439-440.)
Hadis-i şeriflerde recep Allah (c.c.)’ın, şaban Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve ramazan da ümmetin ayı şeklinde tarif edilmiştir. Müminler için ramazan ayının başının rahmet, ortasının mağfiret ve sonunun da günahlardan kurtulmaya vesile olduğu ve insanın bu ayın sonunda bayram sabahına annesinden doğduğu gibi tertemiz bir şekilde ulaşabileceği de yine hadis-i şeriflerde müjdelenmiştir. Bu nedenle, müjdeye muhatap olan İslam âlemi de ister yaz olsun ister kış ramazanı ayrı bir iştiyak ve hevesle beklemektedir. Bu ayı Cenab-ı Allah’ın kendilerine büyük bir nimeti olarak görmektedir:
Gerek sayfa gerek vakt-i şitâda eylesin teşrîf
Hudâdan niʽmet-i uzmâ gürûh-ı müslümân üzre (Enderunlu Fâzıl)
Bu ayın değerinin iyi bilinmesi ve tıpkı bir misafir edasıyla hoşça karşılanması, yaşlısı ve genci tarafından kendisine hürmet gösterilmesi gerektiği de, şiirlerimizde kendine yer bulan ramazan hakikatlerindendir:
Gönderdi Hudâ çün bize mihmân Ramazân
Hoş tutmaya niyet edelim biz dahi onu (Zâtî)
Şehr-i İslâm kudûmüyle çü etdi teşrîf
Hoş tutarlarsa n’ola hürmet eyleye pîr ü cüvân (Bahtî)
Kameri aylar hilalin görülmesiyle başlar. Ramazan hilalinin görülmesi ise ayrı bir öneme sahiptir. On altıncı yüzyıl şairi Baki, peş peşe gelen şaban ve ramazan aylarının Arap harfli imlalarını da dikkate alır ve güzel bir benzetmeyle gökte görülenin ya şabanın sonundaki “nun”, ya da ramazanın “ra”sından önce gelen “dal” harfi olduğunu ifade eder:
Ya nûndur görinür âhirinde Şaʽbânun
Ya râdur ol Ramazân evveline olmış dâl
Görülen hilal, şekil ve renk bakımından birçok benzetmeye kaynaklık etmiştir. Bazen altın bir üzengi bazen de sevgilinin kaşlarına bedel altın bir hançer olmuştur şiirlerde.
Mâh-ı nevdür görinen sanma o bedrü’d-dînün
Şehr-i savm içre rikâb-ı zeri olmakda ayân (Âsım)
….
Husrev-i rûze takındı yine zerrîn hançer
Jeng-dâr olsa n’ola deşne-i ebrû-yı bütân (Âsım)
Ramazanda camilerin temizlik, düzen ve tezyinatına son derece dikkat edilmesi, kültürümüze ait bugün de varlığını sürdüren eski ve güzel bir gelenektir. Osmanlı ramazanlarında camiler âdeta gelin gibi süslenirdi. Camilerin içi ve dışı renk renk kandillerle donatılırken, minareler arasına çekilen mahyalarla yazılar yazılır, çiçek figürleri yapılırdı. (Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, s. 251; Rıdvan Canım, Divan Edebiyatında Türler, s. 201.) Enderunlu Vâsıf, yapılan bu hazırlıklardan bahsederken, bütün cami ve minarelerin kandillerle donatılmasıyla, İslam âleminin murat kandilinin de parlatıldığını şöyle söyler:
Donatıp cümle kanâdîl-i menâr u mescid
Meşʽal-efrûz-ı merâm oldu umûmen İslâm
Camiler parlak sırça ve kandillerle o kadar süslüdür ki, her biri birer nur harmanı olmuştur artık:
Oldı her câmi-i zîbende birer hirmen-i nûr
Silme mikyâl-i kanâdîli zücâc-ı rahşân (Sâbit)
Başka bir ramazaniye örneğinde ise, yine mahyalarla süslenmiş olan minareler konuşturulur ve “hoş geldin”, “başımız üzerinde yerin var” diyerek ramazanın gelişi kutlanır:
Hayr-ı makdem başumuz üzre yerün vâr senün
Her menâre diyerek açdı ana karşı dehân (Âsım)
Hadis-i şeriflerde ramazan ayında şeytanların bağlanarak hapsedildiğinden de bahsedilir. Bu hakikati Sâbit ve Şehrî şiirlerinde şu şekilde ifade eder:
Çilleye vesvesesiz girdi kapandı zâhid
Habs olur tâ ramazân âhir olınca şeytân
Bunda mahbûsdurur fırsat-ı ruhsat bulamaz
Âdemi eylemege kavm-i şeyâtîn iğvâ
Bu ayda şeytanların bağlanmasıyla, fasığın gönlü gibi şer yuvası olarak kabul edilen meyhaneler boşalmış, dünya rahat ve güvenli bir hâl almış, sarhoş olup gezen bir rind bile kalmamış ve kavgalar da bitmiştir artık:
Dil-i fâsık gibi meyhâne harâb u vîrân (Sâbit)

Oldı âsûde cihân emn-i emândur şimdi
Bâde ile seri hoş rind yok olmaz gavgâ (Şehrî)
Ramazaniyelerde oruçlu ile âşık ve iftar ile vuslat terimleri birer benzetme unsuru olarak sıklıkla kullanılmıştır. Oruçlu için iftar vakti ne ise, âşık için de vuslat odur. Her akşam hazırlanan iftar sofralarının lezzeti, âşığın sevgilisine kavuştuğu andaki kadar mutluluk vermektedir şaire:
Vakt-i iftâr-ı lezîz olsa aceb mi her şâm
Hem-çü hengâm-ı safâ-bahş-ı visâl-i cânân (Âsım)
İftar sofraları ramazanın olmazsa olmazlarıdır. Deyim yerindeyse “kuş sütü eksik” sofralarda misafirler en güzel şekilde ağırlanmaya çalışılır. Hatta bu ayın bereketinden olsa gerek fakirler dahi türlü türlü nimetlerle süslenmiş sofralar hazırlardı:
Bu da bu şehr-i azîmin berekâtındandur
Fukarâsında da ârâste-hân-ı elvân (Sâbit)
Ramazan, içerisinde bin aydan daha hayırlı bir gece olan Kadir Gecesini barındırması hasebiyle de Müslümanlar arasında ayrı bir öneme sahiptir. Şairler ramazanın bu özelliğine de şiirlerinde yer vermişlerdir. On sekizinci yüzyıl şairi Şehrî; gaflete düşmeden bu ayın her gecesinin Kadir Gecesi olarak bilinmesini ve ibadetle gecelerinin ihya edilmesini söyler:
Gâfil olma hele her gecesini Kadr bilüp
Eyle tâʽat-i ibâdât ile leyli ihyâ (Şehrî)
Aynı yüzyılın diğer bir şairi Enderunlu Fazıl ise; bu geceye daha çok estetik bir açıdan bakar. Kadir Gecesinin güzelliğine vurgu yapmak için gecenin karanlığını, meleklerin yüzlerindeki siyah ve süslü bir bene benzetir:
Bu mâh-ı mükerrem kim sevâd-ı leyle-i Kadri
Siyeh bir hâl-i ziynettir cemâl-i kudsiyân üzre
Ramazaniye şairleri için; eserlerinde övdükleri şahsiyetlerin devrinde yaşanan rahatlığa vurgu yapmak amacıyla, övülenin zamanındaki her geceyi Kadir Gecesine, gündüzü ise bayrama benzetmeleri sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Enderunlu Vâsıf’ın, III. Selim övgüsünde yazdığı ramazaniyesi bu duruma örnek teşkil eden bir dua beyti ile sonlanır:
Baht u ikbâl ile tahtında mukîm oldukça
Her şebi leyle-i Kadr ola nehârı bayrâm
Örneklerden de anlaşılacağı üzere sanatını dinî referanslar üzerine inşa eden Osmanlı şairleri, on bir ayın sultanı olan ramazan ayına karşı da kayıtsız kalmamıştır. Ramazanın gerek inanç gerekse örf, âdet ve gelenek yönüne dikkat çeken şiirler yazmış ve bu tür şiirlere ramazaniye adını vererek edebî bir tarz meydana getirmişlerdir.