Makale

Mahallede Ramazan Merhametin Rengi

Mahallede Ramazan Merhametin Rengi

Selma ÖZEŞER

Sen geldin ve benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi ve üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk.
Sezai Karakoç

O tatlı telaşın topun atılmasıyla dinginliğe kavuşması… Kaşık çatal şıkırtılarına karışan dualar, kelime-i tevhitler… Tekrar teravih telaşı, cümle Müslümanın kalbinde her gün bir bahar sevinci. Ümmet olmanın birlikte olmanın hazzı.

Çocukluğuma denk düşen o zamanlar, merhamet kelimesinin tam karşılığını bulduğu zamanlardı. Kimse komşusu açken tok yatmıyor nesi varsa onu ihtiyacı olanla paylaşıyordu.

Biz hep birlikte durduk o bulutun altında ve iyi ki de durduk. Islandık ve tenimizde buhurdan kokularla ne çok gönendik çünkü: Oruç sabrın yarısıydı, biz bir şey daha öğrenmiştik: “Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”
Sonra desturumuz oldu, hem ramazan ayında hem sair zamanlarda:
“Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa “ben oruçluyum” deyin.
“Oruçlunun susması tespih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.”
….
- Hayihak Karagözüm...
- Ve aleyküm selam Hacivat.
Çocuktum, radyo denilen sihirli kutunun düğmesi açıldığında ramazanın böyle başladığını sanıyordum.
Eskiyor her şey, derdi annem. Çocuk sevinçlerimiz kadar, ramazana dair ne varsa eskiyor. Şimdi sizin devriniz, keyfini çıkartın ramazanın, der, her gece sahur vakti bizi de kaldırırdı sıcacık yataklarımızdan. Erkenden öğrendik, ramazanın olmazsa olmazı olan sahurun ve iftarın feyiz ve bereketini; oruçlu olmanın ayrıcalığını ve dinginliğini.
Kıymetini bildik çünkü, bildirildi bize Yaradan’ın merhametinin sonsuzluğu.
Çocukken, sahurda çalınan davulun, iftarda atılan topun kıymetini bildik ve bekledik sabırla; çünkü sabır erdemdi.
Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan buğu gibiydi bir aylık ramazanda yaşadıklarımız.
Hiç uyanmak istemediğimiz nadide bir düştü, az sonra kaybolacak olan.
Çeyiz sandıklarından yayılan lavanta kokusu gibiydi, içimiz dışımız pirüpak oluyordu cemaatle kıldığımız her namaz sonrası. Çünkü biz sünnete riayet eden bir ümmettik. Son Rasul’ün ümmetiydik, helak olunmaktan korunmuştuk.
“Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.”
Çocukluğumun evlere tıkıştırılmış ramazanlarından aheste bir hava ile dura duraksaya geçtim. Sadece ramazan mı, dedim esefle. Din sıkıştırılmıştı evlere. İbadet de gizli, kabahat de gizli denilmişti ve eklenmişti, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. Amenna, bunların hepsi doğru, doğruyu bilmekle birlikte insan yaşadığı güzellikleri başkası da yaşasın ve huzur bulsun, güzel olan, kıymete değer olan aşikâr olsun istiyordu. Sadece istiyorduk, çünkü pek çok ibadet kamusal alanla sınırlandırılıyordu. Bütün sınırlandırmalara ve dayatmalara karşın yine de kendine has üslubuyla yaşanıyordu ramazan.
Yörelere göre değişiklik gösterse de ramazan gelmeden birkaç hafta önce başlanır hazırlıklara, bir yandan köşe bucak temizlik yapılır, öte yandan mevsimine göre çeşit çeşit yiyecekler hazırlanır: Sıra ile her gün bir komşunun evinde baklavalar açılır; mantılar, su börekleri hazırlanır, imece usulü. Her ramazan ayından üç dört gün önce mahalleden bir evde ya da her gün başka bir evde mukabeleye başlanır. Beyaz örtüsünün altında Kur’an-ı Kerim’ini kucaklayan kadınlar önce kalplerine sonra dillerine düşürür tilavetini. Bir ramazan daha, hakkıyla yaşanan her mahallede işte bu huşu ile başlar.
Çocukluğuma denk düşen o zamanlar, merhamet kelimesinin tam karşılığını bulduğu zamanlardı. Kimse komşusu açken tok yatmıyor nesi varsa onu ihtiyacı olanla paylaşıyordu.
Bir yaşlı amca vardı oğlunu erken kaybetmiş, gelini de çocuklarını kayınpedere emanet edip baba evine dönmüş. Zar zor geçinirken eşini kaybeden dede hepten çaresiz kalmıştı. Büyük torunu yanında köy köy dolaşır buzdolabı olmadan saklanabilir yiyecek toplardı. Tarhana, yufka ekmek, kurutulmuş ne varsa. Bütün evleri dolaşır en son bizim evin önünde soluklanırdı. Annem ona Allah ne verdiyse ikram eder ve çayını da ihmal etmezdi. Bir gün pastırmalı yumurta pişirmişti. Adam ve torunu afiyetle yedi. Annem hazırladığı yiyecekleri amcaya verirken amca duraksadı. Alnındaki yaşlılık ve yorgunluktan peydahlanmış bir sürü çizgi çekingenlikle kıpırdadı. Gelin, demin ne yediysek bize biraz ondan versen de öbür torunlarım da yese istiyorum; çok güzeldi, dedi. Annem de ikiletmeden büyük bir parça ev yapımı pastırmayı sardı ve yaşlı amcaya verdi. Artık her yıl amca geldiğinde bu, ritüel gibi tekrarlandı.
Oruç, kişi onu günahlarla delmedikçe, bir kalkandır.
Bu kalkanla daha bir güçleneceğimizden hiç şüphemiz olmadı. Zaman zaman ye’se düşsek de çabuk toparlandık.
Sahur berekettir. Öyle ise, bir yudum su içmekle de olsa, onu bırakmayın. Zira Allah ve melekleri sahur yiyene salat ederler.
Riayet ettik ve bırakmadık, toptan Allah’ın ipine sarıldık. Sen bizim Rabbimizsin, bizi sahipsiz bırakma, diyen dillerimiz hep zikrin huzurunu yaşadı.
Sokaklar şehirlerin atar damarlarıdır. Herkesin birbirini selamladığı, esenlik dilediği, birbirinden korkmadığı, çocukların, acaba bir zarar görür mü korkusu olmadan oyun oynadığı, hayatı ve insanı tanıdığı sosyal alanlar. Zaman, o değiştiren kocaman elini üzerimizden geçirmeden evvel, kelimenin tam anlamıyla mahalle denilince akla bunlar geliyordu. O vakitler daracık alanlara sığıyor, birbirimizi tanıyor, gücümüz yettiğince yaralarımızı sarıyorduk.
Mekânlar genişledikçe kimsenin kimseden haberi olmaz oldu. Belki pek çok gece komşusu açken tok yatan bir ümmet olup, Peygamber efendimizden çok uzağa düştük. Uzaklaşmakla kalmadık üç beş kuruş sadakayı bile verirken ne çok düşünüp tartar olduk.
İşte bu kısır haletiruhiyeyi bozan bir renk kaldı elimizde; ramazan-ı şerif.
- Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.
Dese de sevgili peygamberimiz, pek çok güzel öğüde, en önemlisi dinimizi yaşamak için rehber olan hadislere yabancı kaldık. Apartman hayatıyla beraber kendi içine kıvrılan, kendini dinleyen ve kendinden başkasını önemsemeyen, aldırmayan bir döneme doğru hızla yol aldık.
Sonrası alaca karanlık kuşağı! Yenimiz mi daraldı yerimiz mi bilemiyorum ama iftarlarımızın yegâne onuru misafirlerimizi azalttık. Birkaç aile büyüğünün dışında kimseye iltifat etmez hâle geldik.
Zamanlar zamanları kovaladı, devirler değişti. Beldelerde, kentlerde özellikle metropol kentlerde çadırlarda iftar sofraları kurulmaya, nimetler bereketlenmeye başladı.
Camilerin minareleri arasında ışıldayan mahyaların aydınlattığı sokaklara taşan ve birbiriyle yarışan ramazan çadırları. Ulaşabildiği ölçüde ihtiyaç sahiplerinin iftarlarını umutlandıran, yolcuları soluklandıran kaygıları azaltan iftar çadırları. İslamiyeti, ibadeti dolayısıyla merhameti sokaklara taşıyan güzellik… Bu vesileyle komşuluk başta olmak üzere pek çok beşerî ilişkinin pekiştirildiği, muhabbetin güler yüzle beslendiği, şükrün doruk noktaya ulaştığı seremoni. İftardan önceki koşuşturmalar… O tatlı telaşın topun atılmasıyla dinginliğe kavuşması… Kaşık çatal şıkırtılarına karışan dualar, kelime-i tevhitler… Tekrar teravih telaşı, cümle Müslümanın kalbinde her gün bir bahar sevinci. Ümmet olmanın birlikte olmanın hazzı.
- Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.
Gül kokulu sabahlarına uyandığımız, merhamet denilen güzelliğin kalbimizde yeniden yeşerdiği, rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in indirildiği, içinde bin geceden hayırlı mücevher gecelerin saklandığı cennet kokulu ramazan-ı şerif.
Sayılı günlerin çabuk geçtiği, doyumsuz anların, heyecanın ilk on beş günden sonra yerini bir kırıklığa ve özleme bıraktığı anda gelen bayram sevinci.
“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir.”
Rabbim sadece sana kulluk eder, sadece senden yardım dileriz. Bizi bize bırakma.
Yaşayan ve yaşatılan, sokağa taşan, sokaktan gönüllere yansıyan büyülü, uhrevi güzellik, bin aydan bereketli merhametin rengi: Hoş geldin ya şehr-i ramazan!