Makale

Ramazan Medeniyetimiz

Ramazan Medeniyetimiz

Prof. Dr. Mustafa İsmet UZUN
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

slam milletlerinin hepsinde olduğu gibi ramazanla birlikte sosyal hayatta görülen canlılık ve değişimler Türk kültür, edebiyat ve sanatına daha kuvvetle yansımış, “Ramazan medeniyeti” adını rahatlıkla vereceğimiz bir değerler manzumesi ortaya çıkmıştır.

Yazımıza bu başlığı seçmenin 1970’li yıllara uzanan bir hikâyesi vardır. O yıllarda bir özel sohbette Prof. Dr. Süheyl Ünver’den dinlemiştim: 1950’lerin başında İslam sanatı içinde Arap sanatı gibi kendine mahsus özellikleriyle bir Türk sanatı olduğunu müsteşriklere kabul ettirme konusunda çeşitli münakaşa ve müzakereler yaparken onların şiddetli itirazlarıyla karşılaşarak tezlerini kabul ettirememişler. Bu sırada adını hatırlayamadığım bir hakşinas müsteşrik Hocaya demiş ki: “Üzülme Süheyl Bey, Türklerin ayrı bir sanatı ve medeniyeti olduğunu görmek için sadece mezar taşlarına ve yıldızları gökten indirerek onları minarelerin arasında yepyeni mana ve şekiller aksettirecek surette parlatan mahyalara bakmak bile yeter. Siz, İslam medeniyetine önemli ve başlı başına o kadar yeni unsurlar kattınız ki bunların her biri için medeniyet kelimesi kullanılabilir.”
Yıllardır yakından ilgilendiğim hemen her meselede bu değerlendirmenin abartılı bir kanaat olmadığını yakinen müşahede ettiğimi söylemeliyim. Ramazan Medeniyeti de bu isimlendirmenin en yerine oturmuş olanlarından biri belki de birincisi sayılabilir.
İslam milletlerinin hepsinde olduğu gibi ramazanla birlikte sosyal hayatta görülen canlılık ve değişimler Türk kültür, edebiyat ve sanatına daha kuvvetle yansımış, “Ramazan medeniyeti” adını rahatlıkla vereceğimiz bir değerler manzumesi ortaya çıkmıştır. Nitekim eski edebiyatımızda ramazan, ramazaniye ve bayramiye (ıydıyye), iftariye gibi şiir türleri yanında kaside ve gazellerden kıta, beyit ve müfretlere kadar değişik formlarda manzum-mensur metinlerde ramazan, estetik ve folklorik yönleriyle yer bulmuştur. Dinî-tasavvufi Türk edebiyatına ramazanın yansımaları ise daha çok didaktik örneklerle ve zühd-ü takva vesilesi olarak ortaya konmuştur. Batı tesiri altında gelişen yeni Türk edebiyatında da ramazana dair şiir, fıkra, hatıra, deneme, mektup türlerinde zengin bir edebî birikim bulunmaktadır.
Medeniyetimizin ramazana mahsus uygulamalarının daha çok öne çıkan unsurlarını da şöylece hatırlayabiliriz: Öncelikle ramazan karşılamaları içinde yer alan ve recep, şaban aylarında yoğunlaşan kandillerle gittikçe rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan ramazana kavuşmaya can atan gönüllerin heyecanıyla öne çıkan hazırlıklar… Şairin:
“İşâret edip kaş ucuyla hilâl
Kılın emr-i Hakk’a dedi imtisâl”
Beytinde zarifane ifade edilen ramazan hilalinin görülmesi yani rü’yet-i hilal meselesi… Hilalin görüldüğünü tespit ve tescil için yapılanlardan sonrasına işaret eden:
“Yevm-i şek sohbetine şîre sıkarken yârân
Sık boğaz etti basıp şahne-i şehr-i ramazan”
yahut:
“Bağteten sabit olup gurre firâşında imam
Hâb için yatmış iken etti terâvîhe kıyâm”
Mısralarında ifadesini bulan tatlı telâşlar içinde gerçekleşenler…
Ramazanın başladığını ilan için atılan toplar, yakılan mahyalar ve uçurulan kandiller halkı en çok heyecanlandıran hadiselerdir.
Ramazanın en canlı mekânları camiler, bu ayda gece gündüz dolup taşar:
“Kalb-i mü’min gibi mescid müteselli ma’mûr
Dil-i fâsık gibi meyhâne harâb u vîrân”
Yahut:
“Ol mâh-ı mübârek ki melâik kuş uçurmaz
Câmilere saf saf dizilir sübha-keşândır”
Özel bir tertiple kılınan teravihler, verilen ramazan vaazları, okunan mukabeleler ayrı ele alınacak kadar zengindir.
“Bil kadrini zirâ kim bu şehrin şeb-i Kadr’i
Bişek sebeb-i mağfiret-i âlemiyândır”
Beytinde dinî özellikleri şiirleştirilen Kadir Gecesinde, sultanlardan şehir ahalisine kadar geniş bir katılımla düzenlenen Kadir Gecesi törenleri ve alaylarıyla, hatim dua ve merasimleri, daha çok ramazanın dinî boyutuyla ilgili akislerdir.
Özellikle selatin camileri avlularında açılan ramazan sergileri, bereketlenen çarşı ve pazarlar ve bollaşan çeşit çeşit nimetler, ramazanın iktisadi hayata akseden yanlarıdır. Saray ev ve konaklarda zengin-fakir, davetli-davetsiz herkese açık iftar-sahur ziyafet ve sofraları, bu sofraları bereketlendiren nefis, leziz ramazanlıklar, ramazan yiyecek ve içecekleri adıyla anılacak kadar zengindir.
Ramazanın etkisiyle öne çıkan tiplerin başında yer alan ramazan imamları, hafızlar, ramazan mollası da denilen cerciler, duahanlar gibi din hizmetlileri; Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi fıkra kahramanları; Bektaşiler, tiryakiler, davulcular, bekçiler bu ayın hayata daha canlı olarak aksettirdiği tiplerdir. Bunların etrafında oluşan ramazan mânileri, fıkraları; bu ayda yapılan evliya, tekke, cami ziyaretleri arasında özellikle İstanbul’a mahsus hırka-i şerif ziyaretleri, kadir alayları, Kadir Gecesi ve bayram kutlamaları ayrıca ele alınacak kadar zengindir.
***
İftar ve sahur sofralarından İstanbul’da ziyaret edilecek cami ve tekkelerden, çeşitli ramazan âdetlerine kadar geniş bir alanı içine alan ramazan destan ve mânileri ramazan edebiyatına ayrı bir renk katmış metinlerdir. Eyüplü Mustafa Şükrü’nün Ramazan ve Bayram Davulcusu (İstanbul 1338 r./1340.), Mehmed Halid Bayrı’nın Bekçi ve Ramazan Mânileri (İstanbul 1959.), Âmil Çelebioğlu’nun Ramazanname’si (İstanbul 1973.), M. Sabri Koz’un Bekçi Baba: Ramazan Fasılları (İstanbul 1998.) adlı derlemeleri bu gibi destan ve manileri ihtiva etmektedir.
Teravihin her dört rekâtı arasında okunmak üzere bestelenmiş ramazan ilahileri son yıllarda gittikçe öne çıkmaktadır. Ramazan ilahilerinden, karşılama geceleri adıyla anılan ilk iki haftada okunmaya mahsus olanları, çoğu kere “Merhaba ya şehr-i ramazan/ Hoş geldin ya şehr-i mağfiret ve’l-gufran/ Ya şehr-i nüzûli sure” gibi hitap cümleleriyle başlar veya nakarat hâlinde beyit aralarıyla sonlarında tekrarlanırdı. Uğurlama geceleri adıyla anılan son iki haftada okunmaya mahsus olan ilahilerde ise ramazanın sona ermesinden doğan hüzne işaret maksadıyla “Elveda ya şehr-i ramazan/ Elveda ey mâh-ı mübarek” gibi mısra ve nakaratlara yer verilmiştir. Temcit ve tespihler de ramazan musikisinin önemli unsurlarıdır.
Şeyh Hayrullah Taceddin [Yalım] Efendi’nin, ramazanda okunabilecek bu tür ilahileri derleyen Ramazân-ı Şerîfe Mahsus Mecmûa-i İlâhiyât (İstanbul 1326.) ile Mızıkalı Hafız Yaşar Okur’un Ramazân-ı Şerîfe Mahsus Elli Yıllık Ünlü İlâhiler (İstanbul 1963.) adlı eserler iyi birer derlemedir.
Ramazan fıkralarının birçoğu da şu eserlerde yayımlanmıştır: Mehmed Hilmi b. Osman’ın Ramazan Geceleri Eğlenceleri (İstanbul 1326.) ve Gülünçlü Letâif-i Ramazan’ı (İstanbul 1327.), Fikret Madaralı’nın Top Patladı Oruç Bozuldu adlı eseri (İstanbul 1948.), Selahattin Güngör’ün Ramazan Fıkraları ile (İstanbul 1954.) Mahmut Bayraktaroğlu’nun Ramazan Fıkraları (İstanbul 1966.)
Ramazan mektupları arasında Namık Kemal’in Tasvîr-i Efkâr’da neşrettiği 1283 (1867) ramazanına ait müşahedelerini aktaran “Ramazan Mektubu”, türünün en tanınmış örneğidir.
Hatırat türü eserler de zevkle okunacak kitaplardır: Çaylak Tevfik’in İstanbul’da Bir Sene (1299-1300), Semih Mümtaz S.’nin Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler (İstanbul 1948.), Halit Fahri Ozansoy’un Eski İstanbul Ramazanları: Bütün Âdetleri, Eğlenceleri, Hatıraları, Fıkraları (İstanbul 1968.), Balıkhane Nâzırı Ali Rızâ Bey’in İstanbul’da Ramazan Mevsimi (haz. Ali Şükrü Çoruk, İstanbul 1998.), Ahmet Süheyl Ünver’in Bir Ramazan Bin Bir İstanbul (haz. İsmail Kara, İstanbul 1997.) adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. Bir tekke mensubu olan Ahmed Esad Benim’in Ramazan Geldi Hoş Geldi (İstanbul 1949.), adlı eseri zamanın tanınmış imam, hafız ve vaizlerinin isimlerine varıncaya kadar temas etmiş olması bakımından önemlidir. Abdullah Cevdet’in (İbn-i Ömer Cevdet adıyla) Ramazan Bahçesi’yle (İstanbul, 1308.) Muhammed Şemseddin (İstanbul 1308.), Şerefeddin Mağmumi (İstanbul, 1311.) ve Hafız Mustafa Remzi’nin Ramazan Hediyesi (İstanbul 1338 r./1340.) bu mübarek ay vesilesiyle hazırlanmıştır.
Ramazan, birçok şarkiyatçı ve yabancı yazarın ilgisini çekmiştir: Gérard de Nerval’in Doğuya Seyahat Ramazan Geceleri (trc. Muharrem Taşcıoğlu, Ankara 1984.) adlı eseri bunlardandır.
XIX. yüzyıldan itibaren gazete ve dergilerde ramazanın dinî ve folklorik yönlerini öne çıkaran yazılar arasında, Ahmed Rasim’in gazete yazıları Muzaffer Gökman tarafından sadeleştirilerek Ramazan Sohbetleri adıyla yayımlanmıştır. (İstanbul 1967.) Cenab Şahabeddin’in 1920 yılı ramazanında Alemdar ve 1922’de Peyâm-Sabah gazetelerinde çıkan yazılarını Abdullah Uçman İstanbul’da Bir Ramazan adıyla derlemiştir. (İstanbul 2006.)
Ramazan vaaz ve irşat hayatına farklı yaklaşımlar getirmiştir. Osmanlı sarayının bu konudaki geleneksel uygulaması XVIII. yüzyılda başlayıp XX. yüzyıla kadar sürmüş olan huzur dersleridir. Bu faaliyetlere katılan isimler, kimlikleri ve verdikleri dersler Ord. Prof. Dr. Ebulula Mardin tarafından Huzur Dersleri I adıyla yayımlanmıştır. (İstanbul 1951; II-III [nşr. İsmet Sungurbey, 1966.) Halk arasında yaygın olan irşat uygulaması ise kürsü şeyhlerinin ve vaizlerin selatin camilerinde verdiği vaazlardır. Medreselerde okuyan talebe ise dinî hizmetler için ramazanlarda ülke sathına yayılırdı. Bunların vaazlarda kullanmaları için hazırlanan özel kitaplar arasında Kâmil Miras’ın Ramazan Musâhabeleri (İstanbul 1949.), Yakup Altın’ın Otuz Ramazan Otuz Mevıza Vaaz Notlarım (İstanbul 1969.) ile Abdullah Nasıh Ulyan’ın Otuz Ramazan-ı Şerif Vaazı (İstanbul ts.) yer alır.
Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Mustafa Âsım Köksal, Mustafa Runyun, Kemal Edip Kürkçüoğlu gibi isimler Türkiye radyolarında dinî sohbetlerin yayımlanmaya başlandığı 1952’den itibaren radyoda bu ay vesilesiyle dinî konuşmalar yapmışlardır: Radyo Konuşmaları: Ramazan 1966-1967 (Ankara 1967.); Radyoda 1967 Ramazanı, Dinî Ahlâkî İftar Sohbetleri (Ankara 1963.); Kemal Edip Kürkçüoğlu’nun Ramazana Girerken adlı eseri (Ankara 1956.) özellikle dinî konuların anlatımında geliştirdiği din dili olarak adlandıracağımız özel ifade tarzıyla dikkati çekmektedir.
Yeni Türk edebiyatında ramazanla ilgili bir hayli şiir arasında Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci içinde bulunduğu yıllarda yazılmış olanlarında bir münacat havası hâkimdir. Mehmet Akif Ersoy’un 1910 yılında kaleme aldığı, aşağıdaki metnini vereceğimiz şiiri bunların karakteristik örneğidir. Tevfik Fikret’in “Ramazan”, yine Mehmet Akif’in “Bayram”, Yahya Kemal Beyatlı’nın “Atik Valde’den İnen Sokakta” ve “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” isimli şiirleri de ramazanla ilgili tanınmış manzumelerdir. Filiz Kılıç ve Muhsin Macit’in Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri: Güldeste (Ankara 1995.) adlı derlemesi bunlar için kaynaktır.
Sözlerimizi, duaların kabul olunacağı şu mübarek ramazan günlerinde hepimizin canıgönülden katılacağımız niyazları içine alan Mehmet Akif’in “Ramazan” şiiri ile bitirelim:
“Yâ rab, şu muazzam ramazan hürmetine
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise
Yârab, şu asırlarca süren tefrikadan
Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se.
Mâdâme ki verdin bize bir rûh-i nevîn,
Yârab, daha bir nefha-i te’yîd insin!