Makale

DİNİ SORULAR ve CEVAPLAR

DİNİ SORULAR ve CEVAPLAR

Hazırlayan: Dinî Sorulan Cevaplandırma Komisyonu

Kimsesiz çocuklar evlat edinilebilir mi? Dinî hükümlere göre evlat edinen ile evlatlık arasındaki ilişkiler nasıldır?
İslâm dini, sosyal dayanışmaya önem vermiş ve hayırda yardımlaşmayı tavsiye etmiştir. Kur’an’da, "(...) iyilikte/iyi işlerde ve takvâda yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın." buyurulmaktadır (Maide, 2). Hz. Peygamber de, işaret ve orta parmakları ile işaret ederek "Ben ve yetime bakan kimse, cennette şöylece beraberiz." buyurmuştur (Tirmizi, Birr,14). Bu nedenle, sevgi, şefkat ve korumaya muhtaç kimsesiz çocuklar, kendilerine yardım eli uzatılarak, ailelerin yanında veya çocuk yuvalarında himâye edilmeli; eğitilip, sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmalıdır.
Bununla birlikte evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli doğmaz. Nitekim Kur’an’da, "Allah, (...) evlâtlıklarınızı öz çocuklarınız gibi kılmamıştır. (...) Onları babalarına nispet ederek çağırın; bu, Allah katında daha doğru ve adaletlidir..." buyurulmaktadır (Ahzab, 4-5). Ancak bakımı üstlenilen çocuk, süt emme çağında (0-2 yaş arasında) emzirilirse, emziren kadının ve kocasının süt çocuğu olur.
Evlat edinilen çocuk ile evlat edinen aile arasında bir kan bağı veya süt hısımlığı yoksa, buluğ çağına erişmesinden sonra ilişkileri mahremiyet kurallarına uygun olmalıdır.
Evlat edinenler hayatta iken diledikleri kadar malı evlatlık olarak büyütülen çocuğa hibe edebilecekleri gibi, mallarının üçte birini vasiyet yoluyla da bırakabilirler.
Yetime vasî olan kişi, hizmetlerine karşılık ücret alabilir mi?
Yetime vasî olan kişi, hizmetleri karşılığında herhangi bir ücret almamalı, bunu Allah rızası için yapmalıdır. Nitekim Kur’an’da, "Yetimin malına, buluğ çağına erişinceye kadar, kötü niyetle yaklaşmayınız..." buyurulmaktadır (isrâ, 34). Ancak vasinin muhtaç olması durumunda ücret alınabilir. Konuyla ilgili olarak Nisa suresinde, "Yetimleri deneyin. Evlenme çağına erdiklerinde, eğer reşit olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler diye, israf ederek ve aceleye getirerek yetimlerin mallarını yemeyin. Kim zengin ise (yetim malından yemeye) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter." buyurulmaktadır (Nisa, 6).
Anne-baba, çocuklarından birine bağışta bulunurken, diğerlerinden izin alması gerekir mi? Mal veya hediye verme konusunda çocuklan arasında aynm yapabilir mi?
Kişi, mülkiyetinde bulunan mal üzerinde dilediği gibi tasarruf hakkına sahip olduğundan, çocuklarından birine bağışta bulunurken diğerlerinin muvafakatini almak zorunda değildir. Bununla birlikte, anne babanın çocuklarına karşı başlıca görevlerinden biri de aralarında herhangi bir ayırım yapmaksızın onlara karşı âdil muamelede bulunmaktır. Böyle bir davranış, onların görevi olduğu kadar çocuğun da tabii hakkıdır. Çocukların kız-erkek, büyük-kü- çük olması sonucu değiştirmez.
Sahabeden Beşir b. Sa’d, oğlu Nu’man’a bir hibede bulunmak istediğinde eşi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i buna şahit tutmasını ister. Beşir bunun için Resûl-i Ekrem’e gelir ve olayı anlatır. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Öteki çocuklarına da bir şey bağışladın mı?" diye sorar. "Hayır" cevabını alınca da şöyle buyurur: "Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olun ve çocuklarınız arasında adaletli davranın" (Buhârî, Hibe,12; Müslim, Hibât, 13). Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu ifadesinden sonra Beşir b. Sa’d hibesinden dönmüştür (Müslim Hibât,13). Konuyla ilgili bir başka hadislerinde ise Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bağış konusunda çocuklarınıza âdil davranın. Şayet birisini tercih etmem gerekseydi kadınları erkeklere tercih ederdim" buyurur (Said b. Mansur, Sünen, I/97, Nr.293).
Ancak, çocuklardan biri veya bir kısmının, tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanması, a’malık, zihinsel özürlülük vb. bir engelinin olması, büyük bir borç yükü altında bulunması, ailesi kalabalık olup geçim sıkıntısı çekmesi, ilmi faaliyetlerde bulunup da ihtiyaç içinde olması gibi sebeplerle ötekilerden daha muhtaç durumda olmaları halinde, kendilerine ihtiyaçları oranında fazla verilebilir.
Çocuklara isim verilirken nelere dikkat edilmelidir?
Anne babanın evladına karşı vazifelerinden biri de onlara güzel bir isim vermeleridir. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, "Siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Bu cihetle çocuklarınıza güzel isim koyunuz" buyurmuşlardır (Ebû Dâvûd, Edeb, 69). Bu bakımdan isimlerin İslâmî örfde yeri olan isim ve kelimelerden seçilmesi güzel ve tavsiye edilen bir şey ise de bunun mutlaka Arapça olması ve bu ismin Kur’an-ı Ke- rim’de geçmesi gerekmez, isim koyarken dikkat edilecek husus, konulan ismin yadırganmayacak anlamlı bir isim olmasıdır.
İsim koyarken yapılması gereken dini bir merasim yoktur. Çocuk dünyaya geldiğinde sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunması sünnettir. Bunu babası, aile büyüklerinden birisi veya başka bir kimse de yapabilir.
Çocukları sünnet ettirmenin hükmü nedir?
Kur’an-ı Kerim’de sünnet olmaktan bahse- dilmemektedir. Ancak, sünnet olmak hadisle sabittir. Nitekim Hz. Peygamber beş şeyin fıtrattan olduğunu belirtmiş ve sünnet olmayı bunlar arasında saymıştır (Bûhârî, Libas, 61). İslâm bilginleri, "hadiste geçen bu beş şey, ilahi dinlerin üzerinde ittifak ettiği, Peygamberlerin de uyguladığı eski bir adettir." demişlerdir, (m.e.b. Islâm Ansiklopedisi, 5/1 sh. 544). insanlık tarihinde ilk olarak Hz. İbrahim’in sünnet olduğu rivayet edilmektedir (Buhârî, Enbiyâ, 11).
Buna göre sünnet olmak, İslâm’ın şiârından kabul edilmiştir. Çocukların 7-12 yaşları arasında sünnet ettirilmeleri uygun olmakla birlikte, bundan önce de ettirilmesinde sakınca yoktur.
Özürlü/özür sahibi kime denir, nasıl ab- dest alır, özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin hükmü nedir?
Dinmeyen burun kanaması, yaradan kan sızması, idrar tutamama, devamlı kusma, kadınların hayız ve nifas dışındaki akıntısı gibi bedenî rahatsızlıklar, en az bir namaz vakti süresince devam etmesi halinde, özür olarak kabul edilmiştir. Böyle olan kimseye de özürlü/özür sahibi denir.
İslâm dini kolaylık dinidir; kişiye gücünün üstünde yük yüklemez. Özür sahibi sayılan kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için birtakım kolaylıklar getirmiştir. Özür sahipleri, her vakit için abdest alır ve mazeret teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hal meydana gelmedikçe, bu abdestle o vakit içerisinde dilediği kadar namaz kılar, Kur’an-ı Kerim okur ve diğer ibadetlerini yaparlar. Namaz vaktinin çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir halin meydana gelmesiyle özür sahibi kimsenin abdesti bozulur.
Kişiyi özür sahibi kılan hal, bir namaz vakti boyunca hiç meydana gelmezse, özür ortadan kalkmış olur ve o kimse özür sahibi olmaktan çıkar.
Özür sahibi kimseden akan kan, irin, idrar gibi şeylerin çamaşıra bulaşması halinde, bundan kaçınılması mümkün değil ve temizlendiğinde tekrar bulaşacaksa çamaşır yıkanmadan namaz kılınabilir. Fakat elbiseye tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir.
İma ile namaz
İslâm dini, kolaylık üzerine bina edilmiştir. Buradan hareketle sorumluluklar da kulun gücüne göre belirlenmiş, gücü aşan durumlar için kolaylaştırma esası getirilmiştir. Hastalık da bu kolaylaştırma sebepleri arasında yer almaktadır.
Buna göre, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen veya ayakta durmakta zorlanan kimse, oturarak namazını kılabilir. Rükû veya secde etmeye gücü yetmeyen kişi, rahatsızlığı sebebiyle ayaklarını yana veya kıbleye uzatarak da olsa yere oturamıyorsa, ayakta veya tabure, sandalye, sedir vb. yerlere oturarak namazını îmâ ile kılabilir. Oturarak namaz kılamayan, sırt üstü yattığı yerde ima eder.
"İma", namazda rükû ve secde yerine başla işaret etmek demektir. Bu şekilde namaz kılan kişi, rükû için başı biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer. Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir. Bu durumda olan bir kimse, usulüne göre, namazını imâ ile kılar.
Bir kişi, ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa, ayakta veya oturarak ima ile namazını kılabilir ancak oturarak ima ile kılması uygundur. Terah edilen görüşe göre kaş veya göz ile ima ederek namaz kılınmaz. Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimsenin namaz kılması gerekmez.