Makale

TABİAT OLAYLARI VE AFETLER

Prof. Dr. Abdurrahman Çetin
UÜ ilahiyat Fakültesi

TABİAT OLAYLARI
VE AFETLER

Tabiat ve tabiat olayları
Tabiat yani doğa; Allah’ın yarattığı şeylerin tamamı, kâinatın / evrenin bütünü, maddî âlem demektir. Bu âlemde görülen olaylara da tabiat olayları denir. Tabiatı Allah yarattığı gibi, tabiat olaylarının yaratıcısı da Allah’tır. Tabiatı Allah yerine koyup: "Bunu tabiat verdi, doğa yaptı" demek haramdır. Her şeyi Allah yaratmıştır, tabiatı ve tabiatta bulunan canlı cansız bütün varlıkları da Allah yaratmıştır.
Tabiat, Allah’ın koyduğu kanunlara göre hayatiyetini devam ettirmektedir. "Tabiat kanunları" denilen şey, Allah’ın koyduğu kanun ve kurallardır. Bir tek yaratıcı vardır; o da Allah’tır.
Güneş ve ay tutulması, mevsimlerin oluşması, rüzgârların esmesi, kar ve yağmurların yağması yahut yağmaması, yıldırım, sel, deprem, toprak kayması, ağaç ve bitkilerin çiçek açması, ürün vermesi, sonra da sararıp solması, insan ve hayvanların doğup büyümesi, yaşlanması ve ölmesi... vb. bütün olaylar, Yüce Allah’ın gücü, takdiri ve koyduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşir.
Afetler
Afet; belâ, musibet, hastalık gibi mânâlara gelir. Başta inkâr, şirk, küfür gibi inançla ilgili hususlar olmak üzere, insanın kendisinde bulunan birtakım ahlâkî bozukluklar, meselâ riya, kin, kıskançlık gibi duygular; yalan, gıybet, iftira gibi kötü sözler, İslâm ahlâkında afet olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca insanın yaptığı kötülükler ve günahlar da afet olarak nitelenmiştir. (Afet kavramı hakkında bkz: Mustafa Çağrıcı, "Afet", DİA, I, 398.)
Bir de halk arasında daha yaygın olarak kullanılan afet anlayışı vardır ki, bu da başa gelen üzücü olaylar, özellikle deprem, sel baskını, kuraklık, salgın hastalık ve yangınlar gibi toplumu kuşatan olumsuzluklar afet olarak değerlendirilir. Bu bahiste özellikle bu konular üzerinde durulacaktır. Afetlerin hikmeti
Dinimizde başa gelen birtakım olumsuzluklar belâ kelimesiyle nitelendirilmiştir ki, bunda derin bir hikmet ve incelik vardır. Çünkü belâ terimiyle, Yüce Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve mânevî sıkıntı, dert ve külfetler kastedilir. Esasen belâ kelimesi sözlükte deneme, sınama, imtihan anlamındadır. Başa gelen olumsuzluklarla İnsan denenmiş olmaktadır. (Bu konuda bkz: Süleyman Uludağ, "Belâ", DİA, v, 380) Bu husus, aşağıdaki âyetlerde açık bir şekilde görülmektedir:
"Andolsun ki sizi, biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: "Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. "İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardir." (Bakara, 155-157)
"Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de dirilten de O’dur." (Necm, 43-44)
"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır." (Hadid, 22-23)
"Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (Münâfikûn, 11)
"Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir." (Teğâ-bün, 11)
Peygamberimizden hadisler
Peygamber Efendimiz, başa gelen olumsuzlukların kötülük olarak değerlendirilmemesini, bunların imtihan vesilesi olduğunu ve Müslüma- nın sabrı ölçüsünde mükâfat kazanacağını bildirmiştir. Onun konuyla ilgili bazı hadisleri şöyledir: "Musibetlerin çoğu enbiyaya, sonra evliyaya, daha sonra da derecelerine göre diğer insanlara isabet eder. Kişi, dindarlığına göre imtihana tabi tutulur. Dininde salâbet (sebat) sahibi olanın imtihanı daha zordur. Daha az salâbet sahibi olanın imtihanı da dindarlığı nispetinde olur. Bu şekilde belâlar günahlardan arınıncaya kadar kulun başından eksik olmaz." (Tirmizî, Zühd, 56; Ibn Mâce, Fiten, 23) "Yüce Allah bir kimseye hayır dilerse, (O kimsenin günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için), onu musibete uğratır." (Buharî, Merd- â, 1)
"Mükâfatın büyüklüğü, imtihanın büyüklüğü oranındadır. Yüce Allah bir kavmi severse, onları imtihan eder. Bir kimse Allah’ın takdir ettiğine razı olursa, Allah da ondan razı olur. Bir kimse imtihana razı olmaz isyan ederse, Allah’ın gazabına uğrar." (Tirmizî, Zühd, 56; Ibn Mâce, Fiten, 23)
"Erkek olsun kadın olsun, bir mümin Yüce Allah’a günahsız, tertemiz kavuşuncaya kadar, başından, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz." (Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, 1, 81)
Bununla birlikte her türlü olumsuzluklardan Allah’a sığınmak ve Allah’tan âfiyet dilemek de Peygamberimizin tavsiyeleri arasındadır.’’ (Tirmizî, Deavât, 91)
Afet sonucunda ölenler
Dinimize göre Allah yolunda canını veren kimseye şehit denir. (ISAM, İlmihal, İstanbul 1999, 1, 377) Bunun dışında bazı durumlarda hayatını kaybedenlerin de şehit sayılacağı bildirilmiştir. Peygamberimizin hadislerinden öğrendiğimize göre: 1- Veba, kolera, sıtma vb. bulaşıcı salgın hastalıktan ölen, 2- Karın hastalığından ölen, 3- Suda boğulan, 4- Yıkık altında kalıp ölen (Buhari, Cihad, 29), 5- Zâtülcenbden (akciğer hastalığından) ölen, 6- Yanarak ölen, 7- Hamile olarak ölen kadın, 8- Yol kesenler tarafından öldürülen, 9- Haksız yere öldürülen (Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VIII, 293; ISAM, İlmihal, I, 377-378), 10- Malını muhafaza uğrunda öldürülen kimseler şehittir. (Buhari, Mezâlim, 33) Peygamberimiz: "Şehit, cennettedir." (Ebû Dâvud, Cihâd, 25) buyurmuştur.
Bazı toplumların başına gelenler
Afet ve musibetler imtihan için olabileceği gibi, bazen ceza olarak da gerçekleşebilir. Kur’an-ı Kerim’de bazı toplumlarda görülen yaygın inkâr ve azgınlık sebebiyle onların toptan cezalandırıldıkları bildirilmiştir.
Meselâ Yüce Allah, inkârda direnen Nuh kav- mini tufanla, zenginliğiyle övünüp inanmayı reddeden Ad kavmini yıldırımla, Semud kavmini korkunç bir çığlıkla, homoseksüel bir toplum olan Lut kavmine taş yağdırarak, hilekârlıklarıyla ünlü Med- yenlileri korkunç bir sesle, Firavun ve yandaşlarını da suda boğarak cezalandırmıştır. Kur’an’ın muhtelif yerlerinde anlatıldığı gibi, Hud sûresinde topluca ifade edilen (Bkz: Hud, 25-99) bu gerçeklerin sonunda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"(Ey Muhammedi) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır. Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah’ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir! işte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür." (Hud, 100-103)
Şu ayetler de dikkat çekicidir: "İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu, görün. Onların ÇOğu müşrik İdi." (Rum, 41-42)
Abdullah bin Ömer’in bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah, bir topluma azap etmek isteyince, o toplum içinde bulunan (iyi ve kötü) herkese azap dokunur. Sonra (kıyamet gününde) herkes kendi amellerine göre diriltilir (iyiler mükâfat, kötüler ceza görür)." (Müslim, Cennet, 84)
Peygamberimize: "İçimizde iyiler olduğu halde felâkete uğrar mıyız? diye soruldu. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: "Fenalık çoğalırsa, evet." (Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I, 231)
Peygamberimiz: "Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder ve kötülükten nehyedersiniz, yahut Yüce Allah size azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız, fakat duanız kabul edilmez." (Tirmizi, Fiten, 8) buyurmuştur.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimize hitaben: "Sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir." (Enfâl, 33) buyurmuştur. Bu ayet; Peygamberimiz vefat ettikten sonra da onun sünneti yaşatılırsa, Peygamberimizin ruhaniyetinin bu kimselerin arasında olacağı ve böylece Allah’ın onlara da toptan azap etmeyeceği; bunun yanında istiğfarın kıyamete kadar geçerli olduğu ve Allah’a tevbe edip O’dan af,mağfiret ve rahmet dileyenlerin de toplu azaptan kurtulacakları şeklinde de yorumlanmıştır. (Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1988, III, 507) Bu ayetle ilgili olarak Peygamberimizin şöyle buyurduğu da nakledilmiştir: "Yüce Allah, ümmetim için bana iki güvence indirdi: ’Sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.’ Ben vefat edince onlara kıyamete kadar istiğfarı bırakacağım." (Tirmizi, Tefsir, Enfâl, 9)
Peygamberimiz ve tabiat olayları
Peygamberimiz, şiddetli rüzgâr estiği zaman endişe eder, ümmetinin başına bir musibet gelmemesi için Allah’a dua ederdi. (Buhari, Istiskâ, 25) Peygamberimiz yağmuru gördüğü zaman "Allah’ım, bize faydalı yağmur ver" diye dua ederdi. (Buhari, Istiska, 23)
Enes bin Mâlik şöyle demiştir: Peygamber (s.a.s.) zamanında kuraklık olmuştu. Bir cuma günü Rasülüllah hutbe okurken, bir kimse ayağa kalkarak:
- Ya Rasülallah! Mallarımız helâk oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Bizim için Allah’a dua ediver dedi. Peygamberimiz iki elini kaldırdı ve:
- Allah’ım bize yağmur ver, Allah’ım bize yağmur ver, diye duaya başladı ki, biz o sırada gökyüzünde hiçbir bulut parçası görmüyorduk. Allah’a yemin olsun ki, bulutlar dağlar misali gökyüzünü kaplamadıkça Rasülüllah ellerini indirmedi ve minberden de inmedi. Nihayet yağmur tanelerinin onun sakalı üzerinde yuvarlandığını gördüm. Yağmur bir hafta boyu devam etti. Ertesi cuma, bu sefer yağmurun zarar vermeye başladığı ifade edilerek, Peygamberimizden yağmurun kesilmesi için dua etmesi istendi. Rasülüllah:
- Allah’ım etrafımıza yağdır, üzerimize değil diye dua etti. Bunu söylerken de eliyle hangi yöndeki buluta işaret ediyorsa, orası açıldı ve Medine’nin üzeri tamamen açıldı, diğer bölgelere (dağlara, tepelere, derelere, ağaçlıklara) ise bir ay bol bol yağmur yağmaya devam etti. Çevreden gelenler bol yağmur yağdığını söylediler. (Buhârî,
Cuma, 35; Istiskâ, 6,24; Müslim, Istiskâ, 9)
İnsanların başına gelen afetlerden birisi de depremlerdir. Deprem teknik tanım olarak, toprağın derinliklerinde biriken enerjinin boşalması sebebiyle yerin kırılması, çökmesi ve kaymasıyla meydana gelen sarsıntıdır. Deprem, Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşen bir olaydır.
İnsanlar deprem, kuraklık, sel baskını, salgın hastalık... gibi afetlerden ders çıkarmalı, olayları sebep sonuç ilişkisine bağlayıp geçiştirmemeli, gereken maddî ve manevî tedbirleri almalıdır.
Musibete karşı tedbir
Hayır da şer de Allah’tandır. Ancak hayrın ve şerrin yaratılmasında kulun da büyük rolü vardır. Kul hayrı isterse, Allah hayrı yaratır; şerri yani kötülüğü isterse onu yaratır. Nitekim bir ayette buna işaret edilerek şöyle buyurulmuştur: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder." (Şurâ, 30)
İnsanlar tabiî afetlere, salgın hastalıklara karşı tedbir almakla mükelleftir. Meselâ sel baskınlarına karşı korunmak için yerleşim ve tarım alanlarını buna göre belirlemek, salgın hastalıkları önlemek için tıbbın gösterdiği tedbirleri almak gerekir. Depremle ilgili olarak da konunun uzmanlarının tavsiyesine göre: 1- Depremden korunmak için öncelikle sağlam zemine, sağlam binalar yapmalıdır. 2- Binaların depreme dayanıklılığı kontrol ettirilmeli, gerekiyorsa bina güçlendirilmelidir. 3- Bina içindeki gardrop, kitaplık ve tablo gibi düşebilecek, devrilebilecek eşyalar duvara sabitlenmelidir. 4- Gerekli ilâçlar, ilk yardım çantası, el feneri, radyo, para, bir miktar bisküvi, kuru yiyecek vb. lüzumlu görülen şeyler önceden bir valiz içinde hazır bulundurulmalıdır. 5- Aile arasında deprem anında ne yapılacağı, nasıl davranılacağı önceden konuşulmalı, uygulaması yapılmalıdır. 6- Elektrik, su ve gaz şebekesinin nereden ve nasıl kapatılacağı önceden öğrenilmelidir. 7- Deprem sırasında sakin olmalı, sağlam bir masanın altına girerek veya sağlam bir eşyanın yanına sığınarak başı korumaya çalışmalıdır. 8- Düşebilecek veya devrilebilecek eşyalardan uzak durmalıdır. 9- Deprem sırasında balkon, merdiven ve asansöre koşmamalı, bina içinde kalmalı, sarsıntı bitince bina terk edilmelidir.
İmkânlar ölçüsünde gereken önlemleri aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmelidir. Yüce Allah, hayatı ve ölümü kimin daha iyi ve güzel iş yaptığını ortaya koymak için yarattığını bildirmiştir. (Mülk, 2) Başa gelenleri de bir imtihan olarak değerlendirmeli, Allah’a isyan sayılabilecek söz ve davranışlardan sakınmalıdır.