Makale

Bilgi ve Bilgelik

Dr. Yaşar Yiğit
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Bilgi ve
Bilgelik

İnsanoğlu tarih boyunca hayatı başta olmak üzere "varilken anlamı ve esrarını arama, araştırma, sorgulama gayret ve çabasında olmuştur. Bu serüvende bilginin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira varlığın esrar ve hikmetinin keşfedebilmesinin temelinde bilgi ve bilginin bilgeliğe dönüşmesi yatmaktadır. Günlük dilde bilge kelimesi, dünya ile uyumlu, kendi kendine yeterli, bilinçli yaşayan ve eylemlerini düşünerek yapan insan anlamına gelir. Bilge; çok iyi derecede bilen, kendine hakim, bildiğini kendisi ve başkaları için faydalı olacak şekilde kullanabilen (Özkan, zülfikar, Bilgeliğe Yöneliş, Istanbul Z003, s. 29), her şey hakkında doğru ve akla uygun karar verebilen, iç çalkantılardan ve ihtiraslardan arınmasını bilen akıllı kişidir. (O/kan, s. 27) Eş anlamlısı da, akıllı ve bilgili insandır. Antik çağ Yunan felsefesine göre akla uygun, Stoacılara göre doğaya uygun davranmak da bilgeliktir. Varlığı sorgulayan bilim dalı olarak nitelendirebileceğimiz felsefenin ilk adının bilgelik olması da dikkat çekicidir. Bilindiği gibi felsefe; Grekçe, hikmet sevgisi anlamındaki ’filasofia’ kelimesinden gelmektedir.

"İnsan bilgeliğe erse, her şeye, hayatına yararlı ve gerekli olduğu ölçüde değer verir."
Montaigne

İslâm kültür ve düşünce tarihinde her ne kadar farklı anlamlar yüklense de hikmet (Ayrıntılı bilgi için bkz. Kutluer, ilhan, "Hikmet", DİA, c.xvii, s. 503) kavramı bilgelik ile hemen hemen aynı anlamda kullanılmıştır. Biz de bilgi ve bilgeliği ilim-hikmet ekseninde ele almaya çalışacağız. Genel olarak hikmet; insanın gücü ölçüsünde nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesi, ilim-amel bütünlüğü, gerçeği ifade eden her türlü söz, gereksiz lafızlardan arındırılmış akla uygun özlü söz (Cürcani, Tarifat,) şeklinde tanımlanmıştır. Bu ve benzeri tanımların ortak noktasını, bilginin içselleştirilmesi, pratiğe yansıtılması, birey ya da toplumsal bazda faydaya dönüştürülmesi, ilim-amel uygunluğu teşkil etmektedir, İslâm dininde öğrenmeye, ilme, bilgiye ne derece önem verildiği izaha gerek duymayacak ölçüde açıktır. Yüce Kur’an’ın ilk emrinin oku oluşu (Alak, 1-2), bilenlerle bilmeyenlerin eşitlenmemesi (Zümer, 9) bu önemin temellendirilmesi açısından yeterli delilleridir. Aynı şekilde Alemlere rahmet olarak gönderilen Resûlullah (s.a.s.)’ın ilmi teşvik eden, bilgini öven, anlam yüklü nice hadisleri ve uygulama örnekleri mevcuttur. (Bkz. Buhari, İlim, 10; Tirmizi, İlim, 19) Bu hadislerden birini örnek olarak zikretmekle yetineceğiz. Kâinatın efendisi (s.a.s.) ilmin önem ve faziletini şöyle dile getirmiştir: "Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide (ibadete düşküne) karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur." (Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19)
Gerçekten bilgi, en büyük güç ve değerdir. Yüce ve kıymetli değerlerin, temelinde hep bilgi yatmaktadır. Bilgi; cahil, kaba bir insanı bile, medenî bir insana dönüştürebilmektedir. Hammadde hâlindeki demir yığınının, otomobile, uçağa, bilgisayara ve hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz daha nice materyallere dönüşümünün temelinde bilgi yatmaktadır. Bütün bunlar gösteriyor ki, bilgi, değersiz bir olguyu değerli bir materyal ya da madde hâline çevirecek güce sahiptir. Ancak hemen ifade edelim ki, İslâm dini bireysel ya da toplumsal bazda faydaya dönüştürülmeyen, hayata yansıtılmayan, amel boyutu olmayan bilgiye değer vermez. Bu anlamda bilginin, sahibini bilgeliğe sevk etmesi beklenmektedir. Diğer taraftan bilgisini içselleştirmeyenler, akıl ve gönül bağını kurmayanlar, söylemini eylemine dönüştürme- yenler kınanmaktadır. Nitekim Sevgili Peygamberimizin fayda vermeyen bilgiden Allah’a sığınması bu anlamda oldukça manidardır. Kutlu Elçi (s.a.s.) Yüce Yaradan’a şöyle yakarır: "...Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım." (Müslim, Zikir 73) Genel bir ifadeyle birey ve topluma fayda sağlamayan, işlevsiz kuru bilgi hiç de önemli değildir, ilim-amel ilişkisine vurgu yapan hadisler (Müslim, Zikir, 73; ibn Mace, Mukaddime, 23; Dua, 2, 3, Edeb, 28) bilginin insanlığı itika- dî, ahlâkî, estetik, ekonomik vb. yönlerden daha yüksek seviyelere taşıması gerektiğine işaret etmektedir. Böylece davranış ve uygulama plânında somutlaşmayan bilginin insan için yararı olmayacaktır. Ancak bilgisizce yapılan amelin de ilimden daha faziletli ve değerli olduğu söylenemez. Bütün bunlar bilginin hikmetle bezenmesi gereğini vurgulamaktadır.
Tarihsel süreç içinde gerek Kur’an ayetleri bağlamında gerekse diğer ilmi disiplinler ekseninde hikmet üzerine birçok yorum yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette geçen hikmet terimi çerçevesinde yorum yapanlardan birisi de meşhur İslâm âlimi Fahreddin er-Razi’dir. O, hikmeti açıklarken dört anlam üzerinde yoğunlaşmış ve bu anlamların ortak noktasının bilgi olduğunu ancak doğruyu bilmenin yanında doğruyu yapmanın da hikmete dahil edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. (Razi, Mefatihu’l-Cayb, vıı, 67-68) Yine önde gelen müfessirlerden Zemahşerî de "Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar." (Bakara, 269) ayetini açıklarken hikmeti, ilim ve amel uygunluğu şeklinde yorumlamış, Allah’ın katında bilge kişinin, ilmiyle amel eden âlim olduğunu bildirmiştir. (Zemahşerî, Keşşaf, ı, 396) Bu itibarla insanoğlu için verilmiş en büyük nimetlerden biri olan bilgeliğe, bi- rilerin verdiği bir paye ile değil herkes sadece kendi gayreti ile ulaşabilir. Bilgelik, hayatın tabiî akışını az da olsa fark etmekle başlar. Bu fark edişle birlikte kişinin bir şey yapabilme özellikleri de aksiyoner hale gelir. Bu özelliklerin gelişmesi yeni seçenekleri ve bilinmeyen yolları keşfetmeyi kolaylaştırır. Bu yollardan biri de bilgelik yolculuğudur. (Özkan, s. 34)
Çağımızda herhangi bir ilim dalında uzmanlaşma yeterli ve temel amaç kabul edilmektedir. Bunun tabiî sonucu bilgi, nihaî amaç olarak görülebilmektedir. Bilgi kaynakları ve dağıtım araçları çoğalınca bilgi de çoğaldı; öz-kabuk misali ilimden malumata geçildi. Oysa önceleri bilgeler vardı, sonraları ise bilginler. Bilindiği gibi bilge, bilginden farklıdır. Bilgenin hayatını, bilgi ve şuurlu düşünce yönlendirir. Genel olarak, kendi dışındaki nesnelerin, insanların ve olayların bilgisine sahip olana bilgin, kendini bilene de bilge denir. Günümüzde insanlık âlemi olarak bilginlerin değil bilgelerin eksikliğini bireysel ve toplumsal hayatımızda her dem hissetmekteyiz. Şüphesiz bilgi, amaca ulaşmada etkin araçlardan birisi belki de en önemlisidir. Şunu ifade edelim ki bilgi ile ulaşılmak istenen amaçlar farklılık arz edebilir. Araç konumunda olan bilgi veya ilim, kişinin amacına ulaşmasında etkin ise, bu bilgi işlevsel olarak nitelendirilebilir. insanın amacı mutluluk, huzur ise, sahip olunan bilgi bu mutluluğu sağlaması durumunda daha bir anlamlıdır. Kişinin amacı insanca onurlu ve ahlâkî erdemler çerçevesinde yaşam ise, sahip olunan bilgi bu amacı sağlaması durumunda önem arz edecektir. Kur’an-ı Kerim’de, bilgi- amel ilişkisi, "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hali ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Cum’a, 5) benzetmesiyle dile getirilmektedir. Bu ayette gayet öz ve veciz bir şekilde sahip olduğu bilgi birikimini, davranışlarına, ahlâkına, bireysel ve toplumsal ilişkilerine yansıtmayan kimseler yerilmektedir. Kişi, ilişkilerinde ve davranışlarına yön vermede bilgisinin farkında olmalıdır. Bu itibarla uzmanlaşma, bilgeliği beraberinde getirirse bütün övgülere değer. Ancak salt uzmanlaşmanın tasvip edilemeyeceği açıktır. Bu anlamda bilgi değil, bilgelik önemlidir. Kızılderililere nispet edilen "Günümüzde kişiler bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Oysa bilgi geçmiştir, hikmet İse gelecek". (Kızılderili Lum- bee Kabilesi - Bütün Dünya Dergisi, Sayı : 2001/7, s.46) sözü aslında hislerimize ve söylemek istediklerimize tercüman olmaktadır.
İnsanın kendisini ve bu bağlamda evrenin esrarını keşif, bilginin asıl amacı, bilgi de bu keşfin temel aracıdır. Kendini bilen/hakîm/bilge insan, Evrenin yaratıcısı Hakîm Allah’ı bulacaktır. O’nu bulan her şeyi bulmuş, O’nu kaybeden de şüphesiz her şeyi kaybetmiş olacaktır. Herhalde bu amaçla olsa gerek ki büyük filozof Eflatun, insanlığa "kendini bil" diye haykırmıştır. Bu haykırış ekseninde elbette birçok yorum yapılabilir. "Ne istediğini bil, kendi kapasiteni, sınırlarını, zayıflıklarını, acziyyetini bil, diğer insanların seni nasıl algıladıklarını bil. Kendi isteklerinin ve niyetinin farkında ol. Ayrıca etrafında olup bitenlerin bilincinde, farkında ol. Her alanda farkında oluşun derecesini artır." (Özkan, s. 57) bu yorumlardan bir kaçıdır. Bütün bunlar gösteriyor ki, evreni ve esrarını bilgece okumanın odağında insanın kendisini bilmesi yatmakta; kendini tanımanın yolu da şüphesiz bilgiden geçmektedir. Bilgeliğin bir yolculuk olduğu, ulaşılacak nihaî bir nokta olmadığı, onun sürekli öğrenme ve gelişme süreci olduğu unutulmamalıdır. Bu yol ve süreçte alınan mesafede insanları eşitlemek mümkün değildir. Herkes kabiliyeti ve gayreti ile orantılı biçimde bir mesafe alacaktır. Nitekim Dennis Prager, "Bilgeliğe giden yolun kesin bir tarifi yoktur. Kimi insanlar doğuştan bu niteliğe sahiptirler. Kimileri ise uzun süren zihinsel ve duygusal uğraşlardan sonra kazanırlar." (Özkan, s. 40) sözüyle bu gerçeği vurgulamaktadır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, bilginin bilgeliğe dönüştürülmesi, bilginin amacının bilgeliğe ermek olması, dinimizin ilmi teşvikinin hik- metlerindendir. Amele yansıtılmayan ilim, birey ve topluma fayda sağlamayan malumat, dinimizce de tasvip edilmez. Şüphesiz bilge kişiler, toplumun akciğerleri gibidir. Gerçekten onlar sayesinde toplum rahat bir nefes alır. Zira onların olaylara yaklaşımları diğer insanlara göre oldukça farklıdır. Öz bir ifadeyle bilge insanlara göre dünya her şeye rağmen güzel bir yerdir. Bu dünyada huzurlu bir hayat sürmek mümkündür. Bu bağlamda Sokrates’in "Zayıf insan mutlu olmak için bir sebep arar. Bilge (güçlü insan) ise, sebepsiz mutlu olur." sözü zikre değerdir. Zira bilge insanlara göre hayat yük değil, yaşamaya doyulmayan bir yolculuktur. (Özkan, s. 40-42)