Makale

Müslümanlar ve Dünyevileşme

Müslümanlar ve Dünyevileşme

Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü

“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın”.
(Fatır, 35/5.)

Neredeyse yarım asırdan bu yana Müslümanlar tedrici bir yozlaşma yaşamaktadırlar. Başta körfez ülkeleri olmak üzere İslam ülkelerinde dünyevileşmenin inanılmaz bir hızla ilerlediğine şahit olmaktayız.

Ölüm sonrası hayatı dikkate almayıp dünyayı hep ön planda tutarak yaşayan insanlar ve toplumlar tarih boyunca hep olagelmiştir. Bu yüzden Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin en büyük derdi toplumlarını dünyevileşme hastalığına karşı korumak olmuştur. Onların bu amaçla nasıl mücadele ettikleri Kur’an kıssalarında ders verici sahnelerle anlatılmaktadır. Dünyaya taparcasına değer veren İsrail oğullarını Hz. Musa’nın sürekli uyarmasına rağmen yola gelmemeleri onların Kur’an’da “ahireti verip dünya hayatını satın alan kimseler” (Bakara, 2/86.) olarak tanıtılmalarına yol açmıştır.
İsrailoğulları, ruha ve ahirete ait pek çok esası inkâr noktasına gelmişlerdi. Allah Teala ders olması hikmetiyle kendi ruhundan üfleyerek Hz. Meryem vasıtasıyla Hz. İsa’nın dünyaya gelmesini takdir buyurdu. Doğumu dâhil pek çok mucizesine rağmen Hz. İsa’yı dinlemeyen İsrailoğulları’nın bu davranışları da dünyevileşmiş olmalarından kaynaklanıyordu. Bu anlayış asırlar içerisinde Batılılaştı ve asrımızdan birkaç asır önce ortaya çıkan kapitalizmin desteği ile dünyevileşmenin zirvesine oturdu.
Peygamber Efendimizin dünyayı teşrif ettiği yıllarda da dünyevileşme illeti neredeyse bütün toplumlar üzerine karanlıklar hâlinde çökmüştü. Kur’an’da sevgili peygamberimizin gönderilme hikmeti “insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak” (Hadid, 57/9.) olarak vurgulanıyordu. Hz. peygamber’in en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim, peygamber kıssaları, geçmiş ümmetlerin hayatları, hüküm ve ahlaki konular gibi neredeyse tüm ayetleriyle insanoğlunu dünyevileşme tehlikesine karşı uyarıyor ve nasıl yaşaması gerektiğinin yolunu gösteriyordu. Özellikle çocukları yetiştirirken onlara ilk öğretilecek şeyin ne olması gerektiğine dikkat çekiyor ve Lokman (a.s.)’ın dilinden şöyle buyuruyordu: “Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir amel hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde gizlense de, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilir, her şeyden haberdardır.” (Lokman, 31/16.) Yani, her şey Allah’ın ilmi ve bilgisi dâhilindedir. Kayanın içindeki bir tohum sizin için gizli olabilir fakat Allah’a malumdur. Göklerdeki bir zerre size çok uzak olabilir. Fakat Allah’a çok yakındır. Toprağın derinliklerinde yatan bir şey sizin için karanlıklarda yatıyor olabilir fakat Allah için aydınlıklar içindedir. Bu yüzden iyi ya da kötü, istediğiniz yer yahut zamanda Allah’a gizli kalacak bir şey yapamazsınız. O yalnızca olup biteni bilmekle kalmaz, hesap günü geldiği zaman yaptıklarınızın tam kaydını önünüze koyacaktır. (Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an)
Dünya hayatının çekiciliğinin insanı dünyevileştirme tehlikesiyle karşı karşıya getireceğini ezeli ilmiyle bilen Allah, bu büyük aldatma ve aldanma imtihanına karşı onu şöyle uyarıyordu: Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O hâlde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın. (Lokman, 31/33.) “Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap, Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadid, 57/20.) “Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 29/64.) “Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.” (Fatır, 35/5.) “Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.” (Kehf, 18/45.) Onlarca ayet-i kerime insanlığı dünyevileşmenin tuzağına düşmemeleri için ısrarla uyarmaktadır.
Hz. Peygamber de hadisi şeriflerinde, “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim.” (Tirmizi, Zühd, 44.); “Dünya ahiretin tarlasıdır.” (Acluni, Keşfü’l-Hafa, I, 412.) vb. ifadelerle dünyevileşme tehlikesine karşı ikaz etmektedir. Ayrıca dünyanın Allah katında bir sinek kanadı kadar bile kıymeti olmadığını, (Tirmizi, Sünen, Zühd, IV, 560.) ahiret karşısında parmağını denize batıran kimsenin parmağına bulaşan su kadar bir payı olduğunu (Tirmizi, Sünen, Zühd, IV, 561.) belirtmektedir.
Düşünce dünyamızın önde gelen simaları da pek çok kere dünyaya gereğinden fazla değer vererek ahireti unutturacak bir dünyevileşmeye karşı Müslümanları hep uyarmışlardır. Mevlana’ya göre dünyaya aşırı düşkünlük insanı Hakk’tan, hakikat bilgisinden, ebedî mutluluğa giden yoldan engeller. Bu hâle getirilen dünya insan için karanlıktır, kapalı bir zindandır. (Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, çev. Veled İzbudak, I, 79.) Dünyayı sesi hoş, içi boş bir davula benzeten Mevlana, (M. C. Rumi, Mektuplar, çev. A. Gölpınarlı, s. 36.) bu teşbihi ile de dünyanın aldatıcı güzelliklerine ve gerçek kimliğine dikkat çekmek istemiştir. (Erhan Yetik, “Mevlana’nın Dünya Görüşü ve Topluma Bakışı”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6, 102.) Yunus Emre neredeyse tüm şiirlerinde bu hususu dile getirmiş, ancak, “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan” dörtlüğü ile dünyevileşme tehlikesine karşı dikkati zirveye taşımıştır. Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman: “Sakın aldanma görüp dehrün na’im ü nimetin /Çün degül bâkî ânı bilsen zeval üstündedür / Gönlüm olmaz giymeğe zer-baft ü dibâ vü harîr / Fahrum oldur ki diyeler bana şâl üstündedür.” (Sakın dünyanın geçici nimet ve bolluğunu görüp de aldanma. Çünkü dünyada hiçbir şey bâkî değildir, her şey yok olup gidecektir. Altın sırmalı, ipekli ve işlemeli giymeye gönlüm razı değildir. Benim hakkımda “üstünde şaldan başka bir şey yoktu” demeleri övüncümdür” demektedir. (İskender Pala, Muhteşem Şair Muhibbi, İstanbul 211, s. 70-71.) Sultan 3. Murat: “Bu dünya fanidir sakın aldanma; mağrur olup tac u tahta dayanma; yedi iklim benim deyu güvenme…” diyerek dünyevileşme tehlikesine dikkat çekmektedir.
Dünyevileşme tehlikesine dikkat çekmek için Kur’an’dan, hadislerden, sahabe sözlerinden, mutasavvıflardan, mütefekkirlerden, şairlerden, sultanlardan, ariflerden, âlimlerden, mürşitlerden vs. daha yüzlerce örnek verebiliriz burada. Ancak ne yazık ki, bütün bu ayetlere, hadislere, Allah dostlarının ve âlimlerin nasihatlerine, şairlerin, mütefekkirlerin, mürşitlerin, ariflerin sözlerine rağmen dünyevileşme hastalığı Müslümanları da her tarafından sarmış gibi görünüyor. Ahireti yok sayıp dünyanın cazibesine kapılarak dünyevileşmeye yönelik bu bombardıman o kadar güçlü ki, dinî ikaz ve uyarıları inkâr etmeyenlerden bazıları bile bunları seküler bir zihin dünyası içerisinde yorumlamakta ve anlamlandırmaktadır. Daha da endişe verici olanı, bazı ayetler ve hadisler, bağlamından kopartılarak “Çalışmak ibadettir”, “Kazanan Allah’ın sevgilisidir”, “Dünya ahiretin tarlasıdır”, Dünyadan nasibini unutma” gibi ifadeler sloganlaştırılarak dünyevileşmeye zemin oluşturmak için kullanılmaktadır.
Davet adına kurulan İslami gruplarda da dünyevileşme, grup çıkarları ve iktidar hırsı zaman zaman ön plana çıkarılmakta, başlangıçta hedeflenen davet, tebliğ önceliğini tedricen kaybetmektedir. Batı’da 16. yy’da ortaya çıkan Protestanlık ilk zamanlarda nasıl ki Tanrı rızası için kazanıp, Tanrı rızası için harcama felsefesini benimsemesine rağmen sonraları Tanrı’yı devreden çıkarıp kendi nefisleri için harcamaya başlayıp Kapitalizm’in ortaya çıkmasına sebep olduysa, Müslümanların önünde de benzer tehlikeler durmaktadır.
Neredeyse yarım asırdan bu yana Müslümanlar tedrici bir yozlaşma yaşamaktadırlar. Başta körfez ülkeleri olmak üzere İslam ülkelerinde dünyevileşmenin inanılmaz bir hızla ilerlediğine şahit olmaktayız. Lüks ve israf Müslümanları esir almış, burnunun dibindeki fakir ve ihtiyaç sahiplerini göremez hale getirmiştir. Dünyevileşme illeti Müslümanların zekât, sadaka, borç verme, yardımlaşma vb. infak duygularını oldukça zayıflatmış, sahip oldukları zekât potansiyelini gerektiği gibi hesaplayıp yerine ulaştırsalar açlık ve sefalet içinde kıvranan Müslümanlar bu durumdan kurtulacak, yılda altı milyon kişi belki de açlıktan ölmeyecektir. Sadece ülkemizde günde altı milyon ekmek çöpe atılmaktadır. “Yeyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz, Allah israf edenleri sevmez” ayeti herkesin dilinde olmasına rağmen %99’u Müslüman olan ülkemizde bu kadar ekmeğin çöpe atılması nasıl izah edilebilir?
Dünyevileşme bir yandan da Müslümanların ahlaki dejenerasyonuna sebep olmaktadır. Eskiden yanlış bir iş yaptığında ya da yanlış bir davranışı gördüğünde yüzü kızaran bir Müslüman dünyevileşme sürecine girdikten sonra yüzü kızarmamaya ve utanmamaya başlıyor. Yapılan yanlışlıklar normal karşılandıkça gitgide normalleşiyor. “Bir kötülük gördüğünde elinle düzelt, elinle düzeltemezsen dilinle düzelt, dilinle düzeltemezsen kalbinle buğzet” hadisi görmezden gelinirse, dünyevileşme hastalığı Müslümanı her yandan sarmış demektir.
Öyleyse dünyanın geçiciliğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmadan dünya-ahiret dengesini iyi kurmalıyız. Medeniyetimizin en önemli zenginliklerinden birisi olan tasavvuf birikiminden faydalanarak züht ve takvayı hayatımızın bir parçası hâline getirmeliyiz. Başta peygamberimiz olmak üzere enbiyanın, ashabın, evliyanın hayatından kesitlerle ruhumuzu ve zihnimizi beslememiz lazım. Hem kendimiz ve hem de neslimiz için ruhsal ve bedensel beslenme kaynaklarımızın Kur’an ve sünnet merkezli olmasından taviz vermemeliyiz. Dindar nesil yetiştirmek için önümüzde duran fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. Yüz elli bine yaklaşan din görevlisi, yüzbinlerce imam-hatip mezunu, öğretmeni ve öğrencisi, on binlerce ilahiyat mezunu, öğretim elemanı ve öğrencisi, on binlerce Kur’an kursu öğreticisi ve öğrencisi, ilk ve orta dereceli okulların tüm sınıflarında üç senedir okutulan Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin hayatı, temel dinî bilgiler gibi derslerin mevcudiyeti ne büyük fırsatlardır. Bunların kıymetini bilmek için “lein şekertüm leezidenneküm, velein kefertüm inne azâbî leşedîd” (andolsun ki, eğer şükrederseniz artırırım ve şüphesiz nankörlük ederseniz azabım şiddetli olur.” (İbrahim, 14/7.) ayetini çok iyi tefekkür etmemiz gerekmektedir.
Harama asla el uzatmayan, helal dairesinden şaşmayan, faize, kumara, rüşvete vs. tenezzül ve tevessül etmeyen, dürüstlükten asla taviz vermeyen, sırf Allah için seven ve yine sırf Allah için sevmeyen, haksızlık yapmayan ve haksızlıklara boyun eğmeyen, kendisi için arzu etmediğini din kardeşine de reva görmeyen komşusu aç iken tok yatmayan, kalpler kıran değil gönüller yapan bireylerden oluşan ideal sevgi toplumunu kuracak nesilleri yetiştirmek zorundayız. Mülk suresindeki “Allah ölümü de hayatı da bakalım hanginiz daha güzel ameller işliyorsunuz diye sizi imtihan etmek için yarattı.” (Mülk, 67/2.) ayetini ve “Dünya ahiretin tarlasıdır.” hadisini dilimize zikir yapalım. Beş vakit namaz ve sair vesilelerle defalarca okuduğumuz Fatiha suresindeki “maliki yevmiddin” ayetini tefekkür ederek hesap gününün sahibini düşünelim ve “attığımız her adımın yarın ahirette O’na tek tek hesabını vereceğimiz” gerçeğini unutmayalım. “Öyle insanlar vardır ki rablerinden yalnızca dünyayı ve ona dair şeyleri isterler. Onların ahiretten bir nasibi yoktur. Öyleleri de vardır ki “Rabbimiz! Sen bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.” derler.” (Bakara, 2/201.) ayetinden ilham alarak dünyada ve ahirette iyilik isteyenlerden olalım.