Makale

Rahmet peygamberinin umuda yolculuğu

Rahmet peygamberinin umuda yolculuğu
Prof. Dr. Kadir Özköse

Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz, Peygamberimizi bütün insanlık için bir rahmet olarak göndermiş, Efendimiz de onları güzelliklerle müjdelemiş ve fenalıklardan korumaya çalışmıştır. Cenab-ı Hak; “Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe, 28.) buyurarak Sevgili Peygamberimiz’in “müjdeci” ve “uyarıcı” vasfını zikretmektedir. Bu sebeple Efendimiz (s.a.s.), tebliğ ve davette bulunurken insanları kelime-i tevhide çağırmış, şehadet getirenleri cennetle müjdelemiş, risaletini kabul edenlerle insanlık onurunu kurtarmaya çalışmıştır.
Haksızlığa, zorbalığa, adaletsizliğe, emek sömürüsüne, cinsiyet ayrımcılığına, sömürü çarklarına, güç hegemonyasına tek başına tavır koyan Peygamber Efendimiz, muhataplarını insanca yaşamaya, merhamet kanatlarını açmaya, paylaşmaya, kaynaşmaya, kardeşliğe ve sevmeye davet etmiştir. Hakk’a kul olanları hiçbir gücün esaret altına alamayacağını müjdelemiş, Allah’tan korkanları hiçbir otoritenin sarsamayacağını bildirmiş, Hakk’a yönelenlerin mahrum kalmayacaklarını ilan etmiş, Hak için hak yolda yürüyenlerin pişman olmayacaklarını duyurmuştur. Ümmetini secdelerini çoğaltmaya, huzur iklimine yolculuk yapmaya, gönülde ilahî tecellileri belirginleştirmeye, sevgi toplumu inşa etmeye, medeniyet yürüyüşünde kendisine yardımcı olmaya davet etmiştir. Tevhit inancına sadık kalanlara ne şeytanın zarar verebileceğini ne de nefsin ayak bağı olabileceğini ifade etmiştir. Onunla beraber olanlarda yarın endişesi yoktur. Onun izini takip edenlerde korku ve endişe yoktur. Ona kavuşma özlemi taşıyanlarda tembellik, yılgınlık ve atalet söz konusu değildir. O vuslatın, hidayetin, sabrın, teslimiyetin, vefanın, emanete riayetin, muhabbetin ve insanlığın adresidir. O muhataplarına seslenirken tüm çağlara sesini duyurmuş, bütün diyarları dolaşmış, tüm farklılıkları vahdet sarayına davet etmiştir.
Müjdeci olmak, Hz. Peygamber’in en ayrıcalıklı vasfıdır. O, karanlıklar arasında yolunu ve umudunu kaybetmişlere yüksek tondan haykırışıyla umut aşılayan ve yön gösterendir. Haykırdığı prensip, “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. O bütün kusur ve günahları bağışlar.” “Allah’ın rahmetinden ancak gerçeği ve hakikati saklayan kâfirler umut keser.” (Yusuf, 87; Zümer, 53.) ifadesiyle formüle edilen ve umutsuzluğa karşı tavır belirlemeyi, düşüncesinin temeline oturtan umut dolu aydınlık çağrısıdır. Kötülük ve zulmün sürekli olmadığını, mutlaka bir gün güneşin doğacağını, bedbinlikler, karamsarlıklar ve olumsuzlukların dağılacağını muştulayan bir duygu ve düşünce atmosferini oluşturma çabasıdır. (Ali Akyüz, Yaşayan Kur’ân Hazreti Peygamber, Ensar Neşriyat, 17. Baskı, İstanbul 2006, s. 113.)
Peygamber Efendimiz, istikbalin İslam’ın olduğu inancı içerisinde ve çevresine bu inancı yayarak, hidayet ve ıslahın Allah’ın elinde olduğunu bilerek vazifesini yaptı. O ümidini kaybetmeden en onulmaz sanılan insanların bile kalbini yoklamaya devam etti. Kabileler arasında tebliğ faaliyetini sürdürürken çoğu kez onlardan aldığı cevap şu minvalde oluyordu: “Ey Muhammed! Artık senin bizden ümidini kesme vaktin gelmedi mi?” Fakat o ümidini kesmeden doğru bildiği hakikatleri haykırmaktan geri durmadı. (Ahmet Önkal, Resûlüllâh’ın İslâm’a Da’vet Metodu, Kuzucular Ofset, 4. Baskı, Konya 1987, s. 204.)
Mekke döneminde, her türlü zulüm ve işkence altında inim inim inleyen Müslümanlara Hz. Peygamber, onların şikâyetleri karşısında sabır tavsiye ediyor, önceki kavimlerden inananları vücutlarının testere ile ikiye biçilmesi, demir taraklarla etlerinin kemiklerine kadar taranarak sıyrılmasının dinlerinden döndüremediğini beyanla duygulandırıyor ve San’a’dan kalkan birisinin Hadramevt’e kadar hiçbir şeyden endişe etmeksizin ve korkmaksızın gidebileceği bir şekilde dinin yayılıp kemal bulacağını ifade ederek onlara ümit bahşediyor, fakat aceleci olmamaları gerektiğini bildiriyordu. (Buhari, Menakıb 25, İkrah 1; Ebû Davûd, Cihad 97; İbn Hanbel, V, 109-111.)
Kureyşlilerin ve müşrik Arapların birleşerek Medine üzerine yürüdüğü haberi üzerine ashabı ile birlikte müdafaa için hendek kazma faaliyetine bizzat iştirak eden Hz. Peygamber, düşmanın gelivermesi endişesi ile hummalı faaliyetler içindeydi. Kimi şahsiyetleri korku ve telaş bürümüşken, açlık ve yokluktan dolayı pek çok Müslüman, hatta bizzat Hz. Peygamber, karınlarına taş bağlamışlarken, güç bir durumda, işçiler karşısına çıkan sert bir kayayı parçalaması nedeniyle o, aşk ve şevk içerisinde tekbir getirerek yanındakilere Kisra ve Kayser’in saraylarının İslam toprakları dahiline gireceğini müjdeleyip ümit bahşetmiştir. (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidâye ve’n-nihâye, 2. Baskı, Beyrut 1977, c. IV, s. 99-103.) Müşrikler gelip hendek önünde karargâh kurdukları, arkadan Yahudiler ihanet ederek büyük bir tehlike arzettikleri vakit, Müslümanlar iki ateş arasında kaldıkları zaman, bela, mihnet ve sıkıntı şiddetlendiği bir esnada, münafıklar; “Biz şu anda tuvalete bile gitmekten korkuyoruz, Muhammed de bize olmadık şeyler vaat ediyor, hayalden bahsediyor.” demişlerdi. Alaya almaları ve küçük düşürmelerine rağmen Hz. Peygamber, ashabına Cenab-ı Hakk’ın onları bu güç durumdan mutlaka kurtaracağını, emniyet içinde Kâbe’yi tavaf edeceklerini ve Kâbe’nin anahtarına Allah’ın kendisini sahip kılacağını, Kisra ve Kayser’in saltanatının yıkılarak hazinelerinin Allah yolunda infak edileceğini belirterek müjdelerde bulunuyor, ümit kaynağı oluyordu. (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidâye ve’n-nihâye, 2. Baskı, Beyrut 1977, c. IV, s. 104, 109.)
İmana çağrılan, günahlardan tövbe etmeye davet edilen insanlarda olduğu gibi, iman ve ameliyle olgunluk yolunda ilerlemeye çalışan kimselerin de bu müjdelemeye ihtiyacı vardır. Amellerinde ve hizmetlerinde daha iştiyaklı olmaları için, sevinebilecekleri güzel haberleri duymaları gerekmektedir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, zaman zaman ashabını cennetle müjdelemiştir. Cennetle müjdelenen ve Aşere-i Mübeşşere diye tabir edilen on sahabe meşhurdur. Peygamber Efendimiz’in müjdelemesi sadece bu on kişi ile sınırlı kalmamış, bunlardan başka daha pek çok sahabeyi ve bazı güzel amellerde bulunan ümmetini de cennetle tebşir etmiştir.
Bununla birlikte o, insanları ibadetlerden alıkoyacak ve gevşemelerine sebebiyet verecek yaklaşımlara fırsat vermemiştir. Allah’ın rahmet ve mağfiretini öne sürerek şeytanın insanları aldatmasına müsaade etmemiştir. O denge ve itidali elden bırakmamış, muhatabının durumuna göre hareket etmiştir. İçinde yaşadığı toplumun sosyo-kültürel dinamikleriyle iç içe olan Hz. Peygamber, kırmadan, dökmeden, en iyi üslupla davetini sunmuştur. Gece gündüz demeden gerçekleri insanlara anlatan bir fedakârlık ve muhataplarının direncinin kendi başlarına açacağı musibetleri tahayyül ettikçe üzüntülerinden kendini paralayan bir diğerkâmlıkla ama hiç çekinmeden kimliğini, tavrını ve duruşunu sergileyen bir erdemin sahibi olmuş, yanlış algı ve anlayışların doğruya tahvili için çaba sarf etmiştir. (Akyüz, Yaşayan Kur’ân, s. 54.)
Peygamber Efendimiz’in tebliği, bir aydınlanma ve aydınlatma çağrısıdır. Mutluluğu paylaşma erdemidir. Başkalarına da mutluluk taşıma diğerkâmlığıdır. Kararlılığı sonuna kadar sürdürme, mutsuzluğu sona erdirme, umudun düşmanı olan karamsarlığı sürgüne gönderme mücadelesidir.
Yüzünde tebessüm, sözünde nezaket, davranışlarında zarafet, görüşünde isabet, bakışında firaset, gönlünde merhamet, lisanında letafet, dilinde hakikat, ifadesinde fesahat ve belagat vardı. O güler yüzlü ve tatlı sözlüydü. Kimseye kötü muamele etmez, kimsenin sözünü kesmez, nazik ve mütevazı davranırdı; ehlibeytine, kendisine hizmet eden hizmetkârlarına ve ashab-ı kirama iyi ve güzel davrandığı gibi, diğer insanlara da ince/zarif/nazik ve lütuf ile muamele ederdi. (Akyüz, Yaşayan Kur’ân, s. 113.)