Makale

Berata erebilmek

Berata erebilmek
Dr. Ülfet Görgülü

Çok sevgili ve değerli bir misafirimizin geleceği haberini almanın, gelişinin yaklaştığı müjdesini duymanın gönlümüzde doğurduğu sevinç ve heyecan misali bir duygu atmosferiyle kuşatıldı derunumuz, Berat geliyor...
Dinî geleneğimizde ayrı bir önem atfedilen üç aylardan şaban ayının ortasına ulaşmak demek, çok yakında ayların sultanı ramazana kavuşmak demek. Evet bu buluşmanın müjdesini derinden dillendiren Berat geliyor...
Leyle-i Berat! Suçların bağışlanması, günahların affolunması, nefsin esaretinin sona ermesi, rahmet-i Rahman ile kuşatılma gecesi.
Mahkûmun beratına hükmedilmesiyle özgürlüğün tadına varması ve aklanması gibi, Mevlanın nice isyankâr ama nadim gönüllerin beratına hükmeylediği kutlular safında yer alabilme ümidiyle yüreklerin çarptığı gece.
Bu gece hatırına ilahî rahmet coşmuş, yağdıkça yağıyor. Şu kulun gözleri kuru mu kalacak hâlâ?
Merhameti gazabını geçmiş olan Mevla tenezzül eyliyor dünya semasına da, bu kulun başı hâlâ kibir ve enaniyetle dimdik mi duracak? Rükû ve secdeye ne zaman varacak?
Nimet olarak bahşedilen gözler, kulaklar, diller... Evet ne zaman O’nun kudret ve azametini hikmetle seyreyleyecek?
Rahman ve Rahîm olan sesleniyor: “Yok mu bağışlanma dileyen affedeyim, yok mu rızık isteyen ikram edeyim, musibete uğrayan yok mu afiyet, şifa bahşedeyim?” (İbn Mâce, İkâme, 191.) Şu muhtaç kul ses vermeyecek mi bu lahuti davete, yakarmayacak mı kapanıp secdeye: “İlahî! Geldim kapına, sığındım affına, muhtacım sana. Ne varlıkta gözüm ne dünyalıkta. Ne olursun aşkını, muhabbetini ver bana!” diye...
“Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer, 53.) buyuran Ulu Mevlam! Settar ismine iltica ediyoruz cümle ayıplarımızın setri için. Tevvab ismine iltica ediyoruz inabe ve tövbelerimizin kabulü için. Ya Rabbi tövbemizi de bizi de kabul eyle...
Leyle-i Berat! Nefsimizi sigaya çekmek için büyük bir fırsat. Hesap günü gelmezden önce kendi elimizle kendi yakamızdan tuttuğumuz, Münker-Nekir misali kendimize hesap sorduğumuz, vicdan terazimizde amellerimizi tarttığımız ölçü ve takdir gecesi eylemeli bu geceyi. “Amel çokluğuna itibar olmaz, kulundan Hâlıkı hoşlanmayınca” deyip, rekâtların sayısını değil, ihlasını, huşuunu arttırma gayretiyle, “Bir kez Allah dese aşk ile lisan / Dökülür cümle günah misl-i hazan” mısraının dile getirdiği hakikatle şükür secdesine varmalı, affa mazhar olmuş kul olarak secdelerden kalkmalı bu gece...
Hani Kur’an ifk hadisesinden bahsediyor da bize, soruyor ya: “...Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?” (Nûr, 22.) diye. Arzu etmez olur muyuz Ya Rabbi. Bir ses yankılanıyor gönül ufkumuzda, diyor ki:
İlahî Berat’a nail olabilmek için; hata ve kusurları setreden, suça ceza verse de suçluyu affeden sen olmalısın. Borçluya merhamet edip, kol kanat geren. Gönül bahçesinde güller yetiştiren. “Veylün lil mutaffifin/Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!” itabına düçar olmamak için vicdan terazin adaletle tartmalı. Güçlünün değil haklının, zalimin değil mazlumun yanında olmalısın sen. Affedenlerin affolunacağı hakikatini bir an dahi unutmamalısın. Günahın ne kadar çok olsa da, canıgönülden yapacağın bir tövbe ile, “Rahmeti gazabını geçmiş olan” Mevlanın seni de bağışlayacağından ümitvar olmalısın. Ama bu ümit seni ihlasla kulluktan asla alıkoymamalı.
Ve Hz. Enes’e kulak veriyoruz ardından. Bir gün ilahî beratın örnek temsilcisi Rasulüllah ile muhabbette iken aralanıyor da gayb perdesi, neler seyreyliyor o anda Kâinatın Efendisi: “Rasulüllah (s.a.s.) oturmakta iken birden bire dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük. Ömer (r.a.) sordu: “Anam babam hakkı için söyle Ya Rasulellah, seni güldüren şey nedir?” Hz. Peygamber cevap verdi: Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi olan Rab Teala’nın huzurunda diz çökmüşler, birisi şöyle diyor:
-Ya Rabbi, kardeşimden benim hakkımı alıver.
Allah (suçlanana): “Kardeşinin hakkını ver” buyurdu.
-Ya Rabbi, dedi, iyiliklerimden (ona verecek) hiçbir şey kalmadı.
-Ya Rabbi, öyleyse günahlarımdan bir kısmını yüklensin, dedi, şikâyet eden.
Bu sırada Rasulüllah’ın gözleri yaşla doldu. Sonra şöyle buyurdu: “Bu gerçekten korkunç bir gündür. Öyle ki o gün insanlar günahlarından bir kısmının başkası tarafından yüklenilmesine ihtiyaç duyacaklardır.” Sonra şöyle devam etti:
Aziz ve Celil olan Allah şikâyet sahibine şöyle diyecek: “Başını kaldır ve cennet bahçelerine bak!” O başını kaldıracak ve haykıracak:
- Ya Rabbi gümüşten şehirler ve incilerle süslenmiş altından köşkler görüyorum. Bu hangi peygambere, hangi şehide aittir?
- Bana bedelini verenindir.
- Peki buna kim sahip olabilir Ya Rabbi?
- Ona sen sahip olabilirsin.
- Nasıl Ya Rabbi?
- Kardeşini affederek.
- Affettim Ya Rabbi.
Bunun üzerine Yüce Allah buyuracak ki: “Kardeşinin elinden tut ve onu da götür cennete.” (Muhyiddin İbn Arabi, Nurlar Hazinesi, Çev. Mehmet Demirci, İst. 2009, s. 62-64.)
Kâinatın medar-ı iftiharı, gönüller sultanı Rasulümüz öğretti bize sevmeyi, hoş görmeyi, hata ve kusurları örtmeyi. Affetmenin gönül huzurunu, bağışlamanın engin sürurunu yaşama yolunda rehber oldu biz ümmetine. Şimdi soralım kendimize: Birbirimizi affetmek ve Rasulümüzün yüzünü güldürmek için ölümün ötesini mi bekleyeceğiz? Huzurullaha dava ile mi gideceğiz? Hakk’ı bulan, huzuruna eren başka bir şey mi ister ki?
Beklemeyelim şu dağlar yıkılsın da kıyamet kopsun. Yıkılacaksa eğer varlık, benlik dağlarımız yıkılsın.
O halde yıkmalı benlik dağlarını, gönül bağını sürmeli, oraya sevgi, muhabbet tohumları ekmeli. İbadetle sulamalı, dualarla yeşertmeli. Yüreklerde öfke, kin, nefret ve her türlü menfi duyguların tahakkümüne son vermeli.
Leyle-i Berat hürmetine dargınlar barışmalı, küskünler konuşmalı, gülümsemeli yüzler birbirine, çatık kaşlar düzelmeli, yumruk eller çözülmeli, kalplerdeki buzlar erimeli. Eller kenetlenmeli, beraberce cennete yürümeli...