Makale

Berceste Beyitler

Berceste Beyitler

Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı? Fuzûlî
(Gül yüzüne karşı gözümden kanlı su akar. Sevgilim, bu, gül mevsimidir. Bu mevsimde sular bulanık akmaz mı?)
Vedat Ali Tok

İ ster Allah aşkıyla, ister peygamber aşkıyla, isterse gönül deryasına dalıp, duygulanıp gözlerden yaş gelsin… Yeter ki ağlamasını bilelim. Gözyaşı gönül güzelliğinden, gözyaşı kalp yumuşaklığından kaynaklanır ve merhametin simgesidir gözyaşı…
Gözyaşını yoldaş edinmiş şairler vardır edebiyatımızda. Ağlamakla teselli bulan şairler… Fakat gözyaşı kendisinden uzaklaştığında da tıpkı kendisinden önce bu dünyayı terk eden bir dostun verdiği acıyı, belki garipliği, akran-ı yetim olmanın burukluğunu yaşayan şairler…
“Sen gidersin senin ardınca gözüm yaşı gider
Müşkil oldur ki kişi kalır u yoldaşı gider” Dürrî
(Sen gidiyorsun, senin ardından gözyaşlarım gidiyor. Asıl zor olan bu dünyada kişinin kalıp yoldaşının gitmesidir.)
Şair belli ki sevgilisinden ayrı kalmış ya da sevdiği onu terk etmiş, bunun acısıyla da ağlamaktadır. Burada şairin neye üzüldüğü tam olarak belli değil. Sevdiğinden ayrı kaldığına mı yoksa gözyaşlarının da kendisini terk ettiğine mi… Her hâlükârda şair büyük bir hüzün anaforundadır. Zaten insanın sevdiği yanında yoksa hiçbir şeyin tadı yoktur ve gözünde hiçbir şeyin değeri kalmamıştır.
Bazen şair söz oyunlarıyla sevgili ve gözyaşını öyle bir macera ile anlatır ki şaşırıp kalırsınız. Şair, sevgilinin hayaliyle olsun avunmak ister, ama hayali de uzaklaşınca hem ağlar; hem de hayıflanır.
“Niçin gider gözümden kaddi hayâli anın
Yerinde su mu çıkdı o serv-i dil-sitânın” Sun’î
Sevgilinin siyah (olduğunu tahmin ettiği) saçlarını görür gibi olduğunda da ağlamaktan dolayı denizde kaybolmuş hissine dönüşen ruh halinden sıyrılır birden ve denizcilerin “Kara göründü!” nidasına benzer bir sevinç çığlığı atıverir:
“Yaşlı gözüme zülf-i siyehkâre göründü
Ey merdüm-i deryâ sevinin kara göründü” Sun’î
(Yaşlı gözüme kara saçları göründü. Ey okyanusun gözbebeği, sevinin kara göründü.)
Bu beyitte şair ne söz sanatları yapmış; bakın neler söylüyor neler:
Yaşlı kelimesi ıslak anlamı yanında merdüm (gözbebeği) ile birlikte kullanılınca yumuşak bir tezatla bizi hayran bırakıyor kendine. Siyehkâre ile karanın görünmesi de ayrı bir oyun. Şair; yaşlı göz, göründü (iki defa), merdüm, derya, kara kelimeleri ile sürekli ağladığını ve çok ağlamaktan dolayı her yanı derya deniz gibi gördüğünü ifade ediyor.
Ağlamak; şairlik ve âşıklık mesleğidir. Öyle ağlar öyle ağlar ki âşık, duyduğu, bildiği ve belki de gördüğü nehirlerle gözyaşlarını mukayese etmeye bile başlar:
“Kıyas eyler mi Nil-i Mısra ol Yûsuf-likâ yaşum
Ânun mikyası yokdur durmaz ol mâ dâima artar” Bâkî
(O Yusuf yüzlü sevgili, benim gözyaşımı Nil nehrine kıyas eder mi? Benim gözyaşımın mikyası yoktur, durmaz, o su daima artar gider.)
“Ağlamakdan gözlerim yaşını pür-hûn eyledin
Birini ayn-ı Aras birini Ceyhun eyledin” Şükrî
(Senin yüzünden ağlamaktan dolayı gözlerim kan oldu. Birini Aras, birini Ceyhun gözesi eyledin.)
Hatta bazen Ceyhun nehri, Fırat geride bırakılır ki böyle şairlerimiz hiç de az değildir. Fakat şair ağlamaktan dolayı şikâyetçi de değildir; çünkü başta da söylediğimiz gibi, gözyaşıyla büyük bir ünsiyet kurduğu için artık gözyaşlarını su; kendini de balık gibi görür. Balık sudan çıkacak olsa hali nic’olur?
“Gözüm öğrendi bu eşk ile ki ansız olamaz
Sudan ayrılsa bilirsin ki n’olur hâli semek” Tarîkî
(Gözüm bu gözyaşlarına alıştı ve onlarsız olamaz. Balık sudan ayrılsa ne olacağını bilirsin.)
İşte böyle… Her bir söz ustasının ağlayış sebebi farklı olsa da her şair, ağlamanın insana mahsus bir özellik olduğunu hatırlatır bize. Gelelim söz başı yaptığımız usta şair Fuzulî’nin beytine: Şair, sevgilinin gül yüzüne karşı gözünden kanlı yaşlar akmasının tabii karşılanması gerektiğini söylüyor ve bunun sebebini de şöyle açıklıyor: Sevgilinin gül gibi yüzü karşısında durmak âşık için bahar mevsimine kavuşmakla eş değerdedir. Baharda da suların bulanık akmasına şaşmamak gerekir.
Bahar mevsiminde eriyen kar suları dere yataklarındaki çamurları önüne katıp sürüklediği için dereler bulanık akar. Bu, tabii bir olaydır. Bunun gibi sevdiğine büyük bir aşkla bağlanan âşık, kar’ın güneşi gördüğünde erimesi gibi, sevgilinin gül gibi yahut parlaklıkta güneş gibi olan yüzünü gördüğünde de sevinçten, heyecandan ağlayacak ki kurumuş derelere hücum eden coşkun kar sularının dereyi bulandırdığı gibi, âşığın ta ciğerinden sökün edip gelen gözyaşları bulanık yani kanlı akacaktır.
Burada Fuzulî’nin tasvir ettiği ve bize “Habibim”, “gül” gibi kelimelerle ipucu verdiği sevgili Hz. Muhammed (s.a.s.)’den başkası değildir. Çünkü ona, Allah Teala “Habibim” diye hitap ediyordu. O, Allah’ın habibi idi, Habibullah idi. Gül ise onunla özdeşleşmiş bir çiçekti, zira Onun yüzü eşsiz bir gül güzelliğinde, mübarek terleri ise gül gibi kokardı. Hatta bir yetim çocuğun başını okşadığında, çocuğun saçları günlerce gül kokardı. Bilirlerdi ki yetimin başı, bir Gül’ce okşanmıştır.
Ağlamak güzeldir, ağlamadan, gözyaşı dökmeden ne kıymetli olunur, ne kıymetli bir şey bulunur. Ne diyordu Fuzulî:
“Fuzûlî dehrden kâm almak olmaz olmadan giryân
Sadef sû almayınca ebr-i nîsândan güher vermez”
(Ey Fuzulî, ağlamadan dünyada bir isteği elde etmek mümkün değildir. Nitekim sadef nisan bulutundan su almayınca inci vermez.)