Makale

Bursa Camilerinden hatıralar

Bursa camilerinden hatıralar


Ayşe Serra Kesikbaş

Y er, Ulu Cami… Huzurun mekânı… Osmanlı’nın kokusunu tuğla tuğla her zerresine sindirmiş yapı… Padişahların, nice ecdad-ı güzinin maneviyatına tanık olan yapı… Şadırvanın şırıltısıyla huzur bulduğum, Kur’an okudukça gönül dünyamın aydınlandığını bi’l-his hissettiğim mekân…
Kendisini buraya hizmete adamış yaşlı bir teyze… Yüzü buruşmuş, beli bükülmüş, siyah örtülü, yüzü nur topu gibi apaydın bir teyze… bizim tabirimizle bir “cami sevdalısı…” yapacağı tek şey ibadet artık...
Ne zaman gitsem aynı çehre… Ayakkabılıkların orada durur, saflarda en önde kılar ama intizam sahibi olduğundan gözler düzgün olmayan saf var mı diye pür dikkat dolaşır önce saflarda… Namaz akabinde tespihler, dualar…
Yine böyle bir gün… Bu teyzemize çarşıdan aldığımız üzümden ikram ettik, kabul etti, beraber oturduk, sohbet ettik. Üzümü eline aldı ve ağlamaya başladı:
“Bu üzüm… Taif’te Addas (r.a.) tarafından Peygamber Efendimiz’e ikram edilmişti. Hani Yunus (a.s.)’un memleketi Ninova’dan olan Addas tarafından… Mekke’de bunalan Efendimiz (s.a.s.), hani Taif’e tebliğe gittiğinde cahil halk tarafından taşa tutulmuş, sonra da üzüm bağına sığınmıştı ya Hz. Zeyd ile beraber… Oradaki Addas… İman eden… Keşke ben Addas olaydım da göreydim gül cemalini Efendimiz (s.a.s.)’in…”
Sözler duygulara bazen kifayet edemez ya hani… Belli ki, her zerresi ile anlatıyordu bizim “bacı” diyerek nitelendirdiğimiz teyze…”
Şimdi bu teyze Hakk’a yürüdü. Ümidim odur ki, Ulu Cami’de Taif’in hüznünü bir salkım üzümle bize hatırlatan teyzem en sevgili ile beraberdir… Onlar en ufak şeyde siyer-i nebiyi canlı yaşıyorlar… Hepsine Mevla rahmet eylesin…
Yer, Emir Sultan Camii… Fahri görev yaptığım ve henüz 18 yaşında olduğum yıllar… Cemaatle namaz kılmaya gittim. Üç kişiyiz. Kametten sonra imama uyduk. İftitah tekbirini beraber aldık teyzelerle… 2. rekâtta bir baktım; ben secdeye gidiyorum, biri rükûda, biri kıyamda… Ben rükûya eğiliyorum; biri kıyamda biri secdede… Kafam karıştı… Ferdi kılmadıklarını da biliyordum ama kendilerine cemaatle kılınan namazı nasıl anlatsam, diye düşündüm:
“Teyze cemaatle namaz böyle kılınmaz” denmez tabii…
Aklıma Hz. Hüseyin’in abdesti yanlış alan kişiye kendisinin abdest almayı bilmediğini söyleyerek abdest alınışı göstererek doğru alıp-almadığını soruşu geldi. O zaman “en iyisi bilmiyormuş gibi davranayım” dedim. Sonra dedim ki:
“Teyzeciğim, Allah (c.c.) kabul etsin. Ben cemaatle kılınan namazın hep beraber aynı hareketlerin yapılması gerektiği şeklinde biliyorum, yanlış mı biliyorum acaba?”
Teyze:
“Yok evladım, haklısın, biz yanlış kıldık.”
“Tamam teyzeciğim teşekkür ederim.”
Buraya kadar her şey iyiydi. Teyzeye soru sordum ya, artık aşr-ı şerif sonuna kadar bana her şeyi öğretti sabırla dinledim. Tespihi eline aldı. “Buna tespih derler” 33 kere Sübhanallah, 33 kere Elhamdülillah, 33 kere Allahüekber diyeceksin… Kızım şimdi dua vakti… Ellerini semaya kaldır, ne istiyorsan Allah’tan iste, bak ellerini böyle açacaksın…
İçimden sürekli tebessüm ettim. Allah’a sığındım. Allah’ım bir işe niyet ettik onu hayırlısıyla tamamlamayı nasip et, dedim. Hamdolsun sabrettim. Bilgileri öğrendim! Ama o sabrın bereketi ile teyzelere bir yanlışlarını emr-i bi’l-maruf gereğince ifade etmiş oldum hamdolsun… İyi ki öğrencilerim görmedi…
Yer, Yeşil Cami… Osmanlı’nın yine ilk eserlerinden… Bursa’nın gülü, Ters-T tipi cami örneğinde Orhan Camii ve Yıldırım Cami’ye benzeyen ihtişamlı cami… Kimi zaman mahkeme olarak kullanılan, kimi zaman sohbet, en çok da ibadet edilen kutsal mekân… Ses ve sadasıyla yüreklerimizde ve dimağlarımızda hoş sada bırakan yer…
İkindi namazı çıkışı… Kapıda bir bayan var; sarışın, uzun boylu, gözlüklü, sırtında bir çanta… Belli ki turist… Ayakkabılarımı giyerken camide “Meryem suresi” yankılanıyor… Aşır bitince bayanla konuşuyoruz. Kendisinin Almanyalı olduğunu öğreniyorum. Kendisine “Protestan mısınız?” diye sorunca şaşırıyor. Mezhepleri ders olarak gördüğümüzü söylüyorum, tebessüm ediyor. Sonra diyorum ki: “Biliyor musunuz? Biraz önce dinlediğimiz Kur’an ayetlerinde Hz. İsa’dan bahsediliyor. Daha kundakta bebek iken: “Ben Allah’ın kuluyum” diyor. Biz Müslümanlar bütün peygamberleri çok seviyoruz. Hz. İsa da aynı şekilde bizim için çok önemli bir peygamberdir. Aramızdaki fark ise şu: Biz İncil’de adı geçen Ahmet (s.a.s.) adındaki son peygambere inanıyoruz ki adı Muhammed’dir, Mahmud’dur, Mustafa’dır. Siz ise Hz. İsa’nın peygamberliğine inanıyorsunuz. Eğer biz, Hz. İsa (a.s.) döneminde yaşasa idik ve “La ilahe illallah İsa rasulüllah dese idik inancımız kabul görürdü.” Biz Hz. İsa’nın müjdelediği son peygamberin ümmetiyiz, ona inanıyoruz deyince;
İngilizce olarak anlaştığımız bayan: “Kur’an’da Hz. İsa bu kadar güzel mi anlatılıyor?” dedi. “Evet, hem kendisi, hem de tertemiz annesi Hz. Meryem o kadar güzel anlatılıyor ki...” dedim. Şaşırdı: “Hz. Meryem de mi anlatılıyor?” Ben de: “Tabii ki” dedim. Ve daha önceki peygamberlerin hikâyeleri de ibret olsun, öğüt alınsın diye anlatılıyor deyince bir baktım kadının gözleri doldu. O vakit oradan ayrılmamız gerekti. Allah’a hamdolsun ki, lisanı kolaylaştırdı ve bu güzellikleri anlatmamıza fırsat verdi. Ne kadar şükretsek az… Kim bilir, belki o gözyaşları iman filizi olup çıkacak da meyve verecek…
Başka bir zaman… Bir ramazan akşamı... Ve yine Yeşil Cami… Teravihle namaz kılıyoruz. Caminin dışında da kılmamız gerektiği için çokça kalabalık izlenimi var. Gerçekten de normal zamanlara göre çok yoğunluk var. O saatte oraya gelen 3-5 turistin konuşmalarını duyuyorum. Bu nedir? Birisi diyor ki: “Just for ramadân = Sadece Ramazan’a mahsus…” Burada bulunup teravih namazının ramazana has olduğunu söylemeleri beni sevindiriyor. Allah (c.c.) kendilerine de nasip etsin.
Ümmet-i davet ve ümmet-i icabet hepsi Rasulüllah’ın ümmetidir. Çünkü onun (s.a.s.) peygamberliği zamanında yaşamaktayız. Ve Rabbim güzelliklere vesile olmayı nasip etsin…
Sonuç; yaşadığımız her an, bir an sonrasında bizim için hatıra olacaktır. Önemli olan bu anları güzel geçirebilmektir ki Rabbim bunu nasip etsin. Bir din görevlisinin “dil” bilmesi tebliğ açısından önemlidir. Ayrıca, bildiklerini pratiğe dökebilmesi şarttır. Kendimizi her zaman yenilemeliyiz. Zamanın şart ve ihtiyaçlarına göre yaşamalı, dinimizi doğru yaşamalı, sevmeli ve gücümüz yettiğince sevdirmeliyiz. Çalışma bizden; muvaffakiyet Allah (c.c.)’tandır.