Makale

Tüketimde dinî ve ahlaki ilkeleri gözetmek

Tüketimde dinî ve ahlaki ilkeleri gözetmek


Dr. Muhlis Akar

Günümüzde tüketim çok farklı bir anlam ve boyut kazanmış; tüketim, ihtiyacı karşılama ölçüsü olmaktan çıkarılıp, istek ve arzular doğrultusunda hızlı bir şekilde arttırılarak âdeta çılgınlık boyutuna vardırılmıştır. İnsanlar tüketim yarışına girişmiş, harcamalarının büyük bir bölümü gelirlerini aşarak, gelecek nesillerin potansiyel kaynaklarına bile zarar verecek boyutlara ulaşmıştır. Aşırı tüketim her alana yayılmış, insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıp kazanmak ve üretmekten ziyade tüketmek için üretir olmuştur. Başta reklamlar olmak üzere çeşitli araç ve gereçlerle aşırı tüketim özendirilmiş, kişiler gösteriş amaçlı tüketim yaptıkları ölçüde “değerli” kabul edilmiş; böylece insanın kendi eliyle ürettiği mal ve eşya, bir yönüyle kendisinden daha üstün konuma getirilmiştir. Bu anlayış ve felsefenin bir sonucu olarak daha çok tüketmek için her yol mübah sayılmış, bir ürünü kullanıp atmayanlar bazı kesimlerce “çağdışı” kabul edilir olmuştur.
Buna karşılık dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü ise açlık sınırında yaşamakta, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda bulunmaktadırlar. Kısaca, bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf, gösteriş tüketimi ve bunun sonucunda dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken; diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için bile birbirleriyle kavga eder olmuşlardır. İşin en dramatik yönü ise, önemli bir oranda Müslümanların da farkında olarak ya da olmayarak bu aşırı ve dengesiz tüketime kendilerini kaptırmış olmalarıdır.
Oysa İslam’da mal ve servet edinme birtakım dinî ve ahlaki ilkelere bağlandığı gibi, edinilen mal ve servetin tüketimi ya da harcanması da aynı ilkelere bağlanmıştır. Kazanırken ve harcarken bu ilkelere riayet edilmediğinde bundan dolayı sadece dünyada değil, ahirette de sorumluluk söz konusu olacaktır. (Tekâsür, 8.) Bu durumu Sevgili Peygamberimiz şöyle ifade etmişlerdir: “Ahirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden.” (Tirmizi, Kıyâmet, 1.)
O halde yapılması gereken, tüketim alanında yüce dinimiz İslam’ın Müslümanlardan uymalarını istediği ve aşağıda kısaca vereceğimiz temel kural ve ilkeleri sürekli göz önünde bulundurmak ve bunları farkındalığa dönüştürerek uygulamaktır.
1. İhtiyacı esas almak
Tüketim, insan ihtiyaçlarının karşılanması için mal ve hizmetlerden yararlanmaktır. İnsanlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüketmek ve ihtiyaçlarını karşılamak zorundadırlar. İhtiyaçlar ise -sanılanın aksine- sınırsız değildir; sınırsız olan insanın arzu ve istekleridir. Sevgili Peygamberimiz, “İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı/altını olsa ikincisini de ister.” (Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât, 117.) buyurarak, insanın doymak bilmeyen bu özelliğine işaret etmiş, ihtiyaç ile arzu ve istek arasındaki farka dikkat çekmişlerdir.
Bu nedenle insanlar gerçek ihtiyaçlarını iyi belirlemeli; harcamada bulunurken bunu sınırsız istek ve arzularına göre değil; zaruret derecesine göre ihtiyaçlarını sıralayarak yapmalıdırlar. Zaten tüketime yönelik eleştiriler de tüketimin bizzat kendisine değil; tüketim harcamalarının reel ihtiyaçların önüne geçirilerek arzu ve istekler doğrultusunda israf ve gösterişe dönüştürecek şekilde yapılmasına yöneliktir.
2. Mal ve serveti israf etmemek
Dinî bir kavram olarak israf, insanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı bir şekilde tüketmesi demektir. Buna göre, kişinin mal ve servetini kumar, içki, fuhuş gibi gayri meşru alanlara harcaması israf olduğu gibi; helal ve meşru alanlarda ihtiyacın üzerinde harcamada bulunması da israftır. Aynı şekilde gıda maddelerinin çürütülmesi, ekmek, yemek, sebze ve meyvelerin çöpe atılması, giyilebilen eskimemiş giysilerin, kullanılabilen ev eşyalarının vb. sırf moda uğruna atılıp yerine yenilerinin alınması, gereksiz yere elektrik tüketimi, suyun boş yere akıtılması, yeme ve içmede ölçünün kaçırılması, helal olan nimetlerden yanlış algılar nedeniyle faydalanılmaması gibi tutum ve davranışlar da israftır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (Araf, 31.) buyurarak israfın her çeşidini müminlere yasaklamış; Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.” (Buhâri, Libâs,1.) hadisi ile tüketim harcamalarının israf boyutuna vardırılmadan gerçekleştirilmesini istemişlerdir. Bu bakımdan İslami duyarlılığa sahip müminler az veya çok her türlü israftan sakınmak durumundadırlar.
3. Gelir artınca meşru ölçülerin dışına çıkmamak
İslam’da meşru (helal) olmayan alanlarda az veya çok her türlü tüketim yasaklanırken, meşru (helal) alanlarda da “israf etmeme” prensibi getirilmiştir. (Araf, 31.) Bu nedenle tüketim ahlakını içselleştirmiş müminler tüketimlerini gelirlerine göre ayarlar, gelirlerinin üzerinde tüketim yapmaz; gelirleri artınca da Yüce Allah’ın koyduğu ilahî kuralları ihlal etmez, meşru ölçülerin dışına çıkmazlar. Ayrıca gelirlerini yalnızca kendi tüketimleri için değil, aynı zamanda yoksul akrabalarının, komşularının ve diğer muhtaç insanların ihtiyaçları için de belli bir oranda harcama sorumluluklarının olduğunu (Nisâ, 36; İsrâ, 26-27.) unutmazlar.
Esasen Sevgili Peygamberimiz’in, “Komşusu açken tok yatan (gerçek) mümin değildir.” (Ebu Şeybe, Musannaf, 7/218; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, VIII/167.); “Kendi nefsiniz için istediğinizi mümin kardeşiniz için de istemedikçe (olgun) mümin olamazsınız.” (Buharî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72.) hadislerine muhatap olan duyarlı bir mümin, sahip olduğu maddi ve manevi nimetleri sorumsuzca ve sınırsızca meşru olmayan alanlarda harcamayacağı gibi, başkalarının açlık ve ıstırabına da duyarsız kalamaz. Zira İslam’a göre “Müslüman insan” tipi, “ekonomik insan” tipinden farklıdır. Ekonomik insan tipinde kişi yalnızca kendi ekonomik çıkar ve menfaatlerini düşünürken; Müslüman insan tipinde yalnızca kendi çıkarlarını düşünmekle kalmaz, aynı zamanda toplumun diğer bireylerinin de menfaatini dikkate alır.
Bunun için varlıklı bir Müslüman artan geliriyle maddi ihtiyaçlarını karşıladığında israftan kaçınma prensibiyle tüketimini frenler. Lükse ve gösteriş tüketimine yönelmeyeceği gibi gayrimeşru yollara da sapmaz. Buna karşılık sosyal amaçlı harcamalarda bulunur. Böylece tüketiminden yalnızca kendisi kişisel fayda ve mutluluk sağlamakla kalmaz, başkalarının mutluluğunu da hesaba katarak fakirleri, yoksulları, öksüz ve yetimleri yardımlarıyla sevindirmiş olacağı için manevi fayda da elde eder.
4. Gösteriş amacıyla tüketim yapmamak
İslam, mal ve serveti dünya hayatı için bir zinet (süs) olarak kabul etmekle beraber; (Kehf, 46.) bunlarla gösteriş yapılmasını yasaklamış, Müslümanlar arasında mal varlığına dayanan farklılığın, üstünlük, şımarıklık ve gösteriş nedeni olmasını istememiştir.
Bu yüzden gösteriş amaçlı harcama yapanlar ve nimetleri israf edenler Kur’an’da “şeytanın kardeşleri”, “şeytanın arkadaşı” olarak nitelendirilmiştir: “Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir.” (İsra, 27.); “Bunlar (Allah’ın sevmediği kibirli insanlar), mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır. Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan (gösterişsiz) harcasalardı kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi bilendir.” (Nisa, 36-39.)
Lüks ve gösteriş amaçlı tüketimde bulunmak insanların psikolojik yapısıyla ilgili bir durum olmanın yanı sıra, yukarıdaki ayet-i kerimeden anlaşılacağı gibi iman yoksunluğundan ya da dinî duyarlılığın azlığından da kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan dünya mutluluğunun yanı sıra ebedî mutluluğu ve ilahî rızayı kendilerine gaye edinen gerçek müminler bu duruma düşmezler. Çünkü onlar yaptıkları her şeyi sırf Allah rızası için yaparlar, “Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Yedirdikleri kimselere: “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan, 8-9.) derler, servetin gerçek sahibinin ve ihsan edeninin Allah olduğu inancıyla, mal ve servetlerini yüce Allah’ın kullarına karşı gösteriş amaçlı olarak kullanmazlar. Harcamalarını gösterişe göre değil, ihtiyaca, dinî ve ahlaki prensiplere ve makul olana göre yaparlar.
5. İktisat ve denge prensibine bağlı kalmak
İslam’da müminlerden hayatlarının her alanında olduğu gibi ekonomik alanda da ifrat ve tefritten uzak, ölçülü ve dengeli olmaları istenmiş; bu yüzden ifrat noktası olan israf ile tefrit noktası olan cimrilik yasaklanmıştır. Buna karşılık tüketim ahlakının bir gereği olarak iktisatlı yaşam (orta yol) teşvik edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de, Yüce Allah’ın her şeyi bir ölçü ve denge ile yarattığı (Kamer, 49.) hatırlatılmış; “Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar, ne de cimrilik ederler. Harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur.” (Furkan, 67.) ayetiyle israfla cimrilik arasında tam bir denge kurulması istenmiş; İsra suresinde de bu ilke şöyle vurgulanmıştır:“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsra,29.) Aynı surenin 26. ve 27. ayetlerinde de infak ve harcama emredilirken, tüketim sınırının savurganlık ve gösterişe varacak şekilde aşılması yasaklanmaktır: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” Aynı şekilde; “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Mâide, 87-88.) ayetlerinde de, bahşedilen nimetlerden iktisat ve denge prensibini ihlal etmeden helal ve meşru ölçüler içerisinde yararlanılması istenmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise, “İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez.” (Kenzu’l-Ummal, III, 49 (5430.) buyurmuşlar, kendileri de hayatlarının her alanında orta seviyede mütevazı bir hayat yaşamışlardır.
Bu nedenle İslami duyarlılığa sahip müminler hayatlarının her alanında olduğu gibi tüketim alanında da dinî ve ahlaki ilkeleri gözetmeli; Yüce Allah’ın bir ikramı olarak bahşettiği her bir nimeti yerli yerince kullanmalı; israftan, gösteriş tüketiminden ve cimrilikten sakınmalı; gelirlerinden fakir, yoksul, yetim ve öksüzleri de gözetmeli; harcamalarında iktisat ve denge prensibine bağlı kalmalıdırlar. Aynı şekilde mal ve servetlerini kamu çıkarlarına aykırı bir şekilde kullanmamalı; “tüketim özgürlüğü” adına sağlığa, sosyo-ekonomik yapıya, tabiata, çevreye ve gelecek nesillerin potansiyel kaynaklarına zarar vermemelidirler.