Makale

Eyüp Sultan Camii

İsa Gürler
Eyüp Müftüsü

Eyüp Sultan Camii

Eyüp Sultan Camii İstanbul’un ilk selatin camisidir. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretlerinin türbesini yaptırmış, beş yıl sonra da 1458 tarihinde Eyüp Sultan Camii’ni türbenin yanı başına inşa ettirmiştir.
Caminin şadırvanlı dış avlusuna batı ve güney kapılarından girilmektedir. Güney kapısının hemen yanında hünkar mahfeline ulaşan rampanın başlangıcı ve mu- vakkithane yer alır. Avlu kuzeyinde önemli şahısların medfun bulunduğu bir hazi- re, ortasında sekiz sütuna oturan geniş saçaklı mermer bir şadırvan bulunmaktadır.
İç avluya doğu ve batı kapılarından girilmektedir. Avlunun ortasındaki çınarın Ebû Eyûb el-Ensarî’nin kabrini keşif yoluyla bulan Akşemsed- din’in kabrin yerini belirlemek için diktiği, Fatih Sultan Mehmed’in kabrin baş ve ayak uçlarından söküp kıble tarafına diktiği iki çınardan biri olduğu söylenir. Diğerinin de 1910-1915 yıllarına kadar ayakta kaldığı, ancak yaşlılığı sebebiyle kuruduğu yıkıldığı söylenilmektedir.
Çınarın bulunduğu sofa alçak bir duvarla sınırlı olup, üzerinde dökme demir şebeke ve köşelerde barok sitilde çeşmeler yerleştirilmiştir. Bir söylentiye göre bu sofa, Haz- reti Eyyûb’un gasledildiği yerdir. Ayak altında kalmaması için etrafı çevrilmiştir.
Avlu, üç kolda devam eden son cemaat mahalli revaklarının sonuçlandığı dördüncü cephede türbe ile kapanır. Eyüp Sultan Türbesi İstanbul’da bugüne kadar özgün tasarımını koruyabilmiş en eski Osmanlı mezar anıtıdır.
Küfeki taşından inşa edilen sekizgen planlı türbenin iç ve camiye bakan dış duvarı XV., XVI. ve XVII. yüzyıllara ait devşirme çinilerle kaplıdır.
Türbenin iç kısmı, cami avlusundan girilen ziyaret mahalli olan bölüm ve Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’nin kabrinin, sandukasının bulunduğu bölüm olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Sandukanın üzerinde bulunan siyah atlastan yapılmış örtü Sultan II. Mahmud tarafından konmuş, sandukanın çevresinde bulunan dökme gümüş şebekeyi Sultan III.Selim yaptırmıştır. Sandukanın bulunduğu türbenin asıl girişinde bulunan sedef parmaklık kapı bizzat II. Abdulhamid’in el işi olup kıymetli bir eserdir. (İstanbullu Sahabeler Dr. Necdet Yılmaz, Dr. Coşkun Yılmaz)
Türbe hat sanatının örnekleri açısından son derece zengindir. Türbedeki güzel hat örnekleri Sultan II. Mahmud, I. Ahmed, III. Mustafa, III. Selim, Sultan Abdülaziz, hattat
Osman Efendi, Ahmed Razi Efendi, Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi ve Mahmud Cela- leddin Efendi gibi hattatlara aittir.
Türbe muhtelif zamanlarda tamir edilmiş, en önemli tamirleri Sultan I. Ahmed, Sultan III. Ahmed, Sultan I. Mahmud, III. Selim ve II. Mahmud gerçekleştirmiş, bu tamirler esnasında türbeye sebil, hâcet penceresi, kadınlar mescidi, giriş kısmı, çıkış kısmı (uzun yol) ve cüzhane bölümleri eklenmiştir.
Eyüp Sultan Camii 1766 yılında meydana gelen depremde büyük zarar görmüş, onarım yetersiz kalınca III. Selim tarafından yeniden inşa edilmiştir. Cami 25 Ekim 1800 tarihinde III. Selim’in katıldığı selamlık töreniyle resmen ibadete açılmıştır. III. Selim’in yeniden yaptırdığı cami Türk Barok’u üslûbundadır.
Caminin minareleri ilk camiden kalan yegane elemanlar olduğundan klasik üslup özellikleri bozulmamıştır. III.
Ahmed döneminde mahya kurulabilmesi için minare boyları yükseltilerek ikişer şe- refeli hale getirilmiş, bu vesile ile caminin minareleri de yenilenmiştir.
Caminin harem avlusu ve içinde bulunan şadırvan, odalar, muvakkithane, hünkâr mahfeline giden rampalı merdiven ve onun devamı olan asma kat III. Selim tarafından caminin yeniden inşası sırasında ilave edilmiştir.
Eyüp Sultan Camii tek kubbeli olup, ana kubbe 1 7 metre çapındadır. Bunun etrafında 8 yarım kubbe ve köşelerde de 4 küçük kubbe vardır. Mihrab eyvan şeklindedir. Minberi mermerdir. Kubbe, altı taş sütuna oturtulmuştur. Son cemaat yerinin önünde altı sütunlu ve yedi kubbeli bir revak bulunmaktadır. Caminin içinde sütun yoktur. Orta kubbe etrafında sağlam kemerler vardır.
Eyüp Sultan Camii OsmanlI Devlet Protokolünde ve Osmanlı siyaset hayatında son derece önemli bir yer işgal etmiştir. Çünkü Eyüp Sultan Camii, tahta çıkacak OsmanlI hükümdarlarının kılıç kuşandıkları ve bir nevi yönetimlerini meşrulaştırdıkları yerdi. Yönetime geçecek hükümdar tahta oturmadan önce camiye gelir, Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’nin kabrini ziyaret eder, sonra da devrin seçkin âlimlerinden biri Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler arasından getirilen sahabeye ait kılıçlardan birini ona takdim ederdi. Kendisine verilen bu kılıçı sembolik olarak kuşanan ve artık yönetimi meşrûlaşan padişah daha sonra Topkapı Sarayı’na gider ve orada icra edilen cülus merasimiyle tahta otururdu.
Yeni hükümdar deniz yoluyla Eyüp’e gelir, merasimle kılıç kuşandıktan sonra Edir- nekapı’dan Divânyolu güzergahı ile Topkapı Sarayı’na dönerdi.
Eyüp Sultan’da kılıç kuşanma merasimi ilk icra ve ihdas eden Fatih Sultan Meh- med’e Akşemseddin tarafından kılıç kuşatılmış ve bu an’ane son padişah Sultan Vahdettin’e kadar devam etmiştir.
Eyüp Sultan Camii adeta Osmanlı ülkesinin kalbi olmuştur. Osmanlılar caminin bulunduğu bu semti mübarek beldelerin bir şubesi gibi görmüş, Medine-i Münevvere ile arasında benzerlik, paralellik kurmuş, Eyüp’e ab- destsiz ayak basılmamış, hacca gidenler Eyüp Sultan Ca- mii’ni ziyaret etmeden yola çıkmamıştır.
Gayrimüslimlerin Hara- meyn’e yaklaştırılmama kuralı Eyüp Sultan’da da söz konusu olmuş, bu mekana bazı dönemlerde gayrimüslim sokulmamıştır. Eyüp Sultan Türbesi içinde bulunan kuyunun, halk arasında zemzem suyu ile aynı kaynaktan geldiğine inanılmıştır. Osmanlı insanı bu semti Hicaz’a benzetmeye gayret etmiş, bu da Haremeyn’e, Hz. Peygember’e ve o’nun mihmandarı Ebû Ey- yûb (r.a.)’a hürmet ve muhabbetten kaynaklanmıştır.
İspanyol edebiyatının şaheseri Don Quijote’nin (Don- kişot) yaratıcısı ünlü yazar Cervantes’den sonra İspanya
dışında en fazla tanınan, Mahşerin Dört Atlısı adlı eseri neredeyse tüm dünya dillerine çevrilen, Kan ve Kum, Kulübe, Sazlar ve Çamur, Portakal Aağaçları Arasında adlı kitapları Türkçe’ye çevrilmiş, dünyaca ünlü bir İspanyol romancısı olan Vicente Blazco Ibanez XX. yüzyılın başlarında ülkemize gelmiş izlenimlerini anlattığı Oriente (Doğu) adlı kitabında Hiristi- yan olması sebebiyle Eyüp Sultan Camii’ne giremediğini belirtmiştir. İbanez şöyle demiştir:
"Kutsal Eyüp Camii Türk milletinin dini mahremiyetini ve esrarını koruyan tek yerdir. Hiçbir Hiristiyan onun iç avlusunun döşeme taşlarına bile adımını atamamıştır. Yolcular önünden geçerken, bahçe ve avlularını çevreleyen duvardaki parmaklık ve kapılardan içeri bakmaktan kaçınırlar. Beni İstanbul’a götürecek bir vapur arayışı içinde Haliç’in sahiline doğru giderken, Eyüp’e çok yakın sokakların arasında yolumu kaybettim. Dar bir sokağın sonunda parmaklıkları açık büyük bir kemer gördüm. Yaklaştım, önde boş ve serin bir avlu, daha ötede bir kemer, iyice ileride etrafı duvarlarla çevrili, güneşin aydınlattığı büyük bir alan ve ortasında otobur bir canavar gibi yükselen, dalları görünmeyen, beşyüz yıllık bir çınarın devasa gövdesi. Çinilerle kaplı avluların gölgesinde çeşmeler çağlıyor, fıskiyeler sularını yeşil mermer havuzlara döküyorlardı. Yüzlerce koyu renkli güvercin sütun başlarında kanat çıpıyor, bağırışları su damlalarının sessizliğini bölüyordu. Bunlar kutsal caminin avlularıydı. İstanbul’a yaptığı ziyaret sırasında bizzat Alman İmparatoru’nun (II. Wilhelm) bile içine giremediği, Hiristiyanlar için erişilmez olan mabedin avlularıydı. Bir yanda yeşil ve siyah çinilerden oluşan esrarengiz bir cephe, at nalı şeklindeki kemerin orta yerinde ise Türk işi bir lamba asılı. Henüz başımı uzatmıştım ki, zaptiye, yani bir Türk jandarması bana doğru geldi, ihtiyatlı bir şekilde uzaklaştım. Ama güvercinleriyle, çeşmeleriyle ve yeşil siyah ön cephesiyle son derece esrarengiz, tenha avlunun o bir anlık görüntüsü zihnimden kolay koyla silinmeyecek. Kutsal Eyüp Camii’nin içinde ne vardır acaba?"
Eyüp Sultan Camii ve Türbesi inşa edildiğinden bu yana en ünlü ziyaret yerlerinden biri olmuştur.
İstanbul’un ve Anadolu’nun her köşesinden uzun bir yol kat ederek sadece türbeyi ziyaret etmek ve camide bir vakit namaz kılmak için gelenler olmaktadır. Bu ziyaretler ramazan ayının, kandil gecelerinin, dini bayramların, düğün ve sünnet merasimlerinin adeta vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir.
Ziyaretçiler sadece hayattayken değil öldükten sonra da bu civarda olmayı istemişler ve bu civarda defnedilmeyi arzu etmişlerdir.
Eyüp Sultan Camii niçin büyük bir ziyaret merkezi halindedir? Niçin her kesimden ziyaretçilerle her gün dolup taşmaktadır? Bu câzibenin sebebi ve burayı şerefli kılan nedir?
Mekke-i Mükerreme’yi mukaddes kılan, buradaki Kâ- be-i Muazzama, Harem-i Şerif, Safâ ve Merve Tepeleri, Arafat ve Nur Dağları ve diğer şeâir-i İslam’dır.
Medine-i Münevvere’yi mübarek yapan da burada bulunan Mescid-i Nebevî, Hücre-i Saadet, Ravza-i Mutahhara, Kubâ Mescidi ve diğer mübarek mekanlardır. Kudüs’ü böyle yapan ise Mescid-i Aksa’dır. işte Eyüp Sultan Camii’ni aziz kılan ve câzibe merkezi haline getiren de burada yatan ve buraya adını vermiş olan Mihmandâr-ı Nebî Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleridir.
O olmasaydı, ne burası her gün ziyaretçilerlerle dolup taşar, ne de açık hava müzesi halindeki Eyüp ilçesi kurulurdu.
Yahya Kemal Beyatlı bu mekanda yaşadığı duyguları şöyle anlatmaktadır:
"Eyüp, Türklerin ölüm şehri Eyüp Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm şehrine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar? Eyüp’ün bu servi çini rüyasından uyanan bir zair diyebilir ki: "Neredeyim?" Bulunduğum yer İslam cennetinin yeşil bir bahçesini andırıyor. Mamafih ne kadar garip ki Rum kayserlerinin "Vlaherna" dedikleri meşhur saraylarının harabesi burada. Upuzun giden bu surlar o kayserlerin müdafaa siperleriydi. Bu toprakta Medine’de doğmuş, Muhammed’le görüşmüş ve konuşmuş olan bir sahâbe yatıyor ki, ismi Ebâ Eyyûb Hâ- lid !... Medine nerede? Bizans sarayının burçları nerede? Bunların arasında ne münasebet var? Bu -toprağa İslam’ın yeşil nûru niçin böyle bol yağmış? Ben de bu sualleri kendi kendime sordum. Düşünmeye başladığım zaman Eyüp’ün mâverası gözlerime bir kat daha nurlu göründü." (Yahya Kemal, Aziz İstanbul)
Eyüp Sultan’a gelmiş bir bayan ziyaretçi yaşadığı duyguları şöyle anlatıyor: "Beni sıcak evimden ayrılıp yollara düşüp buraya gelmeye kimse zorlamıyor. Zaman, para vs. harcayarak, canı gönülden bir aşkla buraya koşuyorum. Buraya akşam gün batımında gelmelisiniz. Günün son ışıkları, ağaçlar, güvercinler ve eski binalar hepsi bir olup insana öyle büyük bir haz veriyor ki! Aynı duyguları başka mekanlarda da yaşayabiliyoruz ama Eyüp Sultan Hazretleri ile burası insanın gözünde bir başka güzelleşiyor. Sadece seyredip dalıyoruz."
Mardin’den ve Tekirdağ’dan ziyarete gelen iki bayan ise ; "Peygamberimizi evinde misafir eden Eyüp Sultan Hazretleri burada olduğu için ziyarete geldiklerini, burada büyük bir huzur bulduklarını" belirtmişlerdir."
O halde ilçemizin ve ilimizin dini ve sosyo-kültürel hayatında çok önemli bir yeri olan, camimize ve semtimize adını veren, aziz kılan, bir cazibe merkezi haline getiren Mihmandar-ı Nebi Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretlerini iyi tanımalıyız. O’nun Hz. Peygamber sevgisini, şecaat, sabır ve takvasını örnek edinmeye çalışmalıyız. Ziyaret esnasında İslam’a ve Hz. Pey- gamber’in sünnetine uymayan bid’at ve hurafelerden kesinlikle kaçınmalıyız.