Makale

Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu “ Nerede ve kim olursa olsun, bir insanın kendi kültür havzasına aidiyet hissinin tahribi, insanlık onuruna saldırıdır.”

Söyleşi

Ayfer Balaban

Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu

“ Nerede ve kim olursa olsun, bir insanın kendi kültür havzasına aidiyet hissinin tahribi, insanlık onuruna saldırıdır.”

İslâm dünyasının travmaları nelerdir? Sizce bu travmaların sebepleri nedir ve bunlarla nasıl baş edilebilir?
Birincisi, özellikle soğuk savaş sonrasında son 15 yıla baktığınızda İslâm dünyası ile uluslar arası sistem arasında şu anlamda bir uyum problemi yaşanmakta. Soğuk savaşın çöküşü ile birlikte çok geniş bir alanda, gittiği jeopolitik ve jeo ekonomik, jeokültürel kırılma hatları çıktı. Bunlara baktığımızda çoğu da İslâm dünyasından yani Müslüman toplulukların yaşadığı yerlerden. Bunlar, Bosna, Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Batı Trakya, Kara- bağ, Keşmir, Afganistan. Özellikle Bosna’da ve Orta Asya’da ve bütün bu coğrafyalarda yaşananlar, İslam dünyasında uluslar arası sisteme karşı bir güvensizlik oluşturmuştur. Uluslar arası sistem İslâm dünyası ile olan ilişkilerini sağlıklı tanzim edemedi. İslâm dünyası da uluslar arası sisteme gerektiği ölçüde nüfuz edemedi. Bunun getirdiği bir problem alanı var. İkincisi de Islâm dünyasının sömürge döneminden hatta daha öncesinden beri süre gelen, ciddi birikmiş iç problemleri vardır. Bunun için de kültürel alanda, ilmî kurumlarda yaşanan sıkıntılar, ekonomik alanlarda geri kalmışlık, yoksulluk, siyasal alanda temsil problemi, siyasal katılım problemleri olmak üzere, bütün bunlar içerde bir birikime yol açtı ve Müslümanların öz güveni ciddi bir şekilde sarsıldı.
Kur’an-ı Kerim’i okuyan bir Müslüman, Müslüma- nın izzetli, vakur, kararlı olması gerektiğini düşünür. Bütün Kur’an-ı Kerim, genelde insana, özelde de Müslümanlara böyle bir karakter, böyle bir psikoloji kazandırıyor. Ama realiteye bakıldığında bu durumdan uzak bir tablo ile karşı karşıya kalınıyor. Bunun getirdiği bir psikolojik, kurumsal, siyasal problemler yumağı var. Bizim bu problemleri bilmemiz şu açıdan önemli: Dünyada zaten tarih problemlerle şekillenir ve hatta büyük açılımlar, büyük problemlerin yaşandığı yerlerden çıkar. Yeter ki biz problemlerle yüzleşmeye, bu problemlerle hesaplaşmaya, gerek kendi içimizde ve gerekse uluslar arası sistemle yaşanan sıkıntılarda öz güven içinde, ama muhasebeye hazır bir psikolojide yaklaşmaya hazır olalım. Bunu yaparsak, bu travmayı aşacak potansiyeli de hareket geçirmiş oluruz.
"Mostar bir kimliktir. Dolayısıyla Mostar’ın yıkılışı, sıradan bir köprünün yıkılışı gibi değildir" dediniz. Din, kültür ve kimlik arasında nasıl bir ilişki vardır?
İnsanın en saygı duyulması gereken hususiyetlerinden birisi, karar verme irade
sine sahip olması ve kendi kimliğini tayin edebilme kapasitesine sahip olmasıdır. Ama aidiyet sahibi olmak, ancak insanoğlunun sahip olduğu bir melekedir. Aidiyet sahibi olmak, kültürel bir çevrenin parçası olmayı da beraberinde getirir. Balkanlar ve Kafkaslardaki duruma baktığınızda, buradaki Müslüman toplulukların çok köklü bir tarihi geçmişin ortaya çıkardığı, aidiyet hissine sahip oldukları görülür. Fakat yaşanan siyasi realite bu aidiyet hissinin dağılmasını, çözülmesini istiyor. Bu aidiyet hissi de tarih ve mekanın kesiştiği yerde ortaya çıkar. Hem tarihin derinliğine gideceksin, hem de mekanda bunun yansımaları olacaktır. Mostar köprüsü bu yansımalardan • biri idi. Sultan Ahmet Camii, Kosova’da Sultan Murat Camii, Yahya Paşa Camii, Bosna’daki Çarşı Bey, Gazi Hüsrev Bey Medresesi vb. bunların hepsi, bu mekanlarda insanların aidiyet hissini besleyici unsurlar. Bi- rileri bu aidiyet unsurundan rahatsız olduklarında, bu mekanlara saldırıyorlar. O aidiyet hissini besleyen dokuları yok etmeye çalışıyorlar. Halbuki, nerede ve kim olursa olsun, bir insanın kendi kültür havzasına aidiyet hissinin tahribi, insanlık onuruna saldırıdır.
Balkanlarda Müslüman toplulukların bulunduğu öyle yerler var ki, minare var cami yok, caminin duvarları var, yakılmış, minaresi yok. Bu şehirlerin hemen hemen tümü geçmişte Osmanlılar tarafından şehirleştirilmiş. Özellikle Balkanlarda, OsmanlI öncesi çok köklü yerleşik şehirler yoktu. Müslüman toplulukların tabii tepkisi, bunun mevcudiyetidir. Bugün Batum 60 sene öncesi, 100 sene öncesi kültür kimliğini kaybetmek riskiyle karşı karşıyadır. Bizim Batum’a karşı sorumluluğumuz var. Bu şehrin kültürel hususiyetlerini muhafaza etmesi hususunda sadece bizim değil, insanlık âleminin sorumluluğu var. O kültürün yok olmaması için bütün potansiyeli harekete geçirmek ve Müslümanların bu kültürel mirasla birlikte genişledikleri, besledikleri aidiyetleri güçlendirmek gerekir.
Modern dünyanın kültürel ve entelektüel talepleri karşısında, Avrasya İslâm Şûrası’nm anlamı nedir sizce?
Avrasya İslâm Şûrası öncelikle böylesine kritik bir bölgenin temsilcilerini bir araya getiriyor. Bu kritik bölgelerdeki en sıkıntılı problemlerden birisi, temsil problemi. Bu toplulukların adına kim konuşabilir. Kimle muhatap olunabilir ki, onlarla hem küresel barış hem de bölgesel istikrar için bazı mekanizmalar harekete geçirilebilsin. Şûra’nın böyle bir küresel rolü var ve bu rolü kazanması lazım. Dünyada, Avrasya ölçeğinde problemleri tartışmak isteyenler, burada bir şûra var, bu şûra ile bu problemleri tartışabiliriz demeliler. Onun ötesinde kendi içinde de demin bahsettiğiniz kültür mirasını korumak, yeni nesle bu mirasın aktarılmasını sağlamak ve bu yeni nesli daha güçlü şekilde ayakta tutabilmek için, kendi içinde yapılması gereken faaliyetler, alınması gereken tedbirlerin de konuşulması gereken en uygun platform bu. Ulusal devlet ölçeğinde de her bir devletin -Makedonya’da,
Bosna’da Azerbaycan’da veya Kazakistan’da- problemlerini tartışıp, ortak çözüm yollarının bulunabileceği bir platform oluşturuyor. Bütün bunları yapabilecek çok verimli platform, ancak törensel özelliklerden çıkıp, operasyonel faaliyet özelliklerine kavuşturulması lazım.
Karşı karşıya olduğumuz fiili durum düşünülünce, sahih bilgiye dayalı top- yekûn bir eğitim seferberliği elzem değil mi?
Her alanda eğitim olmaksızın, bu Müslüman toplulukların ayakta kalabilmeleri, varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün değil. İslâm dünyasının en temel problemlerinden biridir eğitim. Avrasya için daha da öncelikli bir problem. Şûra’da böyle bir karar alınması ve bunun karar olarak kalmaması, hayata geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Şûra, Saray Bosna’da yapıldı, bunun özel bir anlamı vardı. Kıbrıs’ta yapıldı aynı şekilde özel bir anlamı vardı. Şimdi ise ikinci kez İstanbul’da yapılıyor?
İstanbul, dersaadettir. İslâm dünyası bu arayışa cevaptır diyebiliriz. İstanbul, İslam medeniyettin en güzide numunesi, en önemli ve en son merkezidir. İstanbul’dan daha iyi bir yer İslâm şûrası için düşünülemezdi. Bütün şehirlerimiz mukaddestir ama, İstanbul herkes için özel bir anlam ifade ediyor. Küresel anlamda İstanbul, bir çok zirveye merkez oldu, ev sahipliği yaptı. İstanbul uluslar arası ve iki kıtayı temsil eden bir şehir. Bu bakımdan İstanbul’dan daha tabi bir merkez yoktur. Aslında İstanbul’un ruhunu keşfettiğinizde, Avrasya’nın ve İslâm medeniyetinin de ruhunu keşfetmiş olursunuz.


Prof. Dr. Mim Kemal Öke

Gerek Çarlık ve gerekse SSCB döneminde Orta Asya Türklüğü milli kimliğini kaybetmemişse, dinleri sayesindedir.

Sayın Hocam, modern dünyada kimlik sorunu denilince ne anlamamız gerekiyor?
Kimlik sorunu sadece bizim din kardeşlerimize yönelik sorun değil. Fakat post modern evre dediğimiz soğuk savaş sonrası dünyanın, küreselleşme karşısında hem gösterdiği refleksler hem de küreselleşmenin ürettiği birtakım meydan okumalar olarak ortaya koymak mümkün. Bugün insanoğlu, bir yandan dünya küçülürken sık ve yoğun birtakım etkileşim ve iletişim içerisine girerken, bir yandan da kendi üstün değerlerini muhafaza etmek istiyor. Kendi özgün değerlerini muhafaza etme konusunda ise, İslâm âleminde ciddi sıkıntılar var. Çünkü yoksulluk, yolsuzluk, demokrasi ve insan hakları yoksunluğu, bu tür kültürel ifade edişlerin şiddete yönelik olarak pekişmesini ortaya çıkarıyor.
Bu küçük bir azınlıkla olmakla birlikte, İslâm âlemine ciddi bir temsil sorunu da beraberinde getiriyor. Dışardan bakanlar Islâm’ı, Müslümanları bu zannediyorlar. Dolayısıyla doğru İslâm’ın verilebilmesi, yaşanabilmesi ve tebliğ edilebilmesi için, Müslüman dünyanın kendi içerisinde çağa uygun olarak kendisini yeniden tanımlaması gerekiyor. Kendini yeniden tanımlaması gerekiyor derken, Islâmın yeniden tanımlanmasından bahsetmiyoruz! Burada ifade ettiğimiz kavrama ve İslam’ı kavrama, İslâm’ı anlama konusunda yeni bir cehde duyulan ihtiyaçtan söz ediyoruz. Dolayısıyla burada kimlik sorunsalı derken; önümüzde bir çatalağızı duruyor. Bu çatal ağzında acaba İslâm âleminin önüne dikilen bir Usamecililik mi söz konusu olacaktır, yoksa burada altı çizilmeye çalışılan bir medeniyetler barışı projesine mi inkılap edecektir.
Türkiye’nin medeniyetler barışını sağlamadaki rolü ne olabilir?
Böyle bir uygarlıklar barışı ve uygarlıklar ittifakı gerçekleşecekse, biz bunu potansiyel olarak yapmaya muktedir olan yegâne İslâm ülkesinin Türkiye olduğunu düşünmekteyiz.
Zaten Dünya da bunu böyle kabul etmekte ki, bu konuda Birleşmiş Milletlerden Türkiye’ye müracaatlar vardır. Türkiye’nin ilişkide bulunduğu bütün toplumlar- da, Türkiye’nin bu ve benzeri konulardaki rolünü ve konumunu pekiştirecek talepler zaten vardır. Türkiye bunu yapmaya muktedirdir ve Türkiye’nin başta Diyanet olmak üzere bunu yapacak müesseseleri vardır.
Bu Avrasya Şûrası’nın; kendi içimizdeki sorunları tartışmak, Türkiye’nin tecrübelerini aktarmak, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları konusundaki tasarımlarını paylaşmak ve ortak projelerle dünyaya açılabilmek için; hem temsil hem de tebliğ makamında ortak bir platform olması, çalışır bir platform olması fevkalade önemlidir. Avrasya İslâm Şûra’sının buna hizmet ede- f bileceğini düşünmekteyim.
Son zamanlarda dünyanın gündemini terör ve şiddetin yarattığı sorunlar meşgul etmektedir. Ne yazık ki farklı kaynaklardan beslenen terör ve şiddetin maliyeti yüce dinimize ve Müslümanlara çıkarılmakta ve Müslümanlar bir tehdit unsuru olarak ilan edilmektedir. Kaygı verici bu sorunla nasıl baş edilebilir?
Avrasyalıya baktığımızda, Avrasya ciddi bir doğma sonrası nekahet dönemini yaşıyor diyebiliriz. Çünkü hepimizin de bildiği gibi, Türkiye’nin dışında pek çok Avrasya ülkesinde -soğuk savaş öncesi dönemi kastederek söylüyorum- ciddi bir dinsizlik ve dinsizlik propagandası, aji- tasyonu ve dinin ilerlemeye engel olduğu, çağa karşıt bir yaklaşım, ilkel bir tutum olduğu, uygarlaşmak için mutlaka bu kimliği atmak, bunlardan kurtulmak lazım geldiği tarzında bir dönemden geçtiler.
Dün Kazakistan’dan gelen temsilci de aynı şeyleri dile getirerek; din, atılması gereken ve asla bizim hayatımızda olmaması gereken bir unsur olarak bize anlatıldı dedi.
Soğuk savaş sonrasında tüketim toplumunda ahlaki değerlerin yitirildiği ve insanoğlunun ortak ihtiyacının etik olduğu ortaya çıktı. İnsanların mutsuzlukları arttı. Yoksulluğun yanı sıra yolsuzluk ve yozlaşma gibi ciddi problemler de baş gösterdi. Dolaysıyla din ihtiyacı; sadece bir kültür ve kimlik ihtiyacı değil, fakat aynı zamanda da hem yaşamsal, insanların talebi olan, can ve mal güvenliğini ilgilendiren, barış içinde yaşamanın ilkelerini vurgulayan, hayatiyeti oian bir tamamlayıcı malzeme olarak görülür. Böyle bir durumda, bu eksiklik, din budur diye dini silahla tanımlamaya çalışan bazı akımlar tarafından istismar edilmektedir. Dolayısıyla eğer onların karşısına çıkamazsanız, onları sindirmeyi kültürel özgürlükleri kısıtlayarak yapmaya çalışırsanız geri tepecektir. Ama onların karşısına, Türkiye’nin yapmış olduğu gibi gerçek din budur, gerçek İslâmiyet budur, kaynaklarına baktığınız vakit burada salahın, sabrın, edebin yükseldiği, insanlığın erdem ihtiyacını tamamlayan bir unsur olarak koyduğunuz vakit, o zaman sadece Avrasya kuşağında değil, bütün dünyadaki Müslümanların sorunlarını halledecek, çağa uyumlarını sağlayacaksınız demektir. Aynı zamanda da bütün dünya insanının -Müslüman olsun olmasın- ihtiyacı olan etik ve ahlâki yükselişinin, ah- laklaşmanın, erdemleşmenin felsefi arka planını da ortaya koyacaksınız demektir.
Orta Asya coğrafyasında kimliğin muhafazasında, dinin rolü ne olmuştur?
Gerek Çarlık ve gerekse SSCB döneminde Orta Asya Türklüğü milli kimliğini kaybetmemişse, dinleri sayesindedir. Sadece Müslüman olduğunu düşünmekle, onun idrakine varmakla, onun bilincini yaşamakla-gereklerini demiyorum- kimliklerini muhafaza etmişlerdir. Sûfi, Komiseri yenmiştir. Bu çok doğaldır, insanın tabiatı böyledir. Eğer bütün ulusları, ümmetleri de bir organik bütünlük içerisinde teşbihle ele aldığımız vakit sizin varlığınızı, benliğinizi, kimliğinizi ortaya koyan bir canınız vardır, bir teniniz vardır, bir nefsiniz vardır, bir ruhunuz vardır, işte can ve mal güvenliği, güvenlik ihtiyacıdır ama içinizdeki ruhun beklentisi - insanı insan yapan da budur- Yüce Allah’ına kavuşmak, Allah’la birlikte olmak, O’nunla bu dünyada yaşamak... Bu da dindir zaten. Bu dini içselleştirmek; bu dini kavramak, hücrelerinize kadar var ve bir olanın idrakinde olabilmektir. İnsanlardan bunu esirgersen insan olmaz.
Misyonerler Avrasya coğrafyasını kendi faaliyetleri için son derece mümbit topraklar olarak görmeye başladılar. Misyonerlerin bu coğrafyadaki faaliyetleri sadece din değiştirmeye yönelik bir faaliyet midir? Bir kimliksiz- leştirme, bir inkültürasyon mudur aynı zamanda?
Misyonerlerin bu topraklarda bir gayret içerisinde olduklarını biliyoruz. Bütün raporlar bunu yansıtıyor. Başarılı olup olmayacakları konusunda ise tereddütleri var. Sarf edilen meblağa rağmen eğer geçmişe baksalar görecekler ki; bunu Çarlık da denedi, Sovyetler de denedi, başarılı olamadı. Başarılı olmaları da pek mümkün gözükmüyor. Bunu sadece bir dinin tebliği olarak görmek de mümkün değildir. Ama bu aynı zamanda bir diplomasinin uzantısı. Belirttiğiniz gibi daha ziyade kafa karışıklığı oluşturmak, insanları başka bir kanala doğru bunalıma sokmak. Aslında bugün post modern tüketim top- lumunun kendisine özgün bir misyonerliği zaten var. Arabalar, giysiler, gösteriş maddeleri öyle bir yer edinmiş ki, kendi misyonunu icra ediyor. Misyonerlerin çekilmesi ile bunların tesiri bitmez. Bunların büyük ölçüde sadece o coğrafyada yoksulluğu istismar ederek, siyasi bazı hedefler gütmeye kalkıştıklarını düşünmek ve o toplumları tüketim kültürüne tabi tutmak için yapılan bir gayret olduğunu söyleyebilirim. Ümidimiz; yoksulluk, yoksunluk ve yolsuzluğa karşı kolektif bir refleksin doğuşu ve ortak aklın bulunuşu. Türkiye önemli bir noktada. Çünkü Türkiye’nin farkı bunları yaşamış, bunların üzerinde daha fazla düşünmüş olması ve bunları paylaşmak istemesidir. Bu bir sorumluluk aynı zamanda ve biz bu sorumluluğu paylaşalım istiyoruz.

Doç. Dr. Mehmet Emin Özafşar
Ankara Üniv. İlahiyat Fak.

Avrasya İslâm Şûrasının bütün etnik farklılıklarına rağmen, gerek Balkanlarda gerek Türk Dünyası’nda, Anadolu’da bütün bu toplulukları bir arada tutan harcın İslâm olduğunun altı çizilmiştir.

Din, kültür ve kimlik konularının sorun alanları nelerdir? Bu konuda Şû- ra’da dile getirilen görüşlerin bir değerlendirmesini yapar mısınız?
6. Avrasya Şûrası’nın üst başlığı; modern çağda Müslüman kimliği şeklindedir. Burada kimlik, din, kültür konuları öne çıkarılmıştır. Modern çağın en ayırıcı nitelikleri; küreselleşme, toplumların birbirine karışması, dünyanın küçülmesi ve insanların sahip oldukları geleneksel milli ve manevi değerlerin, bir anlamda sorguya ve yeni meydan okumalara açık hâle gelmesidir. İslâm dünyası da özellikle Avrasya topluluklarında kendi özgür şartlarında bu kabil kimlik, kültür tehditleriyle ve dini- milli anlamlarda çeşitli meydan okumalarla karşı karşıyadır.
Şûra, bunu tartışma gündemi olarak belirlemiştir. İki gündür devam eden toplantılarda konu çeşitli boyutları ile ele alınmaktadır. Açılış seramonisi Dol- mabahçe Sarayı’nda yapılmıştır. Orada Sayın Başbakan, Sayın Devlet Bakanları, Sayın Diyanet İşleri Başkanımız, konuya dair görüşlerini ortaya koymuşlardır. Bugünkü yapılan oturumlarda da önce OsmanlI’dan Cumhuri- yet’e ve modern zamanlara, Anadolu özelinde kimlik konusu tartışılmıştır. Bu tartışmalarda Sayın ilber Ortaylı Bey’in, Sayın Mim Kemal Öke Bey’in ve Sayın Ahmet Davudoğlu Bey’in sunumları olmuştur. Bu sunumlarda konu büyük bir vukufiyetle ortaya konulmuş, yaşanan süreç içerisindeki kimlik kırılmalarının, kültürel transformasyonun, dönüşümün altı çizilmiştir. Bu modern dönemdeki kültür şokları karşısında Türk toplumunun buna özgün cevaplar verdiği ve gerek İslâm dünyasında, gerekse Müslüman kardeş akraba topluluklarına model olabilecek bir yapılanmayla ortaya çıktığının altı çizilmiştir.
Öğleden sonraki oturumda ise, Balkanlarda kimlik tartışması yapılmıştır. Şimdi modern zamanlarda liberal düşünce, düşünce özgürlüğü, din özgürlüğü, kültürel özgürlük gibi kavramlar, malumunuz çok revaçtadır. Bu kavramlar eğer şuursuz biçimde kullanılırsa, toplumları birleştirmeden uzaklaşabilir, bilakis bölebilir. Ayrımcılığa yol açabilir. Bu bakımdan da Avrasya İslâm Şûrasının bütün etnik farklılıklarına rağmen, gerek Balkanlarda gerek Türk Dünyası’nda, Anadolu’da bütün bu toplulukları bir arada tutan harcın İslâm olduğunun altı çizilmiştir.
Buradaki atmosfer, dinin, bizim birlik harcımızın birincil ehemmiyete haiz unsuru olduğunu hissettiriyor zaten.
Din, hakikaten büyük güç ve burada bunun altı bir kez daha çizildi. Bu dinî inanışın tarih içerisinde kültüre dönüştüğü, bu kültürün sanatta, mimaride ve çeşitli mekan tasarımında ortaya çıktığı vurgulanmıştır.
Yine zaman içinde bilhassa dindar insanların, özgür yaşantılarının tehdit altına alınmasının, aynı zamanda onların bu kültürel mirasının da tehdit altına alınmasıyla birlikte olduğu gözlenmiştir. Bilhassa öğleden sonraki oturumda Sayın Mehmet ibrahimgil’in yapmış olduğu sunum son derece manidardır. Osmanlıdan bu güne, Balkanlarda mevcut olan kültürel mirasın şiddete ve tahribe maruz bırakıldığını %10. 10.5 kültürel miras kaldığını belirtmiştir ki, bu son derece çarpıcıdır. Bunların reorganizasyo- nu, yeniden inşası yönünde çalışmaların yapılması gerektiğinin altı çizilmiştir.
Kanatimce Şûra istenilen düzeyde gitmektedir. Oturumcular kendi sorunlarını Şûra gündemine taşımaktadırlar. Ufuk açıcı sonuçların çıkacağını ümit ediyorum.