Makale

Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Kimliği

Yard. Doç. Dr. Mehmet Z. İbrahimgil
G.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi

Balkanlarda
Osmanlı Mirası
ve Kimliği

Türklerin Balkanlar ile ilk temasları Karadeniz’in kuzeyinden bölgeye gelen Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Peçenek ve Kuman Türk boylarıyla başlamasına rağmen, asıl kalıcı ilişkiler 1 3. yüzyıldan itibaren Anadolu’dan gelen Osmanlı Türkleri ile sağlanmıştır. Bu yüzyılda Balkanlara Türk kültürünü ve İslâmiyeti yaymak için başta Hacı Bek- taş-ı Veli’nin öğrencisi Sarı Saltuk olmak üzere kolonizatör Türk dervişleri gelmiştir. Osmanlıların askerî harekâtı başlatmadan önce buraya kolonizatör Türk dervişlerini gönderip dergâhlar açması, bölge insanının
Türk kültürü ve İslâmiyetle tanışmasını sağlamıştır. Nitekim, Türk Tarih Kurumu adına Bulgaristan’da yaptığımız Türk Eserleri Envanteri çalışmasında Dobruca’ya bağlı Jeglarci Köyünde 1299 tarihli Derviş Bey Camii’ni tespit ettik. Bu da Osmanlıdan önce burada Müslüman bir Türk cemaatının varlığını göstermektedir. Türk dervişlerine sempati ile bakan yerli halk, 14. yüzyılda Osmanlıların askerî harekâtını kolaylaştırmıştır.
Orhan Gazi’nin oğlu ’Rumeli Fatihi’ olarak bilinen Süleyman Paşa’nın 1 354 yılında Gelibolu’ya çıkmasıyla Osmanlıların Balkan fütuhatı başlamıştır, t. Murat, 1362’de Edirne’yi aldıktan sonra, Türk ilerleyişini durdurmak üzere teşkil edilen Birinci Haçlı ordusunu 1 364 yılında Sırp Sın- dığı’nda, ikinci Haçlı ordusunu 1 371 yılında Çirmen Savaşı’nda, Üçüncü Haçlı ordusunu da 1 389 yılında Kosova Savaşı’nda yenmiş ve kendisi de orada şe- hid olmuştur. OsmanlInın beylikten devlete geçtiği I. Sultan Murat Hüdavendigar döneminin bu son savaşı ile Makedonya, Kosova, Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan’ın büyük bir bölümü Türk hakimiyetine girmesinin yolu açılmıştır. Oğlu Yıldırım Bayezid döneminde Türklerin gücü Tuna nehrini aşmış, 1 391 yılında Eflak olarak adlandırılan Güney Romanya Prensliği OsmanlI hakimiyetini tanımış, ertesi yıl Selanik fethedilmiştir. 1 396 yılında bütün Avrupa ordularının katıldığı bir Haçlı ordusu Niğbolu’da ağır bir yenilgiye uğratıldı. II. Murat tarafından bir diğer Haçlı ordusuna karşı kazanılan 1444 Varna Savaşı, Fetret devrinde sarsılan Osmanlının Balkanlardaki otoritesini sağlamlaştırdı. 1448 yılında Haçlılara karşı kazanılan II. Kosova Savaşı, Türklerin Balkanlardan atılma umudunu tamamen söndürdü. 1453 yılında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, 1481 yılında öldüğünde bugünkü Kırım, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan-Karadağ, Makedonya, Kosova, Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Yunanistan toprakları Osmanlı imparatorluğu’na katılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526 Mohaç zaferi ile Budapeşte ve Macaristan Osmanlı hakimiyetine geçti. Bu fetihlerden sonra Osmanlı Devleti’nin Rumeli sınırını kuzeyde belirleyen temel faktör Tuna Nehri olmuştur. Bunu en bariz şekilde Tuna boyunda bir çizgi halinde dizilmiş Silistre, Niğbolu, Hırşova, Vidin, Negotin, Kladovo, Ram, Semendre (Smederovo), Belgrad, Novisad-Petro Vradin, Baçka Palanka, ilok, Zigetvar, Budapeşte ve Estergon’daki kaleler göstermektedir. Balkanlar artık Osmanlının iç memleketi haline gelmiş ve üç asırdan fazla "Pax Otto- mana" adı verilen bir hakimiyet sürmüştür. OsmanlI İmparatorluğunun Balkanlarda toprak kaybı süreci 1699 Karlofça Antlaşması ile başladı; 1878 Berlin Konferansı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı ile Balkanlarda sadece toprak kaybı değil bir vatan kaybedildi.
Balkanlarda beş asırdan fazla süren Osmanlı döneminde, fethin ilk yıllarından itibaren sistemli bir iskân politikası yürütüldü. Anadolu’nun değişik bölgelerinden (özellikle Konya, Ege bölgesinden Aydın ve Maraş) aşiretlerin zorunlu iskâna tabi tutulmasıyla bölge kısa zamanda Türk-islam anlayışının yerleşmesine katkıda bulundular. Bu uzun beraberlik sürecinde yoğun Türk nüfus iskanı yanında yerli halktan da geniş kitlelerin Islamiyeti kabul etmesiyle yörede ciddi bir Müslüman nüfus oluşmuştur. Türklerin dışında Islamiyeti seçen toplulukların başında Arnavutlar, Boşnaklar, Po- maklar (Torbeşler) ve Goralılar gelmektedir.
Osmanlı döneminde Balkanlarda yoğun bir imar faaliyetine girişildi. Mevcut şehirler yeni bir anlayışla imar ve ihya edilirken yeni şehirler ve yerleşim yerleri kuruldu. "Bir cami ve onun etrafında kümelenen kültürel, sosyal ve İktisadî kuruluşların oluşturduğu" külliyeler mahalleleri, mahalleler şehirleri meydana getirdi. Külliye denilen ve toplumun her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikteki bu kompleksler, padişah, vali, mutasarrıf gibi devlet erkanı kimselerin yanında varlıklı insanların kurdukları vakıflarla hayatiyetlerini sürdürebildiler. Devlet gücüne, zenginliğe ve bu zenginliğin hayrata dönüşmesine dayalı bu yeni kültür modeli, Müslüman olan olmayan bütün İmparatorluk tebaasını kuşattı .
Şehir merkezlerinde, cami-mescit, tekke-zaviye ve türbe gibi dinî; han, bedesten, kervansaray, arasta ve çarşı gibi ticarî; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve saat kulesi gibi sosyal; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim; kale, ku- le-ocak, burç ve tabyalar gibi askerî yapılar inşa etmek suretiyle, Osmanlı-Türk şehir dokusu anlayışı bölgeye hakim kılındı.
Bu suretle bölgeye yeni bir yaşama tarzı, hayat ve medeniyet getirildi. Balkanlarda, Bulgaristan’da Sofya ve Filibe (Plovdiv)’de; Makedonya’da Üsküp, Manastır ve Ohri’de, Arnavutluk’ta Berat ve Korça’da, Macaristan’da Budin ve Peç’de, Romanya’da Babadağ ve ishakça’da, Bosna-Hersek’te, Saray- bosna, Mostar, Travnik, ve Poçitei’te, Yunanistan’da Selanik ve Gümül- cine’de, Kosova’da Prizren ve İpek (Peç) gibi şehirlerde Türk şehir dokusunun kısmen de olsa günümüze kadar gelebildiğini görmek mümkündür. Balkan şehirlerindeki Osmanlı yapıları, Anadolu’da; Bursa, Edirne, Amasya, İznik ve Manisa gibi şehirlerdeki anıtsal yapılarla boy ölçüşebilecek bir düzeydedir.
Osmanlının Balkanlardaki hoşgörü örneği şehir mimarisinde en iyi şekilde görülmektedir. Balkanlarda Osmanlı dönemine ait şehir imar planları incelendiğinde, şehir merkezlerinde cami ile birlikte Hıristiyanların her iki mezhebine ait kiliseleri ve Yahudilere ait Sinagogları çok yakın mesafelerle bir arada görmek mümkündür. OsmanlInın Balkanlarda her çeşit etnik yapıya, dini inanca ve kültüre sahip olanlara hoşgörü ile yaklaştığını ve hatta bunlara ait dini yapıların inşaatında da maddi katkıda bulunduğunu tarihi vesikalardanöğreniyoruz. Örneğin, Saraybosna’da "Başçar- şı" olarak anılan meydanda, Boşnakların Gazi Hüsrev Bey Camii, Kato- liklerin Sv. josip (St Joseph) Katedrali, Ortodoksların Sv. Petra ve Pavla (St. Peter and St.Paul) Kilisesi ile Yahu- dilerin Sinagogu bulunması; Sofyada’da "Geor- gi Dimitrov Meyda- m"nda Arkeoloji Müzesi olarak faaliyet gösteren Mahmut Paşa Camii’nin Sv. Sofija (St. Sofia) kilisesi ve Yahudi Sinagogu bulunması; Selanik’te imaret Camii (Alaca ca- mii)’nin, Sinagog ve Ro- tondo Anıtının birbirine çok yakın mesafelerle bir arada inşa edilmesi tesadüfi bir olay değildir. Dört ayrı din ve kültüre ait dini yapıların birbirinden 500 m. uzaklıklarla aynı meydanı paylaşması, kültürler arası kardeşlik ve hoşgörü örneğinin şehir mimarisinde sergilenmiş en güzel halidir. Şehir merkezinde dört farklı etnik gruba, din ve kültüre ait bu dini amaçlı yapıların hepsi Osmanlı döneminde inşa edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtlarına göre, Balkanlarda Osmanlı hakimiyeti döneminde 15.787 mimarî yapının inşa edildiği tespit edilmiştir. Kaybolmuş veya hala incelenmemiş vakıf kayıt defterleri olduğunu göz önünde bulunduracak olursak bu sayının daha da artacağı tabiidir.
Söz konusu eserlerin bir bölümü daha OsmanlI hakimiyetinde iken depremler, yangınlar ve isyanlar sonucunda ortadan kalktı. Eserlerin asıl diğer büyük bölümü ise, Balkanlar Türk hakimiyetinden çıktıktan sonra yıkılıp ortadan kaldırıldı. Günümüzde ayakta kalabilmiş eserlerin bir kısmı da birkaç duvar parçası veya harabe halinde, çok az bir kısmı da eski orijinal haliyle veya tamiratlarda değişerek günümüze ulaşabildi. Balkan ülkelerinde günümüze kadar kısmen veya tamamen ayakta kalabilen eserlerimizin sayısı oran itibarıyla sadece %10.5’dir. Bu oran ülkelere göre değişiklik arzetmektedir.
Balkanlarda Türk eserlerinin durumuna genel olarak bakıldığında, Makedonya, Bosna- Hersek ve Kosova’daki yapıların, diğer Balkan ülkelerine nispetle daha iyi korunmuş oldukları söylenebilir. Türklerin veya Müslümanların azınlıkta kaldığı Bulgaristan, Romanya veya tamamen terk ettikleri Sırbistan, Macaristan, Karadağ ve Hırvatistan gibi ülkelerde bulunan Türk eserlerindeki tahribat ise daha büyük boyutlardadır. Bu ülkelerdeki Türk eserleri ya bakımsız ya da kendi hallerine terkedilmiş durumdadırlar.
Ortak kimlik
Balkan ülkelerindeki bu yapıları sadece bir cami, medrese, han, hamam ve köprü gibi görmemek gerekir. Bu eserler bir kültürü, bir medeniyeti, sanatı ve tarihi yansıtmaktadır. Bu geçmişten gelen tarihi miras, hepimizin ortak kültür mirasıdır. Bu ortak kültür mirasımız da Türklerin olduğu kadar Boşnakları, Arnavutların, Pomakların ve diğer Müslüman toplulukların ortak kimliğidir. Bizlerin ortak kimliğini oluşturan unsurların başında, tarihi geçmişimiz ve ortaya koyduğumuz bu mimari eserlerdir. Bu ortak kimliğimizin temelinde aidiyet esası vardır. Osmanlı döneminde olduğu gibi günümüz Türkiye Cumhuriyetinde de Balkanlarda farklı etnik yapıya sahip Müslüman toplulukları biz ve öteki olarak hiçbir zaman görülmemiştir. Osmanlı idaresinde üst düzey yöneticisi olarak birçok Arnavut ve Boşnak vezire ve sadrazama rastlamak mümkündür. Nitekim son dönemdeki, Bosna-Her- sek ve Kosova savaşlarında orada yaşanan sıkıntı ve acıları Türkiye’nin her ücra köşesine kadar hep birlikte hissettik. Zamanı geldiğinde hep birlikte ağladık ve topyekün hep birlikte sevindik. Bu da bizlerin ortak bir üst kimlikte birleştiğimizi gösteren açık bir ifadedir.
Balkanlarda tarih boyunca sahip olduğumuz bu ortak kültür mirasımızın tahrip edilmesi veya ortadan kalkması, ortak kimliğimizin bölgeden silinmesi anlamına gelmektedir. Çünkü her mimari eser bir tapu olma özelliğinini taşımaktadır. Buna en güzel örnek, Bosna-Hersek’in 17 km. Adriyatik denizine sahip olması, Ploça ile Naum arasında Neretva Nehrinin denize açıldığı noktada Osmanlı Kalesi’nin varlığı gösterilerek, yeni siyasi sınırlar çizilmiştir.
Son dönemde gerek Bosna-Hersek ve gerekse Kosova savaşlarında hasar gören eserlerin restorasyonu ehil olmayan kurum, kuruluş ve kişiler tarafından yapılarak, telafisi olmayan ikinci bir tahribata sebep olmaktadırlar. Ortak kültür mirasımız olan bu eserlerin mimari özelliklerini göz önünde bulundurmadan yapılan onarımlar, hem eserin ortadan kalkmasına, hem de ortak Osmanlı-Türk kimliğimizin kaybolmasına yol açmaktadır. Özellikle bazı İslam ülkelerinin bilinçli veya bilinçsiz olarak Bosna-Hersek’te, Kosova’da ve Arnavutluk’taki Türk eserlerinin onarımlarında bu tahribatı yaptıkları görülmektedir. Balkanlarda Osmanlı eserleri, Türklerin, Boşnakların, Arnavutların haklı olarak iftihar kaynağı olmanın yanı sıra, aynı zamanda bölgede yaşayan insanların ve insanlığın ortak mirası ve zenginliğidir.
Bu itibarla söz konusu eserlerin korunması, aslına uygun bir şekilde restore edilmesi ve kullanılması için öncelikle Türkiye ve Balkan ülkelerinin ilgili kurumlarının işbirliği içerisinde bulunmaları gerekmektedir. Başlangıçta Balkanlardaki Türk eserlerinin bir envanterinin hazırlanmasına ihtiyaç vardır. Başlatılacak ortak onarım projelerine uluslararası kuruluşlardan da maddî destek istenebilir. İnsanlığın ortak mirası olan bu eserlerimizin onarımına, her ülke ve kuruluştan destek bulunabileceğini umuyoruz.