Makale

Çocuklar Su Gibidir

Ayfer Balaban

Çocuklar
Su gibidir

Çocuklukta verilen terbiye, sevinç, acı, mutluluk, sevgi, kıskançlık gibi yaşanan duygular; insan karakterini belirlemede, kişilik gelişiminde fıtrî yani yaratılıştan getirilen özellikler gibi önemli bir etkinliğe sahiptir.
Terbiyede âdet, alışkanlık ve heveslere dayalı uygulamalarda ısrar etmek yerine, pedagogların tespit ettiği terbiye metotları ve yüce dinimizin emir ve tavsiyeleri ışığında bir yol izlemek, yaratılışın korunmasını ve olumlu yönde gelişmesini sağlayacaktır.
Çocuk terbiyesinde en etkili ve en olumlu yolların aranması, çocuğun dengeli bir biçimde yetiştirilmesi, yaratılıştan gelen sağlamlığın ve insanlığın korunması için gereklidir. Yaratılış gerçeğine uygun bir terbiye vermek; kabiliyetleri ortaya çıkarabildiği gibi, insan olmanın hedefleri göz ardı edildiğinde, bu kabiliyetler zâyi olabilmekte veya yeterince istifade edilememektedir.
Ailelerin, çocukların kabiliyetlerine yönelik engelleme ve sınırlamaları, istemediği alanda çalışmak zorunda kalan mutsuz ve daha az üretken bireylerle dünyayı pek çok kabiliyetten mahrum bırakmaktadır.
Çocuğun zihinsel, duygusal ve davranış yönünden gelişiminde ana umdeler kadar önemli, fakat çoğunlukla göz ardı edilen ayrıntılar da vardır. Çocuk çevresinde olanları anlamaya çalışırken, onun terbiyesinde etkin rol üstlenenler de çocuğu keşfetmeye çalışmalıdır. Her çocuk farklı kabiliyetlerle dünyaya gelir. Bu sebeple çocuk, ailenin arzu ettiği ancak sahip olmadığı kabiliyetlerde zorlanarak değil, sahip olduğu kabiliyetler istikametinde yönlendirilmelidir.
Furkân Sûresi, 74. ayette buyurulduğu gibi, "göz aydınlığımız olan çocuklarımızın bilgisizlik veya istisnaî bir durum olsa da ihmâl sebebiyle yanlış yönlendirilmeleri, problemlere zemin hazırlayan ve iyi yetişmelerini engelleyen bir faktördür.
Çocuk terbiyesinde duygular yeterince önemsenmemektedir. Hâlbuki insanın hem yaratılışında hem de bu yaratılışın korunup geliştirilmesinde ve yönlendirilmesinde kalp de beyin kadar önemlidir. Çocuğa direkt bilgi aktarımında bulunmayı ve mesajı dilin kalıpları içinde ifade etmeyi yeterli görmek; beden dili ile ifade edilenlerin çoğu kez sözlü ifadeden daha müessir olduğunu bilmemekten kaynaklanan bir metot yanlışlığıdır.
"Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Sonra annesi - babası onu Yahudileştirir, Hristiyanlıştırır veya Mecusileştirir" (Müslim, vııı, 133) hadis-i şerifi yaratılıştaki sağlamlığa işaret etmekle birlikte, çocuğun kişilik kazanmasında, farklılıkların ve ayrılıkların ortaya çıkmasında terbiye sistemlerinin, sosyal çevre ve kültürün, hülasa bunların modeli olan ailenin önemine işaret etmektedir.
Çocuk, yetiştiği sosyal çevreye göre yaşayış tarzına, değer yargılarına, inanç özelliklerine sahip olur. Bütün bunlar onun düşünce ve davranışlarını etkileyen ve yönlendiren kabuller hâline gelir. Zaten, "çocuklar su gibidir" ifadesi onların yaratılışlarının çevre ile bütünleşmeye ne kadar müsait olduğunu ortaya koyan güçlü bir tespittir.
Her çocuğun bedensel ihtiyaçları gibi duygusal ihtiyaçları da vardır. Bunlar dengeli bir biçimde karşılanmadığında, çocuğun duygusal güçlük yaşaması gayet tabiîdir. Duygusal güçlükler, çocuğun bedensel ve zihinsel faaliyetlerini etkileyebilir, asıl yaratılış korunama- yarak bozulabilir ve çocuk, iyiye ve yararlıya yönelten bir iç kuvvete sahip olduğu hâlde, fıtratına aykırı eğilimlerde bulunabilir.
Anne-baba olmanın sorumluluğunu yüklenenler çocuklara, çocuk olmakla birlikte birer şahsiyet olarak muamele etmeli, onlara karşı sabırlı olmalı, yol göstermeli, karşılaştıkları güçlüklerle baş etmesi için destek olmalıdır. Nasıl bir anne-baba oldukları sorusunu sıklıkla kendilerine yöneltmeli yani çocuğu murakabe altına aldıkları kadar kendi duygu ve davranışlarını da sorgulamalıdırlar.
Nasıl bir anne-babayız?
• Çocukla bütünleşebiliyor muyuz?
• Ona kendisi olma hakkını veriyor muyuz?
• Kendisini ifade etmesine fırsat tanı yor muyuz?
• Kendisini savunma durumunda kaldığında, ona bu imkânı verip, kişiliğinin gelişmesine yardımcı oluyor muyuz?
• Hakkını aramada kendi iradesini kullanmasına izin veriyor muyuz?
• Söz ve davranış bütünlüğü içinde iyi bir model olabiliyor muyuz? Yoksa ideal olanı öğretip aksi davranışlarda mı bulunuyoruz?
• Ona gerçek bir hayat örneği verebiliyor muyuz?
• Fikirlerini ve duygularını önemsiyor muyuz?
• Özgüvenini geliştirecek sorumluluklar almasına izin veriyor muyuz?
• Bedensel ihtiyaçları gibi, ruhsal ihtiyaçları da olduğunu kabul ediyor muyuz?
• Dinî, ahlâkî, millî, kültürel ve evren sel değerlerimizi tanımasına, fark etmesine ve önemsemesine yardımcı oluyor muyuz?
• Uygun bir yumuşaklık ve uygun bir ciddiyetle davranabiliyor muyuz?
• Haklarını gözetiyor muyuz?
• Onu sevdiğimizi ve önemsediğimizi hissettirebiliyor muyuz?
Zira; sevgi, verilmedikçe sevgi değildir.
Sağlam temellere dayanan bir terbiye ve sevgiyle büyüyen, geleceğe umutla yönelen çocuklarımız için sorumluluklarımız üzerinde tekrar düşünmek üzere...