Makale

Bakınca Dîdâr Görünen Şehirlere Doğru...

Bakınca Dîdâr Görünen Şehirlere Doğru...

Mahmut BIYIKLI

Vuku bulan her şeyin tarihî bir zemini ve süreci vardır. Evrensel olan ne kadar değerliyse, mahalli olanın da ihtiyaçları o kadar önemlidir. Yukardan aşağı inmezsek, yukarıyı aşağıya raptetmezsek, ‘dünya’ denilen ‘dönen’ zeminde yaşama, gelecek nesillere hizmet verme ve onların gayretlerini körükleme imkânından, nimetinden mahrum kalırız.

Evrensel olan, güzel olan ve ancak güzel olanı seven Yüce Mimar tarafından her an, her nefes, her çağ aralığında değişmek üzere inşa edilmiştir. O zaman yerel olanın mimarı, hiçbir çözümün ebediyen geçerli olmayacağını bilerek ve yaratılıştaki tezadı iyi okuyarak işe başlamalıdır.
Şehirlerin ve insanların ruhu arasında görünmez bir kardeşlik bağı vardır. Nesillerin üstünlüğünü çağ çağ yitirmesi gibi, mimari incelik de aynı yasaya tabi olarak seyrelir. İnsan tekinin ‘üsvetün hasene’si, ilahî elçilik vazifesini erişilmez bir üstünlükle mühürleyerek varlığını arz etmiştir. En hayırlı, en kaliteli nesil de onun etrafında kümelenmiştir. Onları takiben ruhi üstünlükleri çözünerek insan nesli bugüne gelmiştir ve değer veraseti taşıyanlar dışında aynı yasa üzerine değerinden vererek gelmeye devam edecektir.
Bu, yaratılışın yasasıdır; tabi karşılanması gerekir. İnsan tekinden beklenen engellenemez değişime ayak uydurmak ve bu bin bir cepheli avize gibi her an yeni parıltılar, yeni fırsat ışınları saçan değişimi hayra yormak ve hayırda kullanmaktır.
Vuku bulan her şeyin tarihî bir zemini ve süreci vardır. Evrensel olan ne kadar değerliyse, mahalli olanın da ihtiyaçları o kadar önemlidir. Yukardan aşağı inmezsek, yukarıyı aşağıya raptetmezsek, ‘dünya’ denilen ‘dönen’ zeminde yaşama, gelecek nesillere hizmet verme ve onların gayretlerini körükleme imkânından, nimetinden mahrum kalırız.
Dünya fena bulmak üzere tasarlanmıştır.
İlahî yasa, mahalli çerçeveyi çizmiş fakat insanın bu çerçeveye hapsolmasını men etmiştir. Evrenler ile insanlığın oluşumu arasındaki ilahî sürece azami dikkat ve anlayış gerekir. Soru, evrensel ile mahalli olanın nasıl mezcedileceği sorusudur. Bu uzlaşma ihtiyacı elbette ki asgari bir davranış standardında buluşmayı gerektiriyor. Din, fizik ötesi kavramlardan hareket ederek fizik alan için birtakım davranış kodları geliştirmiştir. Hilkat yasalarına uygun bu davranış modellerine ‘ahlak’ denilmiştir. Davranışın bir standardı varsa/olmalıysa davranışı çevreleyecek mekânın da tamamlayıcı, bütünleyici bir standardı, bir ‘ahlak’ı olması gerekiyor.
Medenileşme, şehirleşme dediğimiz olgu, ancak bir ruh aktarımı sorumluluğunun bilinçli aydınlığında vücut bulabilir. Diyelim ki 60-80 sene yaşayan bir insan, nasıl bizatihi üç nesli etkiliyorsa, şehirlerin yapı taşları da, duruşları mesafeleri ve ufuklarıyla beraberinde gelecek mimari düzeneklerin sosyal statüsüne kaçınılmaz şekilde tesir etmektedir.
Ebedîlik iddiasıyla uzayan yapılar insan tekini firavunlaşmanın eşiğine götürmüştür, öyle de olacaktır. Evren yasaları donmuş yapılanmaların varlığına uygun değildir. ‘Dünya’ denilen mekân, ‘fena bulmak’ geçerliliğini yitirmek üzere tasarlanmıştır. Zihinler ne zaman ki donmuş eşya ve insan yapılanmaları üretmeye başlamışsa, yasalar devreye girmiş ve kendi cinsleri eliyle eşyayı ve insanı ‘geçici’ statüsüne iade etmiştir. Evrenlerdeki ‘hareket’ yasası gereğince, durgun olan yani ‘hayır ve bereket’ üretmeyen her şey yerinden olmaya mahkûmdur.
Evrensel olması gereken yapıya biçim veren iradedir.
Buradan insan ve şehir terbiyecilerine önemli bir mesaj çıkmaktadır. Eğitim, mimari devasa piramitler yetiştirme mesleği değildir. Nefsinin çadırını bütün insanlığın hizmetine konak yeri yapabilen yatay yapılanmalar, ‘en şerefli yaratılmış’ statüsüne sahip insan varlığının yegâne ihtiyacıdır. Evrensel olması gereken yapının kendisi değil, yapıya biçim veren iradedir, ruhtur. Bunun içindir ki Devlet-i aliyye sınırları içinde tevazularıyla bir kültür bütünlüğü taşıyabilen yapıların ruh damağında benzer tatlar bırakarak varlığını sürdürdüklerine şahit oluyoruz. Mostar ve Safranbolu evleri gibi…
“Değişmenin ebedî olduğu yerde güzeldir hayat” diyen Tanpınar, Anadolu’nun his tarihi yazılmadan şehir ve insana dair nakillerimizin eksik kalacağını vurguluyordu. Evrensel yapının değil, evrensel ruhun sürekliliğinin peşine düştüğümüzde yeniden çağlara nizam veren öncü insan ve örnek yapıların birleştirici kucağında o hep aradığımız ‘kibrit-i ahmer’ değerindeki ‘şehir ve insan’a da ulaşmış olacağız. İnsan teki dikey yapılanmanın sadece ruha mahsus olduğunu kavradığında, belki “altından ırmaklar akan erîkeler” keşfetmenin tadına bu ‘dünya’ zindanında da varabilecektir. İşte o zamandır ki gönül cennetlerinde yaşayanlara,
“Çalabım bir şâr yaratmış
İki cihan arasında
Bakıcak dîdâr görünür
Ol şârın kenâresinde”
sırrı da ayan olacaktır.


“Çalabım bir şâr yaratmış/İki cihan arasında
Bakıcak dîdâr görünür/Ol şârın kenâresinde”
Hacı Bayram Veli