Makale

Stockholm Treni

Stockholm Treni

Hüseyin ARI
Kurul Uzman Yardımcısı

II. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayide büyük bir ilerleme kaydeden Batı Avrupa ülkeleri acil işgücüne ihtiyaç duymuş ve bu işgücü açığını kapatmak için misafir işçilere kapılarını açmıştır. İşte Avrupa ülkelerinde yaşayan soydaşlarımızın serüveni; kısa bir süre çalışmak, para kazanmak ve geri dönmek amacıyla 1960’lı yılların başında Türkiye’den gelen bu misafir işçilerle başlamıştır. Bu serüven zannedildiği gibi “kesin dönüş” ile son bulmamış, çalışan ve para kazanan soydaşlarımız Avrupa’nın en büyük Müslüman azınlıklardan birini teşkil etmiştir. İlk yıllarda “gurbet diyarı” diye bakılan Avrupa artık “ikinci vatan” hâlini almıştır.
“Stockholm Treni” adlı kitap da işte bu Müslüman Türk nüfusun ilk göç edenlerinin hayat hikâyelerini anlatmaktadır. İsveç Diyanet Vakfı yayınları arasında neşredilen ve “Bir Neslin Göç Hikâyeleri” alt başlığıyla okurlara sunulan bu eser, Stockholm Din Hizmetleri Müşaviri Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu’nun derlediği 21 röportajdan oluşmaktadır. Bu röportajlar, çoğu Konya’nın Kulu ilçesinden İsveç’e bin bir zorlukla göç etmiş ve ağır şartlar altında çalışmak zorunda kalmış gurbetçilerle yapılmıştır.
İnsanların basit gibi görünen hayat hikâyeleri bazen çok önemli birer tarihî vesika mahiyetini alabilir. İşte bu röportajlar da bir dönemin tarihine ışık tutar mahiyettedir.
Bu derlemenin amacını Baloğlu şu kelimelerle ifade eder: “Amacımız buradaki birinci nesil insanımızı konuşturmak, onların hayat hikâyelerini dinlemekti. İsveç’e gelme fikrini kafalarına kim soktu, yolda başlarına neler geldi, buradaki iş ve çalışma hayatlarında neler yaşadılar vb. konuları kendi ağızlarından duymak istedik. Bütün bu yaşanan sıkıntıların tarihe bir not olarak düşülmesi ve hatırlanması gerektiğini düşündük.” Kitabı okuduğunuzda, kitabın amacına ulaştığını ve bahsi geçen soruların, birinci ağızdan cevaplarının verildiğini göreceksiniz.
1960’lı yılların başından itibaren başlayan İsveç’e göç hikâyesi bazen dramatik bazen de trajikomik hatıralarla doludur. Bazen güleceğiniz bazen ağlayacağınız anılar sizi, o anıların yaşandığı ana götürür. Kitabı okurken dil bilmeyen, yol bilmeyen ve tamamen bir meçhule yolculuk yapan bu insanların ne kadar zor bir imtihandan geçtiğine şahit olursunuz.
Tabii sadece göç hikâyeleri değil anlatılan. Bir dönemin sosyal tarihini de bulmak mümkün bu kitapta. Türkiye’de o dönemde yaşanan sıkıntıları, işsizliği, yoksulluğu, borç almak için bir nevi hile-i şeriyye kabul edilebilecek “kaput yuvarlama” uygulamasını (s. 55, 195) ve dönemin sosyal ilişkilerini kitabın satır aralarında görebilirsiniz. O günün zor şartları altında yaşayan insanlar için “ya tahammül ya sefer” demekten başka bir çare görünmüyordu ve cesaretli olanları “sefer” dediler, ancak orada da zaman zaman “tahammül” gücünü aşan birçok zorlukla karşılaştılar.
Kitap, göç olgusunun sosyo-psikolojik boyutlarını ortaya koyma bakımından da oldukça önemlidir. Zira göç eden insanın yaşadığı travmalar, kültür farklılaşması araştırılmaya değer hususlardır. Bu özelliğiyle de kitap, konu araştırmacılarının ilgisini çekecek mahiyettir. Hikâyelerde dikkat çeken bir başka özellik ise, gelenek ile modernlik arasında yaşanan tereddütler, gel-gitlerdir. Aynı hikâyeler, bir grup insanın, içinden çıktığı kültürün ve geleneğin değerlerini yaşatmak adına verdiği bir mücadele olarak da okunabilir.
Kendileriyle röportaj yapılan kişilerin hikâyeleri birbiriyle bağlantılı ve birbirine benzer bir durum sergilemektedir. İlk gidenlerin yegâne seyahat vasıtası olan tren ve onun içinde yaşanan heyecan ve korkular, sevinç ve hüzünler kitaba da ismini vermiştir. “Stockholm Treni” hem geleceğe adım adım ilerleyen bir umudu hem de oraya ulaşma azminde yaşanan maceraları sembolize eder. İlk gidenlerin hemen hepsinin bir tren hatırası mutlaka vardır ve Salzburg tren istasyonu hemen hepsi için korkulu geçittir. Oradan niceleri geçerken niceleri de geri döndürülmüştür. Geri dönenler geri döndürüldüklerini ancak Almanya’dan izne dönen hemşerilerini gördüklerinde anlamışlardır.
İsveç’e göç eden ilk neslin sorunları da ortaktır: Barınma, yabancı dil, ibadet yeri ve cenaze, düğün vb. törenleri dinimize ve âdetlerimize göre yapamama, hemen hepsinin yakındığı sorunların başında gelmektedir. Ancak bu sorunların zamanla hepsinin çözüldüğünü ve özellikle dinî konularla ilgili sorunların Diyanet İşleri Başkanlığının İsveç’e din görevlisi göndermesiyle birlikte son bulduğunu ifade etmektedirler.
İsveç’e göç eden ilk neslin ilk zamanlardaki dinî hayatı oldukça üzücüdür. İbadet yeri bulamayan, imsakiye bulamadıkları için oruçlarını tutamayan ve yabancı ülkede bulunmanın zorluğundan dolayı helal-haram ayrımına dikkat edemeyen insanımız, maddiyat kazanmak için maneviyatını kaybetme noktasına gelmişken bazı duyarlı insanların gayretleri ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın yurt dışı hizmetleri sayesinde manevi anlamda yeniden doğmuş ve yabancı ülkede dini yaşama tecrübesini zamanla kazanmıştır.
Kitaptaki hikâyelerden genel olarak anlaşılan şu ki; çok ciddi zorluklardan geçerek İsveç’e göç eden insanımız ilk zamanlarda hep geri dönüş planları yapmış, ancak ailelerini getirdikten sonra oraya kök salmış ve artık çocukların orada yetişip yerleşmelerinden dolayı -dönmek istemelerine rağmen- orayı ikinci vatan edinmişlerdir. Maddi refaha kavuşmak için bin bir zorlukla geldiği İsveç’e, ilk zamanlar övgüler düzen gurbetçimizin şimdi de “dön vatana” diye şiirler yazacağını söylemesi bunun en açık ispatıdır.
1965 yılında İsveç’e başlayan toplu göçün 2015 yılında 50. yılı dolmuş olacak. Ellinci yılında İsveç’e göçün bir muhasebesini yapmak üzere 2015’te yapılacak etkinliklere Diyanet İşleri Başkanlığı da 26 bölümlük dev bir göç belgeseli ile iştirak etme kararı almıştır. “Stockholm Treni” kitabından yola çıkılarak hazırlanan bu belgesel 2015 yılı ortalarında Diyanet TV’de gösterime girecektir.