Makale

Kur’an’a Vakfedilmiş Bir Hayat: Şeyhulkurra Safvan Çakıroğlu

Kur’an’a Vakfedilmiş Bir Hayat:
Şeyhulkurra Safvan Çakıroğlu

Nuri GARBETOĞLU
Aşere-Takrib Kıraat Öğretmeni

1940 yılında Trabzon ili Çaykara ilçesi Maraşlı köyünde doğmuştur. 9 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiştir. 1951-1952 yılları arasında merhum Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi’den Meharic-i Huruf ve Sıfat-ı Huruf dersleri alarak Kur’an-ı Kerim’i Tertil, Tedvir ve Hadır Tariki üzere hatmetmiştir. 1953- 1954 yıllarında merhum Ahmet Zengin Hocaefendi’den Sarf ve Nahiv ilmi okumuş, birkaç yıl köy imamlığı yaptıktan sonra, Çaykara Müftüsü merhum Yusuf Bilgin Hocaefendi’den Aşere, Sarf, Nahiv, Mantık Alaka, Siyer, Akait, Kelam, Usul-i Fıkıh ve Tefsir ilimleri konusunda icazet almıştır. 1968 yılında Merhum Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi’den Takrib-Tayyibe derslerini okuyarak icazet almıştır. 1969 yılında Hacı Bayram Camii’nde düzenlenen, İhtisas Kursu’nda meslektaşlarına Aşere dersi vermiştir. Safvan Çakıroğlu hocamız yüzlerce talebesine İbnü’l-Cezerî’nin, Mukaddimetü’l-Cezerî isimli kitabını okutmuştur.
İmam hatip olarak görev yaptığı, Ankara Hacı Bayram Camii’nde, 1988 yılında Aşere-Takrib dersleri vermeye başlamıştır. 3-4 yıllık dönemlerle ders vermiş ve her dönem mezun olanlara icazetname vermiştir.
Bir gün ders esnasında hocamız, “Arkadaşlar sizler, bu ilmi okumak için başkalarının hakkına girdiniz, belki onlar bu işi daha iyi sahiplenecekti. Ancak sizler, girdiğiniz sınavda onları elediniz ve bu emanete bizler sahip çıkacağız dediniz. Bizi de, kendinize şahit tuttunuz. Şayet, sözünüze sadık olmazsanız, hakkına girdiğiniz arkadaşlarınız da, bu ilmi size kadar intikal ettirenler de, Hz. Kur’an da sizden hakkını alır.” dedi. Ben bu konuşmadan ne büyük bir sorumluğun altına girdiğimizi anladım.
Hocamız; böbrek hastalığı nedeniyle, haftada 3 gün diyalize giriyor, fakat hastaneden çıkınca evine gitmek yerine, derse yetişebilmek için âdeta çırpınıyordu. Üstadımıza asistanlık yaparken bir sabah, büyük bir baş ağrısıyla uyandım ve derse gitmemeyi düşündüm. Ancak daha sonra, hocamın diyalizden çıkarak derse geldiği aklıma gelince, hocama ne mazeret söylerim diyerek fırladım, kalktım. Hocamız ders için Keçiören müftülüğünde, arkadaşlar tarafından sandalyeye oturtulmuş hâlde merdivenlerden yukarıya doğru çıkarıldığını gördüm. Bana dönerek hasta hâlimde bile beni geçemiyorsunuz, dedi. Hasta iken bile kesinlikle derse gelmekten ödün vermezdi.
Uzun seneler görev yapmasına rağmen yaptığı işten usanç gösterdiği görülmemiştir. Emekli olduktan sonra da kıraat ilmiyle bağını koparmamış, hastaneye yatıncaya kadar, bizzat derslere girerek bu ilme verdiği değeri göstermiştir. Talebelerine, “Nefes alıp verdiğim sürece bu ilmi okutmaya devam etmek için Rabbime söz verdim.” derdi.
Her derse başlarken selefi salihine dua etmeden başlamazdı. Kendisine şakayla da olsa, “Hocam bir harfi değiştirmeden ne çıkar?” denilince, “Bu ilim tevkifidir/peygamberden alındığı gibi, değiştirilmeden silsile yoluyla bize kadar intikal ettirilmiştir. Herkes bir harfin sıfatında ya da mahrecinde değişiklik yapsa, bu ilim salimen, günümüze kadar bozulmadan nasıl gelirdi hiç düşünmüyor musunuz?” derdi. Kıraat konusunda, otoritesi bütün İslam ülkelerinde kabul edilen Cezeri’ye, son derece bağlılık gösterirdi. İtiraz edene, “lazım kitap” derdi. Asla kaynaksız, delilsiz konuşmaz, konuşanın kaynağı yoksa itibar etmezdi.
Kendisine iltifat edildiğinde, o hep üstadı Mehmet Rüştü Âşık Kutlu merhumu tarif eder, siz onu tanısanız çok severdiniz. Hiç kimseyi kırmaz, incitmez, çok nazik bir şahsiyetti, diyerek konuyu değiştirirdi. Yaptığı hizmetlerden övgüyle bahsedilmesinden hoşlanmazdı. Asla medyatik değildi. Yeni bir kursa mutlaka çarşamba günü başlardı, Rabbine ruhunu teslim etmesi de bir tevafuk olarak çarşamba günü olmuştur.
Öğretme konusunda son derece titiz, hassas ve hırslı idi. Defalarca yorulmadan bıkmadan hatayı düzeltmek için ikaz ederdi. Ciddiyet göstermeyen olursa, vebali boynuna bunu düzeltmelisin der, mutlak sorumluluğa vurgu yapardı. Mütevazılığın yanında, heybetli ve vakarlı idi. Kur’an’ın vakarını taşırdı. Bir gün sınava girecek öğrenciler, kendisinden yardım isteyince, “Ben size verdiğim eğitimle, en büyük yardımı ettim.” derdi.
Zaman zaman bu ilme, gerekli değerin verilmediği düşüncesiyle hüzünlenirdi. Üstadımızın talebelerine vasiyeti “Allah (c.c.)’tan, Cebrail (a.s.) aracılığı ile Peygamberimiz (s.a.s.)’e ondan da, silsile yoluyla, hiçbir kesintiye uğratılmadan bize kadar intikal ettirilen ve haddimiz olmadan bizim omuzlarımıza yükletilen bu kutsal emaneti, sizlere tevdi ediyorum. Bu ilmin kıyamete kadar yaşatılması için, onu sizlere aktardım ve emanet ettim. Bir harfine ya da bir harfin, sıfatına zarar verirseniz vebaldesiniz. Üstlendiğiniz bu kutsal emaneti sizden sonrasına iletmezseniz vebaldesiniz. Bu ilmin kıyamete kadar yaşatılması noktasında emanete sahip çıkmanızı istiyorum.” derdi.
2005 yılı Mart ayında 45 yıl iki ay, görev yaptıktan sonra emekli olan Safvan Çakıroğlu, Ankara Koyunpazarı Camii, Küçükesat Dörtyol Camii, İç Cebeci Camii, Küçükesat Merkez Camii, Balaban, Zincirli ve Hacı Bayram camilerinde imam hatiplik görevi yapmıştır. Kıraat ilminde, herkesin otoritesini kabul ettiği sayılı Kur’an hadimlerinden birisi olmuştur. Çakıroğlu, Ankara’da 6 dönem okuttuğu Kıraat İhtisası Aşere-Takrib kurslarında 85 kurra hafız yetiştirmiştir.
1988’de başlayan ve 28 yıl kesintisiz devam eden kıraat ilmine hizmet aşkı, 24 Aralık 2014’te kendi deyimiyle nefes alıp vermesi bitinceye kadar devam etmiştir. Kur’an’a hizmet uğrunda 74 yaşında rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Üstadımız evli ve dört çocuk babası idi.