Makale

Safımız Belli Oldu

DİN GÖREVLİSİNİN
HATIRA DEFTERİNDEN

Safımız Belli Oldu

Hasan Hüseyin ALKIR
Gölbaşı Şehitler Camii Müezzini

1969 doğumluyum. 28 yıldır din görevlisiyim. Gölbaşı Şehitler Camii’nden önce 25 yıl Haymana’nın bir beldesinde görev yaptım. Sonra rotasyon gereği sınava girdim ve Şehitler Camii’ne müezzin olarak atandım. 2 yıl oldu buraya geleli. İki yıl da burada şehit Mustafa hocamla güzel bir şekilde görev yaptık. Mustafa hocam gençti, daha 85 doğumluydu. Mekânı cennet olsun. Bizleri bir abi olarak görürdü. Fakat işte o elim gece bizi birbirimizden ayırdı.
O gece yatsı namazını kıldıktan sonra evlerimize gitmiştik. Saat 11 civarında Mustafa hocam beni aradı. Hocam ne yapıyorsun, neredesin, diye sordu. Evde olduğumu söyledim. Darbeden haberin var mı, dedi. Televizyonu açınca darbeden haberim oldu. Alt yazıda Gölbaşı’ndaki Özel Harekât yerleşkesine bomba düştüğü yazıyordu.
Ardından TSK’nın yönetime el koyduğu yazısı geçti. Özel Harekâtta olan bir arkadaşı aradım, sordum. “Hocam her şey duyduğun gibi. Biz de göreve çıkmak için hazırlanıyoruz.” dedi. O ara Mustafa hocamla yeniden görüştük, çıkmaya karar verdik. Benim evime geldi, birlikte Özel Harekâta doğru yola çıktık. Yolda polisler bizi güvenlik gerekçesiyle geri çevirdi. Biz onlara Özel Harekâttaki camide görev yaptığımızı söyledik. “Polis olmayanları geçirmeme emri aldık.” dediler. Bu sefer biz Mustafa hocamla köy yollarından dolanarak, tali yolları kullanarak Özel Harekâta gittik. Nizamiyenin önünde bir kalabalık vardı. Özel Harekâtçı polis arkadaşlar bizim gecenin o vaktinde yollar tutulmuşken oraya geldiğimizi görünce, “Hocam hoş geldiniz. Bizi bugün de mi yalnız bırakmadınız!” dediler. “Biz sizi ne zaman yalnız bıraktık ki bugün yalnız bırakalım. Bugün yanınızda olmayacağız da hangi gün yanınızda olacağız.” dedik. Oradaki polislerle bizim çok özel bir ilişkimiz vardı. Hepsi pırıl pırıl, aslan gibi, imanlı, ihlaslı gençlerdir. Şahadetle omuz omuza yaşarlar. Çoğu güneydoğu gazisidir. Biz onların acı tatlı günlerinde hep yanlarında olmaya çalıştık.
Nizamiyeden içeri girdik. Bir hazırlık, bir koşuşturmaca vardı. Üç-dört araba hazırlanmıştı. Daha önce düşen bomba Havacılık Dairesine düşmüştü. Havacılık Dairesi ile bizim Özel Harekât yan yana. İlk saldırı oraya yapılmış. O ana kadar Özel Harekâta herhangi bomba atılmamış. Zeynep Komiseri duyduk, “Herkes silahlarını, mühimmatlarını alsın, araç bin yapılacak. Çıkacağız.” dedi. Bize kenarda durmamız söylendi. Bir arkadaş beni telefonla aradı ve “Yardıma ihtiyaç varsa gelelim.” dedi. Ona cevap veremeden önce nizamiyeye, sonra önümüzde çıkmak için hazırlık yapan aslan parçalarının üzerine bombalar düştü. Avlu bir anda alev topuna dönüştü. Bomba 3-5 metre önümüze düşmüştü. Dibinde durduğumuz bina başımıza yıkıldı.
Enkaz altında kaldık. Orası zifiri karanlıktı. Allah’a şükür ki bilincimi kaybetmemiştim. Baktım toprağın, tuğlaların altında simsiyah bir yerdeyiz. Yapacağım tek şey Yaradan’a sığınmaktı, kelime-i şehadetimi getirdim ve beklemeye başladım. Sağ elimi yavaş yavaş yukarıya doğru hareket ettirmeye başladım. Üzerimdeki molozları kazıdım. Orada bir hava deliği oluştu. Molozları itekleyerek kafamı topraktan çıkarmayı başardım. Elimi kafama götürdüğümde her yerimin kan içerisinde kaldığını gördüm. Kafamı sağa çevirdim. Orada avluda şehadete erenleri gördüm. Araçlar cayır cayır yanıyordu. Birinin bacağı kopmuştu, ayağa kalkabilmek için çaba sarf ediyordu. İlk gördüğüm şey oydu.
Mustafa hocayı aradım sonra. Baktım. O da yanımda uzanmış yatıyor. Kafasını kaldırdım kucağıma koydum. “Mustafa… Mustafa… Mustafa…” diye bağırmaya başladım. Ellerimi yüzüne sürdüm. Sadece bir hırıltı vardı Mustafa’da. Uykudaki hâl gibi bir hâl vardı. Mustafa’yı bir türlü uyandıramadım. Benim bağırmama polisler koşarak geldiler. Mustafa’nın üzerindeki molozları kaldırdılar. Beni de bulunduğum çukurun içinden kemerimden tutarak çıkardılar.
Beni çukurdan çıkardıktan sonra bir arabaya bindirdiler. Şunu duydum, “Hocayı alın, kaçırın! Hastaneye götürün!” Özel Harekâttan Havacılık’a, oradan da bir taksiyle hastaneye götürdüler. Araba farları açmadan ilerliyordu. Hastaneye geldik. Hastane ana baba günü gibiydi. O anda benim yüzüm gözüm paramparça. Şarapneller çıkartılıyor, yaralar dikiliyordu. Doktor da bilincimi açık tutmak için beni konuşturuyordu. O anda doktora “Benim karnım çok ağrıyor” dedim. Elbiselerim paramparçaydı. Pantolonumu yırtıp karnımı açtılar. Karnıma bir şarapnel parçası saplandığını gördüler. Bir çukur oluşturmuş. Bacağıma da saplanmış. Vücudumun hemen her yerinde şarapnel parçaları vardı. Bacaklarımdaki hâlâ duruyor. Karnımı bir sıktı doktor, karnımı sıkmasıyla birlikte “Mesanesi patlamış” dedi. “Ankara’ya yetiştiremeyiz. Burada acilen ameliyata almamız lazım.” dedi. Gölbaşı Devlet Hastanesi’nde ameliyata alındık.
Bizim hâlimiz, biz din görevlilerinin hâli Hz. Hüseyin’in hâline benzer. Ona da Kerbela’ya giderken gitme demişlerdi. Ama insanı kaderi çağırıyor. Biz de bu duygularla oraya gittik. Biz imamlığı sadece camide namaz kıldırma memurluğu olarak görmedik. Din görevlileri, kaderini toplumun kaderine bağlayan insanlardır. Hasta olana yardıma koşar, ihtiyaç sahibi için çabalar, cenazesi olanı yalnız bırakmaz, yanından ayrılmayız. Sevinci olanın sevincine ortak olur, bir yetim olduğu zaman o yetime elinden gelen imkânları sağlar.
O bomba ile 40’ın üzerinde özel harekât polisimiz şehit düştü. Oradakilerin her birinin ayrı ayrı hayat hikâyesi vardı. O şehitlerin hepsini tanıyordum, biliyordum. Hepsinin ayrı bir güzelliği vardı. O gün cuma idi. Cuma namazını ben kıldırmıştım. Cuma namazından çıkarken Niyazi Ergüven isimli bir kardeşimiz vardı. “Hocam hakkını helal et” dedi, “Ben Erbil’e gideceğim.” “Niyazi hakkım helal olsun ne hakkım var sende” dedim ve o gün helalleştiğimiz arkadaş şehadete erdi. Edip Zengin vardı. Edip itikadı öyle sağlam bir kardeşimdi ki anlatamam. Bana sorardı, “Hocam biz en uç noktalarda nöbet tutuyoruz. O uç noktalarda namaz vakti girdiği zaman biz namazı nasıl kılalım?” Demet Sezen vardı sonra. Demet kız kardeşim, bacım. O da bir gün “Hocam, ben şehit ailelerine, eşlerine gidiyorum teselli için. Bana şehitlik hakkında bazı şeyleri öğretir misin.” demişti. Anlatınca çok teşekkür etti. Demet bacım da şehit oldu. Şimdi şehitlik nedir, ne değildir, o bana ders verecek makama erdi.
Mustafa hocam da o şehitlerin bir tanesi. Mustafa hocamın enkazdayken hafif nefes alıp verişinden dolayı az da olsa umudum vardı. Ameliyata girerken “Mustafa hocayı kaybettik” diye sayıklamışım. O gece o da hastaneye kaldırıldı. Mustafa hocam o gece şehadete erdi.
Allah’a yemin olsun ki, o gün ben orada olmasaydım, evimde otursaydım hayatım boyunca kendimi affetmezdim. Benim yerim orasıydı. Allah nasip etti, orada bulundum. Özel Harekâttaki polis kardeşlerime zamanında bir şiir yazmıştım: “Mustafa’m, Mesut’um, nice Ahmet’ler/ Vatan için ettiğiniz hizmetler/ Şehidim yolunu peygamber bekler/ Gönülde yeriniz benim kardeşim”
Şimdi elhamdülillah onların yüksek makamlarından manevi pay aldık. Hiç olmazsa yanlarında durduk. O hainlerin karşısında safımız belli, onurumuz belli. O ateşi düşürenleri Allah iki dünyada da zelil edecektir inşallah.
Diyanet camiamız o gün güzel bir sınav verdi. Sınavı insanların nezdinde geçti de, inşallah Allah katında da geçmiştir. Salalarımızın çok önemi vardı darbenin püskürtülmesinde. Allah’a çok şükür gencimiz yaşlımız bir oldu, beraber oldu, vatanımız bu tehlikeyi, badireyi atlattı. Bundan şeref duyuyoruz. Bizim bu vatanımızdan başka neyimiz var ki? Vatan olmazsa hiçbir şeyimiz olmaz.