Makale

Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in Çağrısına İcabet Edebiliyor muyuz?

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Hz. Peygamber(s.a.s.)’in
Çağrısına
İcabet Edebiliyor muyuz?

Yüce Allah, ilk insandan itibaren son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar her topluma gönderdiği peygamberler insanlara rehberlik etmiş, hak ve batıl, doğru ve yanlış, hayır ve şer yollarını göstermiş, insanları iman, ibadet ve itaate çağırmıştır. Her toplumdan bu çağrıya uyanların yanında uymayanlar da olmuştur. Son olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’i bütün toplumları İslâm’a çağırmakla görevlendirmiş, Hz. Muhammed (s.a.s.) de, bu görevini en iyi bir şekilde yapmıştır. Peygamberimizin hakka çağrısına on beş asırdır dünyanın dört bucağından pek çok insan icabet etmiş ve etmeye devam etmektedir.
Yüce Allah, son kelâmı Kur’an’da "ey insanlar" hitabıyla tüm insanları hak dine davet ettiği gibi "ey müminler" hitabıyla müminleri peygamberin davetine icabete çağırmaktadır. Yazımızda Allah’ın müminlere yönelik bu hitaplarından birini içeren Enfâl sûresinin; "Ey iman edenler! Peygamber size hayat verecek şeylere çağırdığında Allah ve Resu- lü’ne icabet edin ve şüphesiz bilin ki Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki O’nun huzuruna götürüleceksiniz" anlamındaki 24. ayetini tahlil etmeye çalışacağız.
Ayette müminlerin; Hz. Peygamberin maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî menfaat verecek şeye çağırdığı zaman Allah’ın emrini uygulamak, yasaklarından kaçırmak, hükümlerine uymak, Peygamberin sünnetini yaşatmak ve ahlâkını kabul etmek suretiyle Allah ve Peygamberinin davetine icabet etmeleri gerektiği, Allah’ın, kulunun kalbi ile kendi arasındaki bütün sırlarına vâkıf olduğu, ahirette Allah’ın huzuruna toplanacakları, bu gerçeğin iyi bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Ayet beş hüküm içermektedir:
1. Allah ve Peygamberin davetine icabet etmek dini ve zorunlu bir görevdir. Bu hükmü "Allah ve Resulü’nün çağrısına icâbet edin" emrinden çıkartıyoruz. Mealde "icabet edin" diye çevirdiğimiz "istecîbû" kelimesi; soruya cevap vermek, isteği karşılamak, ihtiyacı ve sıkıntıyı gidermek, duayı kabul etmek ve davete icabet etmek anlamlarına gelen "el-isticâbe" kelimesinden emirdir. Ayette, "Allah ve peygamberin davetine isteyerek ve severek icabet edin" anlamına gelir.
"Allah’a ve Peygamberine icâbet"; Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına, helal ve haramlarına, öğüt ve tavsiyelerine uymak demektir. Ayetteki "istecîbû" emri, dini görevlerin tamamını içerir ve bu emir zorunluluk ifade eder. Sahabeden Sa’îd bin Mu’allâ’nın şu rivayeti bu hususu açıkça ifade etmektedir. Anılan sahâbî şöyle bir olay anlatıyor:
"Ben mescidde namaz kılıyordum. Hz. Peygamber beni çağırdı, çağrısına hemen icabet edemedim. Sonra yanına gittim ve ona, "ey Allah’ın Elçisi" namaz kılıyordum, (bu sebeple hemen yanınıza gelemedim) dedim." Bana, "Allah; ’sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Peygamberinin çağrısına icâbet edin’ buyurmuyor mu?" dedi." (Buhârî, Tefsir, i)
Hz. Peygamber zamanında onun çağrısına uymak, yanında yer almak, emirlerini yerine getirmek nasıl çağrıya uymaksa, ölümünden sonra yaşayan müminlerin de Kur’an ve sünnetin buyruklarına uyması, buna uygun bir hayat sürmesi onların çağrısına uymaktır. Bu çağrıya uymak, yalnızca müminlerin değil, bütün insanların faydasınadır. Çünkü Allah ve Rasülünün insanlara öğrettikleri ve hayata geçirilmesini istedikleri bilgi, inanç ve uygulamalar, insanlara hayat verecek mahiyette ve niteliktedir
2 Allah ve peygamberin davet ettiği şeyler, insanların yararına olan hususlardır. Bu hükmü, "Size hayat verecek şeye" cümlesinden çıkartıyoruz. Hayat verecek şeylerin ne olduğu konusunda tefsir kitaplarında (mesela; bk Taberî, IV, 9/21-17; Kurtubî, VII, 389; Beydâvî, III, 27-28; Hâzin, III, 27-28) farklı görüşler beyan edilmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a) insana hayat verecek şey; dini ilimlerdir. Çünkü insanı iman, ibadet ve Kur’an ahlâkına yükseltecek ve hakka ulaştıracak olan şey ilimdir, onun için Kur’an’ın ilk emri "oku" olmuş, onun için Kur’an’da "bilenler iie bilmeyenlerin eşit olmayacağı" (Zümer, 9), "Allah’tan hakkıyla korkanların bilginler olduğu" (Fâtır, 28) vurgusu yapılmıştır. Kalbin gerçek anlamda hayatı, cehaletin giderilmesi ile mümkündür. Cehaletin giderilmesi ise, ancak bilgi ile mümkün olur. Allah’ı, peygamberini, kitabını ve dini tanımayan, bilmeyen ve öğrenmeyen kimse dinî kuralları uygulamaya koyamaz.
b) insana hayat verecek şey; insanı Allah’ın rızasına ve cennete kavuşturacak olan iman ve sâlih amellerdir. Din insanın dünya ve ahirette mutlu ve huzuriu olmasını ister. Bu da ancak iman edip sâ- lih amelleri işlemekle mümkün olur. (Bakara, 25)
c) insana hayat verecek şey; Kus’an’dır. Kur’an, dünya ve ahiret mutluluğunu gösteren en mükemmel rehberdir. (Bakara, 185; İsrâ, 9)
d) İnsana hayat verecek şey; cihattır. Müslümanların dinî görevlerini yapabilmeleri ancak cihat İle mümkün oiur. (Bakara, 218; Af-i Imrân, 142; Nisa, 9596; Enfâl, 72, 74, 75; Tevbe, 20) Cihadı; iman edip sâlih ameller işlemek, hak dinde sebat etmek, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymak, İslâm’ı öğrenmek ve öğretmek, İslâm’ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi ve hükümlerine uyulması için çalışmak, Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunmak, fitne ve fesadı önlemek, yeryüzünde güven ve huzuru sağlamak ve benzeri gerek İslâm toplumunun gerekse tüm insanlığın yararına olan kişisel ve kurumsal bağlamda sözlü, yazılı, görsel, bilimsel ve ekonomik olarak yapılan her türlü çabayı göstermek şeklinde anlamamız gerekir.
e) İnsana hayat verecek şey; kalbin Allah’a iman, ibadet, itaat ve ilim ile yaşatılması, mecazi anlamda küfrün, isyanın ve cehaletin öldürülmesi, böylece nefsin tezkiye edilmesidir. (A’lâ, 14-15; Şems, 9)
f) insana hayat verecek şey; şahadettir. Çünkü şehitler Allah katında ölmez, daima diridirler. (Bakara, 154)
g) insana hayat verecek şey, itaattir. Çünkü Allah’a ve Peygambere iman, onlara itaat etmeyi gerektirir. (Nur,47, Enfel,1) İnsan ancak Allah ve Peygambere itaat ile Allah’ın merhametini kazanıp ebedî mutluluğunu elde edebilir. (Al-i Imrân, 132) Her ne kadar tefsir kitaplarında bu şekilde görüşler beyan edilmiş ise de "hayat verecek şeyler" ifadesi; Allah’a iman başta olmak üzere dini görevlerin tamamını içerir. İbadetler, salih ameller, ahlâkî davranışlar, Kur’an’ın öngördüğü fert, aile ve toplum hayatı, temel hak ve hürriyetler, sevgi ve saygı, kardeşlik ve dostluk, yardımlaşma, paylaşma ve benzeri tüm erdemler; fitne ve fesat, bölücülük ve bozgunculuk, arsızlık ve edepsizlik, hırsızlık ve yolsuzluk, kumar ve fuhuş, yalan ve aldatma, cehalet ve tembellik ve benzeri kötülük ve günahlardan arınma insanlara hayat veren, onları güven ve huzur içinde yaşatan ilkeler, Allah ve peygamberin çağırdığı dini görevlerdir. Bunlar, insanlığın kurtuluş reçetesi, ebedî mutluluğun anahtarıdır.
insanları yaratan ve yaşatan, güldüren ve ağlatan Allah’tır (Necm, 43-45) "Hayat vermeyi, ihya etmeyi", en geniş mânasıyla almak gerekir. "Hayat verme" mecazi anlamda yaşatmayı ifade ettiği gibi dinin emirleri sağlıklı yaşamanın kurallarını içerdiği ve insan fıtratına uygun olduğu için biyolojik mânada hayat vermeyi de ifade eder. İnsanın ruh ve beden sağlığını tehdit eden stres, yalnızlık, ümitsizlik ve çeşitli korkuların önemli sebeplerinden birisi iman ve maneviyâtın huzur ve rahatlık veren geniş ufkundan mahrum olmasıdır. Emeklerin boşa gitmeyeceği, her karşılaşılan zorlukta bir hikmetin bulunabileceği, Allah’ın kullarına yakın olduğu, onlara her zaman yardım ettiği, bu dünyada sıkıntı çekse bile Allah’a kullukta bulunabilirse ahirette mükafatla karşılaşacağı, orada adaletin tecelli edeceği inancı insanı, psikolojik olarak canlı tutar ve ihya eder. Dünyayı bir imtihan yeri olarak gören, burada insanın bir kısım görevlerinin bulunduğuna inanan, bu görevlerin yerine getirilmesi halinde kişinin iki cihanda mutlu olacağına iman eden ve buna göre hareket eden insan huzurlu olur, Kur’an ve sünnet kendisine rehber olur. Allah ve Peygamber, zulmün ve baskının yer almadığı, hukuk ve adaletin hâkim olduğu bir dünya düzeni ister, bu anlamda Allah ve Resulü’nün çağrısı, bütün dünya insanları için barış ve huzur içinde yaşama çağrısıdır.
3. Peygamberin daveti, Allah’ın davetidir. Bu hükmü, ayetteki "de’â" fiililin ikil değil de tekil olarak kullanılmasından anlıyoruz. Çağırma emri Allah ve peygambere birlikte değil sadece Peygambere isnat edilmiştir. "Allah ve peygamber sizi yaşatacak şeye çağırdığı zaman" şeklinde değil, "Peygamber sizi yaşatacak şeye çağırdığı zaman" denilmiştir. Çünkü davet birdir, peygamberin çağrısı, Allah’ın çağrısı demektir, itaatte de öyledir. Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. "Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur" (Nisâ, 80) anlamındaki ayet ile "Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur" (Buhârî, Ahkâm, 1) anlamındaki hadis bunun açık delilidir. Peygamberler, Allah’ın izni ile itaat edilmesi için gönderilmişlerdir. (Nisâ, 64)
4. Allah kişi ile kalbi arasın girer. Allah nasıl kişi ile kalbi arasına girer? Bu cümle hangi gerçeği dile getirmektedir? Tefsir kitaplarına baktığımızda farklı yorumların yapıldığını görüyoruz, (mesela; bk Taberî, IV, 9/213-17; Kurtubî, VII, 389; Hâzin, III, 27-28) Her şeyde önce bu ifadenin mecazi olduğunu söylememiz gerekir. Bu ifade ile kastedilen anlamlan şöyle sıralayabiliriz:
a) Kâfir ile iman ve Allah’a itaat, mümin ile küfür ve Allah’a isyan arasına girer, iman edip itaat etme veya inkâr edip isyan etme her ne kadar insan iradesi ile ilgili ise de Allah’ın iradesinin insandaki hidayetin varlığı veya yokluğunda etkili oluşunda şüphe yoktur. Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini dalalette bırakır (Bakara, 26; Ra’d, 27; İbrahim, 27; Fâtır, 8) Onun için Al-i imrân suresinin 8. ayetinde akıl sahiplerinin, "Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme..." diye dua ettikleri bildirilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de "Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin ve itaatin üzerine sabit kıl" diye dua etmiştir (Ahmed, el-Müsned, vı, 251) Ayet; iman etmenin ve imanı korumanın ancak Allah’ın lütfü ve yardımı ile mümkün olduğuna işaret eder. Hiçbir insanın giremeyeceği, bilemeyeceği ve müdahale edemeyeceği kalplere Allah müdahale edebilir; inanç, bilgi ve duyguların değişmesini sağlayabilir. Bu sebeple insanlar, inanç, duygu ve düşüncelerini güzelleştirmesi için Rab’lerine sığınmalıdır.
b) Allah kullarına, kendilerinde daha yakındır, insan nerede olursa olsun, Allah onunla beraberdir (Hadîd, 4) Onların her yaptığını bilir ve haberdar olur. İnsan bir şeyi açığa vursa da gizlese de fark etmez, Allah her şeyi çok iyi bilir. (Ahzâb, 54) "An- dolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız" (Kâf, 16) anlamındaki ayette olduğu gibi tahlil ettiğimiz ayetin bu cümlesi de Allah’ın kullarına olan manevî yakınlığını temsilî olarak ifade eder. Ayet, Allah’ın kalplerin sırlarını bildiği, bu itibarla gafil olunmaması; kalbin ihlâslı, iyi niyetli ve temiz olması gerektiği konusunda bir uyarıdır. Allah kalplerin iman, inkâr, ihlas ve riya halini bilir. Kalplerde bulunan hiçbir bilgiyi, kararı, eğilimi ve duyguyu Allah’tan gizlemek mümkün değildir.
c) Allah, kullarının kalplerine malik ve hakimdir. Allah, kişi ile kalbi arasına girer, onu istediği gibi yönlendirir. Dilerse aklını, fikrini ve idrâkini yok eder, bu takdirde hiçbir şeyi bilemez ve anlayamaz hale gelir. Allah, dilediğini yapar. Yüce Allah, insana kalbinden daha yakındır, kalbinde olanı kendisinden daha iyi bilir, onun kalbine ondan daha fazla maliktir, her istediğini ona yaptırır. İsterse Allah, insanı bir anda gönlündeki amellerden mahrum ediverir, azim ve iradesini bozuverir, niyetini ters yüz ediverir, kanaatlerini ve zevklerini değiştirive- rir. İnsan ile kalbi arasını öyle ayırır, öyle açar ki kendi kendine hasım oluverir, aklını, muhakemesini ve şuurunu alıverir, böylece anlamaz ve kendini duymaz ediverir, nihayet canını alır da öldürüverir. (Yazır, ıv, 2387) Onun için insanın, Rabb’inden müs- tağnîmiş gibi davranmaması gerekir.
d) Canları alan ancak Allah’tır. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girmesi, vakti gelince ölüm meleği vasıtasıyla kullarının canlarını almasının temsili ifadesidir. Allah, insanı ölüme davet ettiği zaman icabet etmemeye hiç kimsenin gücü yetmez (Cuma, 8; Münâfikûn, il) Dolayısıyla ayet; ölümün her zaman gelebileceğine, ölüm gelmeden önce ölüm ötesi için hazırlık yapılması ve ölüme hazırlıklı olunması gerektiğine de işaret eder. Onun için Kur’an’da birçok ayette bu hususa dikkat çekilmiş, Allah ve Peygamberin çağrısına icabet edilmesi emredilmiştir: "Allah’tan, geri çevrilmesi imkansız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına isteyerek icabet edin. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır ne de (günahlarınızı), inkâr edebilirsiniz!" (Şûrâ, 47) Bu yüzden insan, Allah ve Peygamberin davetine fırsat elde iken isteyerek ve severek icabet etmeli, her işinde, dürüst, doğru, samimi ve ihlaslı olmalıdır. Onun için yüce Allah; "...O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler" (Bakara, 186) buyurmaktadır. Doğru yolda olabilmek için İlâhî davete isteyerek ve severek uymak gerekir. Allah ve peygamberin bu davetine; "Ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler, icabet eder..." (En’âm, 36; bk. Âl-i Imrân, 172) Yüce Allah, hak davete icabet edenlere, af, mağfiret ve mükafat vaat etmektedir: "Ey kavmimiz! Allah’ın dâvetçisine uyun, ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem dolu bir azaptan kurtarsın." (Zuhrûf, 31); "(Ebedî mükâfat); Rablerinin çağrısına icâbet edenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlarındır" (Şûrâ, 38); "Rablerinin emrine icabet edenler / uyanlar için mükafatın en güzeli vardır. O’na icâbet etmeyenler ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!" (Ra’d, 18)
Allah ve peygamberin davetine icabet etmeyenler, kendilerine zarar verirler, Allah’a ve peygambere bir zarar veremezler: "Kim Allah’ın davetçisine icabet etmezse / uymazsa, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler" (Ahkâf, 32) anlamındaki ayet, bu gerçeği ifade etmektedir. Bu kimseler, ahirette pişman olacaklar, dünyaya dönüp Allah ve peygamberin davetine icabet etmek isteyeceklerdir: "(Ey Peygamberim!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar ki, o gün zalimler, "Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım / iman edip ibadet edelim ve peygamberlerin izinden gidelim" diyecekler. Onlara şöyle denilecek: "Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" (İbrahim, 44) anlamındaki ayet bu gerçeği ifade etmektedir.
5. İnsanlar kıyamet kopunca dirilecekler ve İlâhî huzurda toplanacaklardır. Islâm’ın iman esaslarından biri de ölüm sonrası hayatın varlığına ve insanın dünyada bütün yaptıklarından sorgulanacağına, iman veya inkâr haline göre cennet veya cehenneme gidileceğine imandır. Bu gerçeğe iman etmeyen veya şüphesi olan mümin olamaz. Tahlil etmeye çalıştığımız ayetin "Unutmayın ki O’nun huzuruna götürüleceksiniz cümlesi, bu gerçeğe işaret etmektedir. Ahirette Allah herkese amelinin karşılığını verecektir, amel iyi ise karşılığı iyi, amel kötü ise karşılığı da kötü olacaktır. Hiç kimsenin ameli zayi olmayacaktır, iman edip salih amel işleyenler cennete, inkâr edip isyan edenler cehenneme gideceklerdir (Bakara, 25,39)
Sonuç
Enfâl suresinin 24. ayetinde hayat verecek şeylere çağırdığında müminlerin Allah ve Resulü’ne icabet etmeleri gerektiği, Allah’ın kişi ile kalbinin arasına girdiği ve ahirette O’nun huzurunda toplanacakları gerçeği bildirilmektedir. Müminler; Allah ve peygamberin davetine isteyerek ve severek icabet etmeli, inancında, ibadetlerinde, işlerinde, söz ve davranışlarında ihlâslı olmalı, inkâr, isyan ve gösterişe sebep olabilecek şeylerden sakınmalıdır. Bilmeli ki insanı dünyada ve ahirette mutlu ve huzurlu yapacak, stres ve sıkıntılardan, gam ve kederden kurtaracak olan şey; inançtır, dinin kurallarına uymak, Allah ve peygamberine itaat etmektir. İnsan daima İlâhî irade, murakabe ve imtihan halindedir. Bu imtihan bazen nimet bazen musibetle olur. Nimet halinde de musibet hâlinde de sabırlı olabilen huzurlu yaşar. Allah’ın rızasını ve sevgisi kazanmanın yolu, peygamberin çağrısına uymak, onun sünnetine sarılmaktır. İslâm’a değil nefse ve şeytana uymak, sonuçta insanı huzursuz eder. Onun için mümin şeytana ve nefsine değil peygamberin çağrısına uymalıdır. Peygamberin çağrısına ancak iman edip salih ameller işlemek, inkâr, isyan ve günahlardan sakınmak, kısaca Kur’an’a ve sünnette yer alan hükümleri uygulamak ve yaşamakla mümkün olur.