Makale

İkbâl'e Göre Arzu ve İdeal Sahibi Olmak

Yard. Doç. Dr. Ahmet Albayrak
KTÜ İlahiyat Fak.

İkbâl’e Göre.
Arzu ve İdeal Sahibi Olmak

Muhammed ikbâl’de insanın kendisini gerçekleştirmesinde benliği tamamlayıcı faktörlerden biri de ’arzu’dur. Bu kavram, kişinin geleceği hakkındaki duygu ve düşüncelerini belirler.
Ayrıca şimdiki zamanda, içinde bulunduğu durumda, kişinin geçirdiği duygusal serüvenler de, arzu kavramı çerçevesinde değerlendirilebilir.
İkbâl, insan varlığının ancak bir gaye ve ümidinin olmasına bağlı olduğunu söyler. İnsanın kendini bilmesi, bir gayesinin olması ve bu gaye uğrunda hayatını düzenlemesi demektir, ikbâl, gayesiz kalan bir kalbin hayat damarlarının kopmuş olacağını belirtmektedir. Gaye sahibi olmak, fırtınalı bir denizde dalgaların kabarması gibi insana da canlılık getirir, insanın inandığı düşüncelerle olayları tahlil edebilmesi, ona mutluluk verir. Bilgi birikimi, medeniyet ortamı ve her türlü yapılanmalar, savunulan düşünce ve benimsenen gaye doğrultusunda oluşur.
İkbâl, Esrâr- ı Hûdî isimli kitabında 133. mısradan sonraki alt bölümün başlığını şöyle koymuştur: "Benliğin hayatı, arzular yaratmak ve doğurmaktan gelir."
ikbâl’de arzu, insanın yaratılışı ile başlar. Şarktan Haber isimli eserinde yer alan ’Ademin Doğuşu’ başlıklı şiirinde, hayatın kucağında yatan arzunun gözünü açması ile başka bir cihanın ortaya çıktığını tasvir eder. Arzu, İkbâl için insan hayatının varoluş sebebidir. İnsanın tüm eylemlerinin itici gücü arzu ve istektir, isteğin insana yaptığı hizmet, buharın makinenin çalışmasındaki katkısına benzer. İnsan aşktan aldığı hızla coşan arzusunu hayatı kazanmak veya onu yapılandırmak için kullanır. İkbâl’e göre insan, fıtratının içerdiği potansiyelleri açmalıdır. Arzu ancak bu açılımdan sonra gelişecektir.
"İslâm’da ’ideal’ ve ’gerçek’ birbiriyle uzlaşmayan iki karşıt güç değildir, ideal çerçevesi içinde yaşamak, gerçekten tamamen kopmak anlamına gelmez; çünkü böyle bir durumda hayatın yapısal sağlığı zedelenir, ıstırap verici zıtlıklar meydana gelir. Oysa ki istenilen, idealin gerçeğe sahip çıkmak için sürekli olarak çaba harcaması, bu çaba sonucu gerçeği kendine mâl etmesi, kendinden bir parça haline dönüştürmesi ve bütünüyle benliğini nurlandırması- dır." (The Reconstruction) Kişiliği oluşturan ve kurtuluşa ulaştıran yol ıstırap ve özveriden geçer. ikbâl bu ruhî bedeli ödemiş bir şair olarak insanlara örnek olmaktadır.
insan arzu sayesinde inlemelidir. Bu inleyiş onda farklı tecellilere yol açacaktır. "İnsan bu yedi renkli dünyada cenk gibi feryaddan yanıyor..." "Yarabbi, günün birinde bana böyle bir gün bahşeyle! Beni, yanmadan geçen günlerden kurtar." (Câvidnâme) Yanmak, ikbâl’in eserlerinde hem aşk ve hem de hasretin ateşi için kullanılan bir kavramdır. Çünkü yalnız aşk, insanı bu İlâhî zamana ulaştırabilir.
Arzu, lezzeti aramaktır. Arayan insan, lezzeti Hakk’ın tecellilerinde bulacaktır, ikbâl’in bu yaklaşımı Allah-insan ilişkisi açısından da değerlendirilebilir. Dikkat çeken bir başka nokta da şudur ki, her an meydana gelen yeni oluşlara göre yeni arzuların yaratılmasıdır. İnsanın bu arayış serüveninde özellikle duygusal zeminde üretimi söz konusu olacaktır. Arzu insanın yaratıcılığını ortaya çıkarır. İşte İkbâl’e göre şiir de, arzu ateşinden kaynaklanan bir üretimdir.
ikbâl, kendisini arzu merdiveninin son basamaklarına çıkmış biri olarak görür. Böyle bir insanın en önemli özelliği, yaratılışın sırrına vâkıf olmasıdır, ikbâl’de arzunun en temel kaynağı Allah’tır, insan Allah’tan ayrı kalmanın ıstırabını bir zevk haliyle yaşar. Bu zevk insana mahsustur, melekler veya yaratılmış diğer varlıklar bu zevki tadamazlar. "Arzuların insan kalbini ıstıraplar içinde kıvrandırması Hak’tan ayrı kalındığı içindir. Eğer O (Allah) bütün cemali ile tecelli ederse sen yok olursun. / Ayrılık insanı canından bıktırırsa da, O’ndan visal isteme, O’nun rızasını iste." (Pesçi Bâyed) ikbâl’e göre kavuşmada arzunun tükenmesi riski vardır. Diğer mutasavvıflar gibi İkbâl de arzunun sürekliliğini istemektedirler. Çünkü arzu, insanı sürekli olarak bir üst boyuta taşıyan, ötelere götüren varoluşun enerjisidir.
İkbâl’de yaratılış, bütünden kopma anlamını taşır. Arzu, bu kopuş sonrası gelişen bir durumdur. ikbâl, Şarktan Haber kitabında, insanın bu dünyadaki ıstıraplı yaşamının güzelliğinden bahseder. Arzunun motive ettiği inlemelerin sonucunda çeşitli makamlar kazanılacaktır, ikbâl, bir ’münîb’ olarak yüzünü Allah’a çevirmiştir. Yeryüzünde O’nun tecellileri ile sarhoş olmaktadır.
Arzu, insanın öteleri kucaklayabilmesini sağlar. İnsan arzu sayesinde zaman ve mekân ötesine geçebilir. Yine arzunun insana vereceği şuur derinliği sayesinde vahdet-kesret ilişkisi ve bütünlüğü kavranabilir.
ikbâl’de arzunun kaynaklarından bir diğeri de Hz. Muhammed’in (s.a.s.) varlığı ile başlayan niyazdır. O’nun gayreti ve Yaratan’a olan sevgisi sonucu dünya huzura kavuşmuştur. O’nu örnek alacak insan da her türlü çileye katlanmalı, istikrar içerisinde ilerlemelidir. Hakk’a doğru yapılacak bu kutsî yolculukta insanın enerjisi arzu olacaktır.
Arzu, bir ideale, davaya olan bağlılık sonucu oluşan tutkulu bir durumdur, insanın geleceğe yönelik idealleri var ise o kişi hayatını güçlendirebilir. Bu idealin sadece dünya şartları içerisinde algılanması gerekmez, ideal, ötelere uzanan zaman ve mekân üstü bir karakter de taşıyabilir. İlâhî özlemi kapsayan bir arzu, insanın hem akıl hem de kalp dünyasını genişletir, insanın böylesi arzuları yoksa günü birlik yaşamaya mahkûmdur. Arzuları olmayan insan, hem kendisinin hem de yaşamının anlamını kavrayama- yacaktır. Çünkü arzu, benliği canlı tutar, insanı hayata bağlar. Arzudan kaynaklanan çaba yaşamın ilk ve en yüksek görevi olmaktadır. Mutluluğu sakin bir hayatta arayanlar, bilmedikleri yolların ve güçlerin korkusu, ürpertisi içindedirler. Ama arzu ateşinizi canlı tutarsanız, aklî enerjiniz ve moral gücünüz sizi her şeye egemen kılar.
Muhammed İkbâl’e göre Müslüman, yüce ideallere sahip bir insandır. Çünkü o, hayatın en derin yerinden konuşan vahye dayanır. Kur’an’ın da belirttiği gibi, vahiy ise hayatın evrensel niteliğidir, ideal sahibi olmak, ikbâl’in insan öğretisinin önemli bir basamağını oluşturmaktadır.
İkbâl’in yaklaşımına göre arzu kavramı iki özelliği bünyesinde taşır. Birincisi; kişiye ait motivasyonun hedefi olan güçlü bir idealin enerjisi iken, İkincisi; o kişinin içinde yaşadığı toplumun olması gereken ortak ideallerin yapılanmasıdır.
Birinci özellik, kişinin bireysel olarak ideal sahibi olmasını gerekli kılar. Bu özelliği içeren mesajların bulunduğu mısralardan bir örnek verelim: "Dağlar gibi olgun ve pişkin yaradılışlı ol; denizler yüklü yüzlerce bulutu omzunda taşı." (Esrâr)
ikbâl, insan için bir ideal olarak kişisel gayretin yönünü de belirlemiştir. Bu hedef tevhidin korunması ve yayılmasıdır. İnsan bu yönde kendini adamalı ve süreklilik içerisinde bir faaliyet halinde olmalıdır.
ikbâl’in "zûk-u arzu" dediği -ki arzunun önünüzde bir ideal olması anlamına gelmektedir- daima istemek ve ondan sonra da bu ideali gerçekleştirmek için sürekli gayret sarfetmek yoluyla, benliğin güçlendirileceği ve hedefe bir fert olarak ulaşılacağı görüşündedir, insandaki kişisel gayret bir idealin gerçekleşmesine duyulan ümit ile içiçedir. insan kendi sorumluluğunu, kendisine ve geleceğe olan güveni ile yerine getirecektir.
İkbâl’in kendisinin kutsal bir ideale yönelik arzusu o kadar güçlüdür ki, yüklendiği misyonun ölümünden sonra da devam etmesini istemektedir. O, öldükten sonra bile, ideal insanlarla birlikteliğini sürdürmek idealindedir.
ikinci özellikte ise, toplumun ortak idealleri söz konusudur, ikbâl, bu ideallerin tek merkez etrafında birleşmesini, yani toplumu oluşturan fertlerin ortak idealleri doğrultusunda bir araya gelmelerini öngörür. Bir merkezde buluşan fertler, aynı zamanda kişisel bir paylaşıma da katılmış olacaklardır. Görülmektedir ki ideal kavramı sadece kişisel değil, aynı zamanda ortak bilinci oluşturmaya da yöneliktir.
İkbâl, Müslümanlar için toplumun ortak idealinin ’tevhid’ olması gerektiğini Esrâr isimli eserinde bir bölüm halinde işlemiştir. Bu bölümün başlığı şöyledir: "Hakiki cemiyet, millî ideale sıkı sıkı sarılmakla vücut bulur. Muhammed ümmetinin ideali, tevhidi muhafaza ve onu neşretmektir."Bu başlık altında Muhammed İk- bâl’in işlediği ana tema, mutlaka bir ideale sahip olunması gerektiğidir, insan ve toplumun ideal olarak benimseyeceği hususlar onları motive edecek, hayata canlılık ve yeni bir anlam katacaktır.
İkbâl, bir idealin ancak müntesipleri tarafından yaşatılabileceğini söyler. Dolayısıyla insan, kendi yolunu yine kendisi hazırlamalıdır. O zaman insan ne yapmalıdır? Büyük bir arzu ile, bedeni içinde kalan canını özgürlüğe kavuşturmalıdır. Bu adımı atabilen insan, benliğini güçlendirmesi ile birlikte özgün faaliyetler içerisinde bulunabilecektir. (Peyâm-ı Meşrik)
İdeal için, geleceğe güvenle, ümitle bakabilmek lazımdır. Bunun için de bir ’şem’den (mumdan) ışık almak gereklidir. Bu ışık, nuru İlâhîdir. Bir ’şem’den ışık alan insanın gönlü uyanıktır. Yani bu insan, kendisinin ve çevresinin farkındadır ve mutasavvıfların ’kalp gözü’ dedikleri manevî yapıyla basiretini geliştirmiştir.
İkbâl’de arzu, sürekli yenilenmelidir. Çünkü hayat sürekli yenilenmektedir. Arzu durağan olamaz. Bu yenilenme iki şekilde olabilir: insanda varolan veya olması gereken arzuların sürekli gelişmesi ve derinleşmesi şeklinde ya da insanın şuur ve duygu alanına yeni arzuların belirmesi şeklinde, ikbâl, bireysel bütünleşmesini sağlamak üzere adım atan insanda her ikisinin de olmasını arzular.
İkbâl’de arzunun önemli bir fonksiyonu daha vardır. O, arzuyu dinî davranışı motive eden bir faktör olarak da ele alır. İlâhî aşktan beslenen arzu, ibadetin de ötesinde, insanın dinî davranışını daha güçlü olarak yapılandırır. İkbâl, arzu kavramına bağlı olarak ideal insan için belirlediği rolleri mısralarına şöyle taşımıştır: "Sen talebin çölünde deli ol; yani bu puthane- nin İbrahimi ol." ideal insanın toplum içindeki konumu ise şöyle olmalıdır: "Ey kafile içinde bulunan! Hepsinden ayrı ol, hepsiyle beraber git." (Câvidnâme)
Yazımızı ikbâl’in arzuyu konu edinen duaları ile bitirelim:
"Canımda arzular, kıvılcımlara benzer, bir parlayıp bir söner
Benim geceme yıldız gibi çöküp oturan bir arzu veryarabbi!" (Zebûr-i Acem)
"Ateşli feryadımla feryadın ateşini artıran ulu Rabbim!
Bana öyle bir ah ver, öyle bir inleyiş ver ki Binlerce sene evvel ölüp de toprak olmuş faniler canlansınlar." (Zebûr-i Acem)
"Ya Râb! Müslümanlara öyle zinde bir arzu ver ki
Yüreği yansın ve ruhu çırpınsın." (Bâng-i Derâ)
"Allah’ım! Tekrar uyandır göğüslerdeki azim ve iradeleri,
Tekrar kılıç keskinliği ver Müslümanın basiretine ve bakışına!" (Bâl-i Cibrîl)