Makale

İkinci Halife Hz. Ömer

Doç. Dr. Adem Apak
Uludağ Üniv. İlahiyat Fakültesi

İkinci Halife
Hz. Ömer

Kureyş kabilesinin Adîoğulları sülalesine mensuptur. Hz. Peygamberden (sav) 13 yıl sonra Miladi 584 yılında doğmuştur. Hayatını Hicazlı her Arap gibi deve çobanlığı ve ticaretle kazanmış, iyi kılıç kullanması, ata binmesi ve pehlivanlığı ile meşhur olmuştur. Islâm öncesi dönemde onun ailesi Beni Adî’in, Mekke’nin dış ilişkiler sorumluluğunu üstlenmesi sebebiyle kendisi de zaman zaman kabilesi adına Mekke elçisi olarak görev yapmıştır.
Hz. Ömer 27 yaşında iken Müslüman olmuştur. Hz. Pey- gamber’i (sav) öldürmek amacıyla yanına giderken, kız kardeşi Fatima ve eniştesi Said b. Zeyd’in Müslüman olduklarını haber alınca onların evine yönelmiş, evde Kur’ân okunduğunu anladığında hakaret ederek kendilerine saldırmıştır. Daha sonra da yaptıklarından pişmanlık duymuş, merhamete gelerek onlardan okuduklarını kendisine de duyurmalarını istemiştir. Okunan âyetlerden son derece müteessir olan Hz. Ömer derhal Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna giderek Müslüman olduğunu ilan etmiştir.
Onun İslâm’a girişi diğer mazlum Müslümanlara büyük güç ve cesaret vermiştir. Zira bu andan itibaren Müslümanlar Kabe’de açıktan ibadet etmeye başlayabilmişlerdir. Hz. Ömer, Hz. Peygam- ber’den (sav) önce Medine’ye hicret etmiştir. Burada Allah Rasû- lü onu Utban b. Malik ile kardeş saymıştır.
Hz. Ömer hicretten sonra Hz. Peygamber’in (sav) bütün siyasî ve askerî faaliyetlerinde yer almıştır. O, gerek Bedir, gerekse Uhud savaşında Hz. Peygamber’in (sav) en yakınında savaşmış, özellikle Uhud’taki çatışmalarda Allah Ra- sûlü’nü (sav) zor şartlarda koruyanlar arasında bulunmuş, savaşın sonunda Mekkelilerin galibiyetini ilan eden Ebu Süfyan’a Medineli- ler adına cevap vermiştir. Hz. Ömer Hendek savaşı esnasında kendisine verilen bölgeyi korumuş ve müşrik askerlerinin hendeğin Medine tarafına geçmelerine müsaade etmemiştir. Hudeybiye Mü- salahası öncesinde Allah Rasûlü (sav), onu Müslümanların elçisi olarak Mekke’ye göndermek istemişse de, Hz. Ömer orada kendisini koruyacak kimsenin olmaması sebebiyle can güvenliğinden endişe ettiğini bildirince, yerine Ebu Süfyan’ın yakın akrabası olan Hz. Osman görevlendirilmiştir.
Mekke’nin fethinde aktif görev alan Hz. Ömer, fetih sonrasında Hz. Peygamber’in (sav) emriyle kadınlardan biat alma görevini yerine getirmiştir. Nihayet o, fethin hemen akabinde gerçekleştirilen Huneyn gazvesinin başlangıcında Müslüman ordunun bozguna uğradığı sıradaki kargaşa ortamında Allah Rasûlü’nü (sav) en yakından koruyan sayılı şahıslar arasında da yerini almıştır.
Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra da Müslümanların siyasî ve askerî ve İdarî faaliyetlerinde etkin rol almıştır. Nitekim Hz. Peygamber’den (sav) sonra Müslüman toplumun en önemli dahilî krizini oluşturan hilafet meselesinde gösterdiği üstün gayretle Müslümanların bölünmesinin ve toplumun siyasî kaosa sürüklenmesinin önünü kesmiş, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ve ardında onun Müslümanların tamamından biat almasında özel gayret göstermiştir. İlk halife dönemindeki İdarî faaliyetlerde de etkin rol oynayan Hz. Ömer devlet başkanı yardımcısı gibi görev yaparak o dönemin politikalarında söz sahibi olmuştur.
Hz. Ömer, selefi Hz. Ebû Bekir zamanında başlatılmış olan fetih hareketlerini daha da ileri noktaya taşımıştır. O kadar ki, onun halifeliği döneminde Müslümanlar bir taraftan Irak topraklarında Sasani İmparatorluğu ile, diğer taraftan da Suriye ve Mısır bölgelerinde Bizans imparatorluğu ile aynı anda savaşma cesaret ve gücünü göstermişlerdir. Bunun sonucunda sırasıyla Kadisiye ve Nihavend savaşlarıyla asırlardan beri devam eden Sasani İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiştir. Diğer taraftan Vermük savaşıyla Bizans’ın Orta doğu hakimiyetine son verilmiş, ardından Kuzey Afrika sınırına kadar Mısır topraklan Müslümanların yönetimine girmiştir. Yapılan fetihler sonucunda Meda- in, Nihavend, Şam, Kudüs ve İskenderiye gibi büyük şehirler Müslüman merkezleri haline gelmişlerdir. Özetle İslâm’ın yayılışındaki kilit ehemmiyete sahip olan fetihlerin Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilmiş olduğunu söylemek mümkündür.
İslam tarihinin başlangıç döneminde çok parlak faaliyetlere imza atan Hz. Ömer H. 23 Zilhicce ayının 27. günü (M. 4 Kasım 644) Ebu Lülü isimli bir kölenin namaz esnasında gerçekleştirdiği suikast sonucunda şehit olmuştur.
Hz. Ebû Bekir’den sonra Müslümanların ikinci halifesi olmasının yanında Hz. Ömer’in en önemli özelliği Islâm toplumuna devlet olma kimliğini kazandırmasıdır. Zira toplumu devlet haline getiren en önemli kurumlar onun zamanında teşekkül ettirilmiştir. Hz. Ömer, devletin resmî kayıtlarının tutulduğu, gelir-gider hesaplarının muhafaza edildiği, devlet adına hizmet gören asker-sivil hak sahibi insanların gelirlerinin ve devletin yardıma muhtaç olan vatandaşlarına sunduğu maddî imkanların kaydedildiği divan teşkilatını ilk kuran kişidir. Bundan başka adaletin işlemesi için en önemli müessese olan kaza (adliye) teşkilatının kurumsallaşması onun zamanında başlamış, daha önce valiler tarafından yürütülen adalet hizmetleri, müstakil kadılar tayin edilerek validen bağımsız bir şekilde faaliyet görmüştür.
Posta teşkilatının sistemleşmesi Hz. Ömer zamanına tesadüf eder. Halife bundan başka Müslümanların ekonomik bağımsızlığının simgesi olan para basımını da ilk kez gerçekleştirmiştir. Müslü- manlar tarafından fethedilen toprakların gazilere dağıtılmayıp bütün Müslümanların mülkiyetine verme ve toprakların işlenmesini haraç karşılığında eski sahiplerine bırakma uygulaması da onun en önemli icraatlarındandır. Bu sayede fethedilen topraklar daha verimli olarak işletilmiş, ziraatı bilmeyen fatih Arapların toprakla uğraşmak zorunda kalmaları problemi ortadan kaldırılmıştır. Böylece Araplar askerlik faaliyetlerini sürdürüp yeni fetih hareketlerine devam ederlerken, eski toprak sahipleri de ziraî faaliyetlerini güvenlik içinde sürdürmüşlerdir. Kendilerine bu şekilde sağlanan imkanın yanında elde ettikleri hürriyetlerden de istifade eden gayr-i müslimler Müslümanların yönetiminden son derece memnun olmuşlardır. Bu şartlarda tabiî olarak İslâmlaşma faaliyeti de büyük ivme kazanmış, sonuçta pek çok insan Müslümanlığı seçmiştir.
İslâm tarihinde ilk vakıf kurucusu Hz. Ömer’dir. O, Hz. Peygamber (sav) zamanında Hayber ganimetlerinden şahsına düşen hissesini Müslümanların hizmetine sunarak vakfetmiştir. Hz. Ömer ayrıca bilhassa Yemâme savaşında pek çok hafızın şehit olması üzerine, Kur’an’ın kaybolacağından endişe ederek Hz. Ebû Bekir’e yaptığı ısrarlı tavsiyeleriyle Kur’ân’ın toplanmasını sağlamıştır. Halife ayrıca H.21 yılında Hz. Peygamberin (sav) Mekke’den Medine’ye hicretini takvim başlangıcı olarak kabul etmiştir.
Hz. Ömer İslâm tarihindeki idareciler arasında yüksek sorumluluk bilincine sahip yöneticilerin başında gelir. Nitekim o, Fırat kıyısında kaybolan veya ölen deveden kendisini sorumlu tutacak kadar halkın can ve mal güvenliği konusunda hassasiyet göstermiştir. Bunun içindir ki, kıyafet değiştirerek geceleri halkın arasında dolaşmış ve oniarın sıkıntılarını dinleyerek bizzat kendisi çözüm yolları bulmaya çalışmıştır.
Halkın rahat ve huzurunun sağlanması ve adaletsizlik yapılmaması konusunda Hz. Ömer’in gerçekleştirdiği uygulamalardan birisi de emri altında çalışan idarecileri sıkı bir şekilde denetlemesidir. Halife, Muhammed b. Mesle- me başkanlığında oluşturduğu teftiş heyeti marifetiyle haberli- habersiz olarak pek çok idarecisini kontrole tabi tutmuştur. Bu kurulun faaliyetleriyle iktifa etmeyen halife, valilerine her yıl hacca iştirak etmeyi zorunlu kılmış, burada onları halkın huzurunda hesaba çekmiş, şikayet konusu olan ve görev kusurları tespit edilen valileri de cezalandırmıştır. Bu cezalar kınamaktan başlayıp valinin malının yarısını veya tamamını müsadere etmeye, hatta onu görevden almaya kadar ulaşmıştır. Yöneticiliğin tahakküm aracı değil, halka hizmet faaliyeti olduğunu düşünen halife görev verdiği idarecilerine şu tavsiyelerde bulunmuştur:
"Sizi saltanat sürmek için, tahakküm kurmanız, insanları zorlamanız için göndermedim. Siz hidayet rehberi olacaksınız, böylece herkes size uyacaktır. Müslümanların hukukunu koruyunuz. Onları dövmeyiniz, onları zillete düşürmeyiniz. Onları haksız yere de övmeyiniz ki, şımarıklığa düşmesinler. Devlet kapılarını onlara kapatmayınız. Böyle yaparsanız kuvve- tiler zayıfları ezerler. Kendinizi Müslümanların üzerinde de görmeyiniz".
idareci seçme, görevlendirme ve denetleme konusunda dahi sayılabilecek özellikler sahip olan Hz. Ömer, döneminin en büyük siyaset adamlarını devlet organizasyonunda değerlendirerek onların hizmetlerinden istifade etmiştir. Onun bu yönünü Hz. Aişe "Allah’a yemin olsun ki, Ömer işleri çok güzel yürüten ve eşi benzeri olmayan bir kimseydi, işleri ehil insanlara tevdi ederdi" sözleriyle dile getirir. Hz. Ömer, göreve getirmede şan, şöhret, güçlü kabileye mensup olma, hatta İslâm’a girmede öncelik sahibi olma hususiyetlerinden ziyade ehliyete önem vermiştir. Bu hususta "Emanetleri ehline veriniz" âyeti ve "Emanetler ehline verilmedikçe kıyameti bekleyin" hadis-i şerifini kendisine prensip edinen halife, ilk Müslümanlardan pek çok kişi dururken, İslâm’a çok sonra dahil olan, buna karşılık işinin gerçekten ehli kişileri, Muaviye b. Ebi Süfyan, Amr b. el-Âs, Muğire b. Şube ve Ziyad b. Ebih gibi şahısları devletin en önemli makamlarına getirmiştir. Bu kabiliyetli insanlar sayesinde pek çok başarılı fetih hareketi gerçekleştirilmiş ve İslam üç kıtada yayılma imkanı bulmuştur.
Hz. Ömer devlet yönetiminde gerek dinî, gerekse dünyevî konularda şûrâ (istişare=danışma) sistemini faaliyete geçiren örnek yöneticilerden birisidir. Müslüman ileri gelenlerinin tabiî üye olduğu bu şûrâda Müslümanlar için hayatî önemi olan meseleler serbest ortamda görüşülmüş ve mühim kararlar alınmıştır.
Hz. Ömer, İslâm’a ve Müslümanlara hizmetleriyle gerek Hz. Peygamber’in (sav) gerekse diğer Müslümanların takdirini kazanmıştır. Nitekim Allah Rasûlü (sav) daha Müslüman olmadan önce onun hakkında "Allah’ım dini Ömer ile aziz kıl" şeklinde duada bulunmuştur. Ashabdan Abdullah b. Mes’ud ise onun hakkında şöyle demiştir: " Ömer’in Müslüman olması bir fetih, onun hicreti bir yardım, idareciliği ise bir rahmettir. Biz o Müslüman oluncaya kadar açıktan namaz kılamıyorduk. O Müslüman oldu müşriklerle mücadele etti, onlar da bizim namaz kılmamıza müdahale edemediler".