Makale

Hiç

Lamia Levent

Hiç

"Bizim yolumuzda nefsinde varlık görmemek en önemli konudur. Allah Teâlâ’ya ulaşmanın ana sermayesi budur. Ben bu usulle nefsimi varlık âleminin her mertebesinde teker teker kıyasladım ve şu kanaate vardım: Kâinattaki bütün yaratılmışlar benden üstün" diyor Şah-ı Nakşibendî Hazretleri.
Kişisel gelişim uzmanlarını şoka sokacak, ortaya koydukları tezlerini alaşağı edecek ve belki de onları işlerinden edecek hikmetli bir söz söylüyor.
Egoyu (nefis) şişirip benliği ön plana çıkartan, ve "istediğin her şeyi elde edebilir, tüm hayallerini gerçekleştirebilirsin" sözleriyle insanları enaniyete ve kendi sınırlarını zorlamaya iten bu düşünce, insanı aşkın olandan koparıp kör nefsinin esiri kıldı. İnsan fıtratına aykırı yöntemlerle, tüm kâinata hükmedecek ve kendine boyun eğdirecek güce sahip olduğunu insana vehmettirdi. Bu da beraberinde hiç de adil olmayan acımasız bir rekabeti getirdi. Artık "ben" tüm dünyaya gücünü ve üstünlüğü gösterme yarışına girişti. Ve dünya şimdiye değin hiç görmediği bir üstünlük rekabetine ve benlik savaşlarına sahne oldu. "Sen de güçlüsün, üstünsün, zekisin, neden diğer insanların sahip olduklarına sahip olmayasın" demek suretiyle insanı yaşadığı dingin ve huzur dolu dünyasından koparttılar.
Nefsin öyle bir yapısı vardır ki, hiçbir zaman doyuma ulaşacak son noktaya varamaz. Hep diğerlerinden bir adım önde olmak ister. Daha fazla, daha fazla... Bu dahaların sonu gelmez. Ve sonunda nefsin bu kuşatması içinde boğulur gider.
Elbette insan üstündü, eşref-i mahlukattı. Rabbim değer vermeseydi melekleri önünde secdeye davet etmezdi.
Ancak kadim geleneğimizde, her an âlemlerin Rabbi huzurundayken "ben" demek suretiyle benliklerini nazara vermekten haya etmek asildir. Hele Rabbu’l-Alemin tüm kâinata tecelli etmişken ve her an her yerde hazır ve nazırken... Bu sebepledir ki sufiler benliklerini "hiçlik" ile özdeşleştirmişlerdir. "Hiç" sufi terminolojisinde benliğin mahfiyetini, kâinattaki tüm varlık içerisinde kendini en aşağı görmek suretiyle arınmayı ve gerçek anlamda eşref-i mahlukat olma sırrına ermeyi ifade eder.
İslam’da egonun şişirilmesi her türlü kişilik ve karakter bozukluğunun temelini oluşturur. Egonun eritilmesi ise her türlü erdeme ve iyiliklere ulaşmanın yoludur. "Ene kendini bizzat var bilirse, yokluk ve karanlığa düşer, kendini yok bilirse varlığa ulaşır. Yoklukta varlığı, varlıkta yokluğu bulunan iki yönlü İzafî varlıktır. O halde eneyi yırt, ’Hüve’yi göster" der büyük din âlimleri.
İnsanoğlu kâinata şöyle bir ibret nazarıyla baksa, en büyüğünden en küçüğüne tüm mahlukatın ahenkli bir düzen içerisinde, yaratılış gayelerine uygun hareket ettiklerini görür. Rabbinin emirlerine harfiyyen uyan ve asla itaatsizlik etmeyen mahlukat içerisinde, karşı gelen, düzeni bozan sadece insandır. İnsanoğlunu kendini müstağni görmesi, nefsini yüceltmesi insanı Firavunlaşmaya, Nemrutlaşmaya götürür.
Gerçek yüceliği ancak Rabbini ’tekbir’ etmekte bulanlar ise, kıyamete kadar hayırla anılan insanlar olarak Rablerinin rızasına ulaşanlardır.