ERDEMLİ HAYATIN SACAYAĞI
Abdurrahman AKBAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri
İnsanın hayatiyetini devam ettirmesi hususunda bedeni oluşturan her uzvun ayrı bir önemi ve değeri vardır. Ancak üç uzuv var ki onlar, insanın onurlu, sağlıklı ve huzurlu bir ömür sürmesi noktasında daha büyük bir role ve öneme sahiptir. Kişinin hem biyolojik ve psikolojik durumu hem de hayatın niteliği ve kalitesi hususunda belirleyici olan bu uzuvların hep birlikte sağlıklı olması, insanın sıhhat ve izzetine; herhangi birinin bozulması ise hastalık ve zilletine sebebiyet verebilmektedir. Dolayısıyla bu uzuvların hakkına riayet edilmesi ve varoluş gayeleri doğrultusunda emanet bilinciyle muhafaza edilmesi, insanın temel sorumluluklarındandır. Bu sorumluluğun ifası da her birinin kendine has meşru gıdalar ve uygun yöntemlerle sürekli ve düzenli bir şekilde beslenmesiyle mümkündür.
Söz konusu uzuvlardan birincisi, inanç ve duyguların karargâhı olan kalptir. Resul-i Ekrem (s.a.s.), “Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi/düzgün olursa bütün vücut iyi/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhari, İman, 39.) buyurmuştur. İnsanın ruhsal boyutunu temsil eden kalbin gıdası zikirdir, Allah’ı anmaktır. Her daim Allah’ı anarak verdiği nimetlere şükretmek ve her halükârda O’na hamd etmektir. Çünkü kalp, ancak Allah’ı anmakla tatmin olur, huzur bulur. (Rad, 13/28.) Allah’ı anmanın zirvesi ise Allah’ın her hâle muttali olduğu bilinciyle yaşamaktır. Bu da kalbin iman nuruyla tezyin edilmesini ve tüm kötü duygulardan arındırılmasını gerektirir. Zira insan, kalbinden bozulur. Allah ile irtibatını koparan bir kalbin sahibi, varoluş gayesini ve sorumluluklarını da unutur. Beyhude bir hayatın müptelası olur. Kanaat ve şükür bilmez, her şeye tamah eder. Huzuru dünyevi arzu, heves ve ihtirasların peşinden gitmekle bulacağı vehmine kapılır. Oysa huzuru her şeyin geçici ve sınırlı olduğu bir dünyada aramak, daha fazla huzursuzluk sebebidir.
İkinci uzuv, insanın düşünsel yönünü temsil eden beyindir. Tıpkı kalp gibi sürekli beslenmeye ihtiyaç duyan beynin gıdası bilgidir. Bilgi, beynin en önemli işlevi olan tefekkürün de temel dayanağı ve hareket noktasıdır. İbn Haldun, beyni değirmen taşına benzeterek sürekli yeni bilgilerle beslemek gerektiğini, aksi hâlde boş kalan beynin değirmen taşı misali kendini öğütmeye başlayacağını ifade eder. Bu yüzden varoluşsal işlevini hakkıyla yerine getirebilmesi için beyni sürekli ve düzenli olarak bilgiyle beslemek gerekir. Bilginin sahih ve faydalı olması da bir zarurettir. Zira yanlış bilgi, yanlış düşüncelerin; yanlış düşünceler de yanlış davranışların sebebi olur. Allah zikrinden mahrum kalan kalbin olumsuz duygular ve batıl inançlarla kuşatılması gibi doğru bilgiden mahrum kalan beyin de zamanla sapkın anlayış ve düşüncelerin karargâhı hâline gelecektir. Bu durum, kişinin her türlü yönlendirme ve aldatma girişimi karşısında savunmasız ve çaresiz kalmasına; haricî etkilerle onur ve haysiyetini kaybetmesine ve düşük bir hayata mahkûm olmasına sebebiyet verecektir. Nitekim Cenab-ı Hak, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9.) fermanıyla insanın değerini bilgi sahibi olmasına bağlamaktadır.
Bahsedilen uzuvlardan üçüncüsü midedir. İnsanın biyolojik varlığının sürdürülebilirliği kadar sağlık ve şahsiyetinin muhafazası da mideden geçmektedir. Midenin gıdasının yemek ve içmek olduğu malumdur. Burada mühim olan, beslenme hususunda kemiyet ve keyfiyet bakımından belli kriterlerin gözetilmesidir. Bu noktada İslam, keyfiyet bakımından, “tayyip ve helal olma” şartını; kemiyet açısında da “dengeli ve ölçülü olma” ilkesini öne çıkarmaktadır. Nitekim Yüce Allah, “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.” (Bakara, 2/172.) buyurarak midenin dinen necis kabul edilen ve haram kılınan gıdalardan korunmasını emretmektedir. Hz. Peygamber de “İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Aslında insanoğluna, onun sırtını dik tutan birkaç lokma yeterlidir. Mutlaka daha fazlasına ihtiyacı olursa hiç olmazsa midenin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes almaya ayırsın.” (Ahmed b. Hanbel, IV/132; Tirmizi, Zühd, 47.) hadisiyle helalinden beslenmenin ölçüsünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Esasen bu, “yemek için yaşamak” yerine “yaşamak için yemek” düsturunun nebevi ifadesidir. Fıtratlarındaki güdü sebebiyle bütün canlıların ortak paydası olan yiyip içme hususunda insanı diğerlerinden ayrıştıran nokta da bu olsa gerektir.
Diğer taraftan başta kalp ve beyin olmak üzere bütün azaların sıhhati, midenin helal gıda ile usulünce beslenmesiyle doğrudan ilişkilidir. İnsanın yiyip içtiklerinin yalnız bünyesine değil duygu ve düşüncelerine, tavır ve davranışlarına etki ettiği müsellem bir hakikattir. Bu sebeple “İnsan, yediğidir” denmiştir. Dolayısıyla insan, maddi ve manevi bakımdan hayat kalitesini artırmak, izzet ve onurunu teminat altına almak için midesini helal ve temiz olan gıdalarla ölçülü bir şekilde beslemek durumundadır. Bu aynı zamanda bedenin insan üzerindeki en temel hakkıdır. Bu hakka riayet etmeyenler, kendilerine zulmetmiş olacaklardır. Çünkü temiz ve helal olan nimetleri ölçüsüzce yiyip içenlerin zamanla biyolojik sağlıklarını kaybetmeleri ve ölçülü olsalar bile temiz ve helal olmayan şeyleri yiyip içenlerin de manevi hastalıklara düçar olmaları kaçınılmaz bir sonuçtur.
Hasılıkelam, kalp, beyin ve mide, erdemli hayatın sacayağını oluşturmaktadır. Bunlar arasında sıkı bir bağıntı (korelasyon) vardır. Sağlıklı, onurlu ve erdemli bir hayat yaşamak isteyenlerin, bu uzuvların hakkına layıkıyla riayet etmesi ve hiçbirini ihmal etmemesi gerekir. Zira midesini ihmal eden sağlığını kaybeder, hayatta kalamaz. Beynini ihmal eden ışığını kaybeder ve hakikati göremez. Kalbini ihmal eden istikametini kaybeder, mutmain olamaz. Buna mukabil, kalbini Allah zikri, beynini doğru bilgi, midesini helal lokma ile sürekli ve düzenli bir şekilde besleyen kimse, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, güzeli çirkinden ayırt edebilecek bir ferasete, basirete ve erdeme ulaşır.