Makale

NEDEN BAŞKALARINA İYİLİK YAPAYIM?

NEDEN BAŞKALARINA İYİLİK YAPAYIM?

Prof. Dr. Temel YEŞİLYURT
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


İyilik, hayatın akışına yayılan ve hayatı anlamlandıran bir olgudur. Sadece maddi bir yardım eli uzatmakla sınırlı kalmaz, bilakis adaletin terazisini doğru tartmak, anlayışın ve şefkatin sıcaklığını hissettirmek, empatiyle başkalarının kalbine dokunmaktır iyilik. Varoluşun derinliklerinden fışkıran bir kaynak misali, başkalarını fark etmeyi, onların dertleriyle dertlenmeyi de kapsar. Bu, yalnızca bireysel bir erdem değil, aynı zamanda dayanışmanın köprülerini kuran, barışın tohumlarını eken, hakkaniyetin ışığını yakan ve birlikte yaşamayı mümkün kılan ahlaki bir pusuladır.
İyiliğin çok yönlü doğası, farklı kavramlarla ifade edilmesinde de kendini gösterir. “Birr”, “hasenat”, “salih amel” ve “maruf” gibi kelime ve kavramlar, iyiliğin sadece tek bir yüzünü değil, sayısız tezahürünü yansıtır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) iyiliği “kalbin razı olduğu şey” ve “güzel ahlak” olarak (Müslim, Birr, 15; Darimi, Büyu‘, 2.) tanımlaması da bu derinliği teyit eder. İyilik, gönül huzurunun ve vicdani bir tatminin yanı sıra dış dünyaya yansıyan güzel davranışlar bütünüdür. Yüce Allah’ın bizleri iyiliğin öznesi olarak yaratması (Mülk, 67/2.), bu ulvi erdemin insan hayatının gayesi olduğunu ve varoluşumuzun anlamını şekillendirdiğini gösterir. Bu geniş ve derin anlamıyla iyilik, insanlığı ayakta tutan, toplumu güzelleştiren ve hayatın sürdürülebilirliğini sağlayan en kıymetli değerdir.
İyilik, sessiz bir iletişim aracı ve evrenin gizli dilidir. Sözcüklere ihtiyaç duymayan, gönülden gönüle yankılanan bu evrensel dil, varoluşun en saf ve en temiz melodisidir. Samimi bir gülümseme, uzatılan bir yardım eli, bazen hayat kurtarır bazen de umutsuzluğun karanlığında bir meşale olur. Bazen bir çocuğun gözlerindeki pırıltı, yaşlı bir çınarın gölgesindeki huzur ve bazen de yorgun bir yabancıya uzatılan bir bardak sudur iyilik. Sınırların ötesine farklı kültür ve dillerin üzerine uzanan bir köprüdür. İyilik, “ben”den başlar, “öteki”ne uzanır ve tüm insanlığın ortak vicdanında birleşir. Farklı çehrelerde tanıdık bir sıcaklık ve farklı diyarlarda aynı ritimle atan bir kalp olur. İçimizdeki iyilik tohumları, başkalarına uzandığında dünyanın her yanında sevgiyle çiçek açar, umudun sembolü olur.
Bu yönüyle iyilik, bizi benliğimizin dar sınırlarından çıkarıp daha geniş bir varoluş alanına taşır. Orada, kendimizi sadece kendi ihtiyaçlarımıza değil, başkalarının sevinçlerine ve acılarına da açarız. Bir tebessümle aydınlanan yüz, şefkatle uzatılan bir el, iyiliğin somut yansımalarıdır. Bu eylemler, sadece anlık bir rahatlama sağlamakla kalmaz, aynı zamanda insan olmanın özündeki derin bağları da kuvvetlendirir. İyilik, bizi birbirimize yaklaştıran, görünmez ama güçlü bir bağdır; insanlık bahçesinde açan nadide bir çiçektir. Ama bu çiçek kendiliğinden yeşermez; bilinçli bir seçim, iradeli bir yöneliş ister.
Karşılık beklemeden yapılan her iyilik, dünyayı biraz daha güzelleştirir, karanlığa ışık tutar. Bu ışık yalnızca başkalarının yolunu aydınlatmaz, aynı zamanda bizim de içimizi ısıtır, ruhumuzu besler. Hem verene hem de alana şifa olur, evrenin sonsuzluğunda yankılanan bir sevgi şarkısına dönüşür. Tınısı, ta ötelerden işitilir. Bunun için iyilik, bizi ve ötekini yücelten güç, hayatımıza anlam katan bir nitelik, gönül dünyamıza işleyen bir hakikat ve hatta insanın bencilliğin ötesine geçebilme iradesidir. Biz ve öteki arasındaki duvarları yıkar, bireyi insanlık ailesinin bir parçası kılar. İslam dini, özü itibarıyla tevhidle birlikte bir iyilik davetidir, dokunduğu her yere güzellik katar, umut taşır, etrafına hayat verir, deniz feneri gibi insanı güvenli limanlara ulaştırır. Belki de bunun için iyilik emredilmiş, her iyilik sadaka sayılmış ve herkesin gerçekleştirebileceği türden iyilikler olduğu belirtilmiştir. (Buhari, Zekât, 30.) İyilik edenin iyilikle karşılaşacağı dile getirilmiştir. (Zümer, 39/10.)
Hayat, ötekiyle anlam kazanır
İnsan hayatı, çoğu kere bireysel kazanımların yanında başkalarına dokunan eylemlerle anlam kazanır. Bizler, ailemiz, dostlarımız ve toplumsal bağlarımızla örülü dünyada yaşarız. Bu ağ, karşılıklı iyiliklerle güçlenir; komşunun uzattığı yardım eli, bir tebessüm ve içten bir kucaklama, bu bağların ne kadar kıymetli olduğunu gösterir. İyiliğin içimizde uyandırdığı o tarifsiz huzur, kişisel çıkarın dar kalıplarına sığmayan bir dinginliktir.
Bencil bir bakış açısıyla örülen hayatlar, empati ve hayranlık duygularımızı köreltir, dünyamızı küçültür. Maddi zenginliklere sahip olsak bile başkalarıyla paylaşılmayan deneyimler kalbimizde soğuk bir yalnızlık hissi bırakır. Başka insanların acılarını, sevinçlerini ve ihtiyaçlarını göz ardı ettiğimizde, insan olmanın derin anlamından uzaklaşırız. Bu uzaklaşma, varoluşumuzun özündeki insanlık bağını zayıflatır ve hayatı salt bir bireysel varoluş mücadelesine indirger.
İyilik, bizi büyük bir bütünün parçası hâline getiren sihirli bir anahtardır. İnsanın kalbi, bir başkasına el uzattığında hafifler, genişler ve hayatın olağanüstü döngüsüne katılır. Aileleri, arkadaşlıkları ve toplumları birbirine kenetleyen görünmez bağlar, iyilikle örülür ve güçlenir. Başkasının derdine derman olurken hissettiğimiz o sıcak duygu, ben ve sen arasındaki mesafeyi kısaltır, insanları ortak bir paydada buluşturur. İyilik, vereni ve alanı aynı anda rahatlatan, şefkatten örülü bir ağdır. Ruhumuzda açılan yaralar, karşılıklı sevgi, şefkat ve yardımlaşma ile sarılır. Verenin gözyaşları ile alanın gözyaşı iç içe geçer, ortak iyileşme yaşanır. Bu, bizi ortak bir insanlık bilincine çağırır; varoluşun gerçek anlamı, kendimize, başkalarına ve tüm kâinata yaptığımız iyilikte saklıdır. Bu bağlılık, en güzel ifadesini ötekine yapılan iyilikte bulur. İyi komşu zor zamanlarda yardıma koşar, iyi dost sıkıntılı zamanlarda sığınak olur. Yüce Yaradan, anne babaya akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, arkadaşa, yolcuya iyilik yapmayı emreder. (Nisa, 4/36.) Kısacası yakınından başlayıp halkayı genişleterek ulaşabildiğin herkese iyilik yapmak gerekir.
İnsan, kendinden ibaret değil
İnsan, dünyaya tek başına gelmiş olsa da asla kendinden ibaret değildir. Tıpkı bir nehrin kaynağına dönmek gibi varlığımızın ilk anlarından itibaren başkalarının şefkatli elleriyle şekilleniriz. Sevgileriyle büyür, deneyimleriyle öğrenir, düşüşlerimizde uzattıkları ellerle yeniden ayağa kalkarız. Kendi iç dünyamızın labirentlerinde kaybolduğumuzda, gerçek potansiyelimizi keşfetme fırsatını kaçırır, hayatın sunduğu zenginliği ıskalarız. İnsan, ancak başkalarıyla kurduğu bağlarda, onların hayatlarına dokunduğunda gerçek kimliğine ve potansiyeline kavuşur.
Bizler, aynı gökyüzüne uzanan farklı dallar gibiyiz; köklerimiz aynı topraktadır. Birimizin acısı, tüm insanlığın kalbinde yankı bulmalıdır. İşte bu yüzden empati, en kıymetli hazinemizdir. Başkalarının duygularını hissettiğimizde, kendimizi daha iyi anlar, varoluşumuzun daha geniş bir anlam taşıdığını kavrarız. Kendi dertlerimizin karanlığında kaybolmak yerine, başkalarının hayatlarına ışık tuttuğumuzda, kendi varlığımızı anlamlandırır, dünyaya anlam katarız.
Bizler, bir orkestranın farklı enstrümanları gibiyiz. Her birimizin kendine özgü bir sesi, bir yeteneği var. Ancak birlikte uyum içinde çaldığımızda, muhteşem bir senfoni ortaya çıkarırız. Birbirimize destek olarak, birbirimizden öğrenerek daha büyük bir amaca hizmet ederiz. İyilik, benliğimizin sınırlarını aşabilme potansiyelimizdir. Sadece kendimize iyilik yapmak, içimizdeki insanlık ateşini canlı tutan kolektif yaşanmışlığın aydınlığını gölgede bırakır. Hayatımız, diğer varlıklara dokunma, yaşamlarına anlam katma gayretiyle anlam kazanır.
İyilik, tıpkı bir tohumun filizlenmesi gibi içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarır. Tıpkı bir çiçeğin açması gibi hayatımıza renk ve koku katar. Tıpkı bir kuşun uçması gibi bizi özgürleştirir ve sınırların ötesine taşır. İyilik, merhamet ve sabrımızı güçlendirir. Bu, karakterimizi şekillendirir; bizi daha anlayışlı, cesur ve dengeli kılar. Başkalarının derdini de görebilen bir bakış açısı geliştirir, zorluklara karşı bizi daha dirençli yapar. Hayatımızın, daha yüce değerlere bağlı olduğunu hissettirir.
Unutmayalım ki veren el, alan elden üstündür. Çoğumuz iyiliği ötekinden bekleriz. Sevilirsek severiz, gelene gider, verene veririz. Oysa gerçek iyilik, karşılık beklemeden yapılan, içten gelen bir eylemdir. Bu iyilik, kendi başına bir bahar müjdecisi olsa da çevresine yayıldığında, etrafa umut ve iyimserlik aşılar. Başkalarına iyilik, yalnızca onların hayatında fark oluşturmaz, aynı zamanda içimizde öyle derin memnuniyet bırakır ki ruhumuzun en karanlık köşelerini bile aydınlatır. İşte bu yüzden insan, asla kendinden ibaret değildir; iyiliği çoğaltarak tüm insanlığı iyileştirecek ve tüm dünyayı güzelleştirecek potansiyele sahiptir. Önce kendi kalbinde iyilik ve sevgi çiçeğini yeşertir, bu çiçek başkalarının bahçesinde açtığında hayat bir başka güzelliğe kavuşur. Bu sayede insanlık, bireysel varoluşun ötesinde, varlıkların birbirine dokunduğu, acının paylaşıldığı, sevincin çoğaldığı bir bütüne dönüşür. Bizler de bu hikâyenin tanıkları olarak tüm insanlığın paylaştığı umudu ve iyiliği yeniden keşfeder ve dünyayı yeniden inşa ederiz.
Bencilliğin zincirlerini kırmak
İnsan bazen içindeki boşluğu doldurmak için sonsuz imkânlara sahip olmayı düşler. Yine de kendi kabuğuna çekilip bu imkânlar arasında kaybolduğunda, kalbin derinliklerinde tarifsiz bir eksikliğin belirdiğini hisseder. Kişinin dünyayı yalnızca kendisinden ibaret sanması, etrafındaki insanlara duyduğu güven ve sevgi bağlarının zayıflamasına yol açar. Bu noktada ruh, bencilliğin dar sınırları içinde soluk almaya çalışır.
Oysa kalpler arasında kurulan güçlü bağlar, insanın acılarına merhem olduğu gibi hayata anlam da katar. İyilik, bu bağları kuran ve besleyen köprü gibidir. İçten bir tebessüm ya da samimi bir yardım eli, güvensizliğin sert duvarlarında ince bir çatlak oluşturur. Tam da bu çatlak sayesinde ışık sızar ve ruh, beklediğinden çok daha sıcak bir sevgiye, paylaşıma kavuşur.
İyilik, insanın bencilliğe sarılı zincirlerini kırar, çünkü karşımızdakinin derdiyle dertlendiğimizde kendi yükümüz de hafifler. Başkalarının umutlarını yeşertmek, aynı zamanda kendi umudumuza su vermektir. Bu döngü, bireyi yalnızca kendini düşünen bir varlık olmaktan çıkarır ve şefkatle beslenen bir toplumsal yaşamın tohumlarını atar.
İnsanın kendine de iyilik etmesi, bu zincirleri kırmanın ilk adımıdır. Ruhun derinliklerine yapılacak bir yolculuk, saklı ihtiyaçların ve özlemlerin keşfedilmesini sağlar. Kendine gösterilen anlayış ve şefkat, kişiyi dış dünyaya daha açık, daha duyarlı bir hâle getirir. Yeter ki bu iyilik, sadece bireysel konfor alanı oluşturma aracı olmasın; aksine, kalpteki merhameti büyüterek başkalarının ıstırabına da kulak verebilsin.
Toplumsal yaşam, insanlar arasındaki bu gönül alışverişiyle canlanır. Her paylaşım ve her tebessüm, ruhun çok ötelerde unuttuğu bir melodiyi yeniden seslendirir. Acılar paylaşıldıkça hafifler, sevinçler ise çoğalarak çiçek açar. Böylelikle, bencil zincirlerin sarmaladığı kalpler özgürleşir ve güven duygusu, hayatın tüm renklerini daha parlak gösterir.
Doğanın sessiz cömertliği, iyiliğin evrensel diline işaret eder. Ağaç, gölgesini ve meyvelerini karşılıksız sunar, güneş ise ışığıyla her şeye can verir. Bu sessiz armağanlar bize, insan olmanın özünde de aynı cömertlik tohumunun saklı olduğunu fısıldar. O tohum yeşerdiğinde, bencilliğin zincirleri birer birer kırılır ve geriye, sevgiyle dolup taşan bir kalp kalır.