Makale

MUHAFAZADAN ESTETİĞE MUSHAF TEZYİNATI

MUHAFAZADAN ESTETİĞE
MUSHAF TEZYİNATI

Fatma GÜZEL

Nazım ve nesir, duygu ve düşüncenin iki temel biçimi olarak birbirinden farklı yönler sergilese de her ikisi de insan ruhunun derinliklerini yansıtma veya anlamaya yönelik birer araçtır. Nazım ve nesrin ötesinde, insanın iç dünyasından süzülen ve yine o dünyaya açılan başka bir pencere daha vardır; o da sanat ve estetik aracılığıyla kendini bulan manadır. Bu mana, asırlardır Kur’an’dan ilham alan müstesna sanatlarda tezahür etmiş; tezhip, hat ve ciltleme gibi sanatlarla, kelamın derinliği estetikle buluşmuştur. Mana derinliğiyle şekil ve sanat arasında ince bir ahenk kurulmuş; böylece estetik, yalnızca bir süs değil, mananın zarif bir yansıması hâline gelmiştir.
“Allah güzeldir, güzelliği sever.”
Medeniyetimiz, güzelliği sadece estetik bir algıdan ibaret görmez; onu hakikatin, iman ve ihsanın bir yansıması olarak kabul eder. Mümin gönüllerde tezahür eden güzellik anlayışı, hayatın her alanına sirayet eder; ibadetten ahlaka, mimariden yazıya kadar her şeyi kuşatır. İşte bu anlayışın en nadide yansımalarından biri de Mushaf tezyinatıdır. Mushaflara duyulan saygı, sevgi ve hürmet, yazıyı büyük bir sanat dalı hâline getirdiği gibi bu çerçevede tezhip, ciltçilik, ahşap vb. birçok sanat dalının da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece Mushaflar, güzel sanatlara ait estetik anlayışın ve tavırların da ilk ve en önemli modelini oluşturmuştur. Ancak, bu sanatkârane kimliğine kavuşmadan önce, Mushaf’ın bir metin olarak korunması ve çoğaltılması süreci titizlikle şekillendirilmiştir. Çünkü vahiy, Efendimize (s.a.s.) gelinceye kadar ve geldikten sonra da ilahi koruma altındaydı. Tebliğ edildikten sonra ise bu koruma, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) aldığı tedbirlerle de devam ediyordu. Gelen vahiyler hem ezberlenerek hafızalara nakşediliyor hem de vahiy kâtiplerine yazdırılarak kayıt altına alınıyordu. Vahiy kâtipleri, ellerindeki imkânlarla ilahi kelamı yazıya geçirirlerdi. Yazı malzemesi olarak safran ve gül suyuyla boyanmış, inceltilmiş deri (parşömen/rak), tahta tabletler, develerin kürek kemikleri, hurma dallarının orta damarları, ince beyaz taşlar ve kırık seramik parçaları kullanılırdı. Sert yüzeylere metal uçlu kalemlerle oyularak yazılırken diğer yüzeyler için kamış kalemler ve siyah ya da kahverengi mürekkepler tercih edilirdi. Peygamber Efendimiz, vahiylerin ve önemli mektupların uzun ömürlü ve sağlam olması için özellikle parşömen üzerine yazılmasını arzu ederdi. (DİA, “Hat”, c. 31. s. 248-254.) En ufak bir hatayı dahi önlemek adına her yıl inen vahiyleri Efendimiz (s.a.s.), Cebrail’e arz ediyordu.
Daha sonraki süreçte bu hassasiyet, Kur’an’ın iki kapak arasında toplanması ve çoğaltılmasıyla devam etti. Böylece ilahi kelam, hiçbir kesintiye uğramadan günümüze kadar eksiksiz bir şekilde aktarıldı.
Kur’an-ı Kerim’in bugün anladığımız anlamda bir mushaf hâline gelmesi ve “Mushaf” ismiyle anılması ise yaygın kanaate göre Hz. Osman döneminde yazılıp çoğaltılan nüshalardan itibaren olmuştur. Bu nüshalar, Kur’an’ın çoğaltılmış ilk örnekleri kabul edilir. Hicri 1. ve 2. asırlarda Mushaf’a, önce harflerin harekelerini belirtmek üzere noktalar konulmuş sonraki aşamada ise bu noktalar, harfler arasındaki benzerliklerden doğabilecek karışıklıkları önlemek amacıyla kullanılmıştır. Ardından doğru telaffuzu sağlamak için harekeleme sistemi geliştirilmiştir. Özellikle Emeviler döneminde, Mushaf metninin bozulmadan korunması ve okunmasının kolaylaştırılması için bu çalışmalar titizlikle sürdürülmüştür. Zamanla sure başlarına adların yazılması, ayetlerin birbirinden ayırıcı işaretlerle belirginleştirilmesi, Kur’an’ın cüzlere ve hiziplere ayrılması gibi uygulamalar da gelişmiş; bu bölümler için özel şekiller kullanılmış; Mushaf, estetik unsurlarla süslenmeye başlanmıştır. Böylece, Hz. Osman döneminde belirlenen yazım esaslarına sadık kalınmakla birlikte, bunlara zamanla zarafet ve işlevsellik katacak yenilikler de eklenmiştir.
Bu süreç Mushaf yazısının gelişiminin tespiti şeklinde okunabileceği gibi aynı zamanda bir sanat disiplini içinde şekillenmesinin zemini olarak da kabul edilebilir. Zamanla hat sanatındaki üslupların gelişmesi, ciltleme ve tezhip gibi süsleme sanatlarının Mushaf’ı estetik bir bütün hâline getirmesi, kelamın güzelliğini zahirî bir ihtimamla da taçlandırmıştır.
Mushaf tezyinatında her motif bir mana üzere
Mushaf tezyinatı, sadece süsleme amaçlı gelişigüzel desenlerden ibaret değildir. Her çizgi, her renk, her motif; bir ölçünün, bir muradın eseridir. Bu sanatın içinde hem ahenk hem anlam vardır. Sayfa düzeninden başlık çerçevesine, yaldızlarından motif seçimine kadar her unsur, Kur’an’a duyulan derin saygının ve muhabbetin izlerini taşır. Bu sebeple tüm bu unsurlarla oluşan tezyinat, ne metni gölgede bırakır ne de anlamı zedeler. Aksine, içten bir tazimi temsil eder.
Zahriye
Mushaf’ın ilk sayfasıdır. Zahriye, Mushaf’a giriş kapısı gibidir; özenle işlenmiş, genellikle içe doğru açılan bir çiçek gibi tasarlanır. Vahyin ihtişamını hatırlatır, her yolculuğun bir başlangıcı olduğunu düşünmemize vesile olur. Akıl, kalp ve gönül birliğinde huzur veren bir kapının eşiğinde olduğumuzu hissettirir; Kur’an’la buluşmaya hazırlar.
Serlevha
Mushaf’ın baş tacıdır serlevha. Zahriyeden sonra, en gösterişli bezemelere sahip ve yazılı alanın sınırlı tutulduğu karşılıklı iki sayfa serlevha veya dibace ismiyle anılır. Hat sanatının en ihtişamlı formlarıyla işlenen bu sayfada göz okşayan renkler, Kur’an’ın ulviliğini yansıtır. Burada insan sadece bir yazıyla karşılaşmaz, âdeta “Bismillah” diyerek kalbine bir yol bulur.
Kur’an-ı Kerim’de, Fatiha suresi ile Bakara suresinin ilk ayetlerini taşıyan karşılıklı sayfalarda serlevha tezhibi, bir incelik ve ihtişam sembolü olarak yer alır.
Serlevha tezhibi, her dönemin estetik anlayışına göre şekillenerek Mushaflarda farklı üsluplarla gelişmiş ve İslam süsleme sanatının en zarif örneklerini meydana getirmiştir. Hz. Osman döneminde yazılan ve daha sonra bu nüshalara sadık kalınarak çoğaltılan Mushaflar, harekesiz ve noktasız kûfi hat ile sade bir üslupta yazılmış, sure başları ve durak işaretleri belirlenmemiştir. En erken süsleme izleri ise VIII. yüzyıla tarihlenen Mushaf nüshalarında görülmekte olup sure başlarında şerit ve geçme motifleri, ayet sonlarında ise altınla bezenmiş daireler ve zarif desenler şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Daha sonraki dönemlerde Mushaf süslemesi giderek zenginleşmiş, sure başları yatay dikdörtgen tezhipli panolarla çerçevelenmiş, kenar boşluklarına zarif yarım daire veya damla biçiminde sure başı gülleri eklenmiştir.
Sure başları
Mushaf tezyinatının en dikkat çekici unsurlarından biri de sure başlıklarıdır. Surelerin adlarını, nazil oldukları yeri ve ayet sayılarını belirten bu başlıklar, başlangıçta yalnızca yazıyla ifade edilirken zamanla yatay dikdörtgen formlar içinde bezemelerle zenginleştirilmiştir. Tezhip sanatının incelikli dokunuşlarıyla şekillenen bu süslemelerde sure başlıkları; gül, rumi, hilal ve yıldız gibi motiflerle bezenmiştir. Fatiha ve Bakara sureleri dışındaki diğer tüm surelerin başı, her dönemin sanat anlayışına uygun süslemelerle şekillendirilmiştir.
Durak işaretleri
Duraklar, hattatın ayet ve cümle sonlarında bıraktığı, genellikle rozet biçiminde tezyinî noktalardır. Kur’an’ı okurken nefesimizi ayarlayan, manaya yön veren istasyonlardır durak işaretleri. Hat ustalarının incelikle tasarladığı bu işaretler, okurun kelamı en doğru biçimde anlaması için âdeta bir rehber işlevi görür. İlk Mushaflarda her beş ve on ayette bir kullanılırken zamanla daha incelikli bir form kazanmıştır.
Başlangıçta, ayet sonları yalnızca üç nokta ile belirtilirken ilerleyen dönemlerde kırmızı veya altın renkli noktalar, üçgen şekilli kümeler ve rozet biçimli süslemeler eklenmiştir. (Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s. 58.) Zamanla hamse ve aşere işaretleri daha büyük ve gösterişli hâle gelerek Mushaf’ın zarif süslemelerine dönüşmüştür. Helezoni, şeşhane, pençhane, mücevher desenli ve müzehhep formlarıyla her biri, kelamın inceliklerine işlenmiş bir görsel şölen sunar.
Güller
Sayfalar arasında narin bir çiçek gibi açan bu işaretler, rahmetin, sevginin ve hikmetin sembolüdür. İslam sanatında gül, Hz. Muhammed’i temsil eder; onun varlığı, onun müjdesi gibidir. Mushaf’taki güller de okuyanın gönlüne bir huzur, esenlik verir. Gül çeşitlerinden hamse, Arapça beş anlamına geldiğinden her beş ayette bir, satır hizasında ve sayfanın haşiye kısmında yer alır. On anlamına gelen aşere, on ayette bir haşiye kısmına işlenir. Aşere gülleri X. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlamış, XVII. yüzyıldan sonra ise kullanılmamıştır. Secde gülleri, secde ayetlerinin hemen hizasında ve sayfanın haşiye kısmında yer almaktadır. Hizip gülü, her beş sayfada bir yer alır. Her bir cüzün dörtte birine tekabül eden kısmına işaret eder. Hizip gülleri ekseriyetle XV. yüzyıldan sonra görülmeye başlanmıştır. Nısıf gülü, Mushaf’ın otuz cüzünden her birinin yarısını gösterir. Erken dönem Mushaflarında yer almayan bu işaretler, XV. yüzyıldan itibaren hem yazıyla hem de süslemeli güllerle belirtilmiştir. XVI. yüzyılda kullanımı azalsa da sonraki dönemlerde varlığını sürdürmüştür. Cüz gülleri ise Mushaf’ın otuzda birini oluşturan her cüzün başlangıcını işaret eden tezyinî madalyonlardır. Erken dönem Mushaflarında da görülen bu süslemeler, XV. yüzyıldan itibaren genellikle sayfa kenarlarında daire veya yatay eksende yerleştirilmiş şemse formunda uygulanmıştır.
Hatime tezhibi
Hatime tezhibi, el yazması kitapların bitiş bölümünde yer alır ve eserin son sözü gibidir. Hatime sözlükte “bitirmek, tamamlamak” manasına gelir. Mushaflarda, Nas suresinin ardından bitiş duası, yazılış tarihi, yer ve hattatın imzası (ferağ kaydı) bulunur. Bitiş bölümü genellikle ikizkenar yamuk veya üçgen şeklinde bir yazı sahası içinde yer alır ve kenarlarda tezhip uygulanır. Dikdörtgen ve kare şekillerde hatime tezhibi sık görülürken, daire ve beyzi olanlara nadiren rastlanır.
İşte Mushaf süslemeciliği, zahriyesinden serlevhasına, sure başlarından güllerine kadar her bir çizgisi, her bir rengiyle ayrı bir mananın ahengini oluşturur. Bu sanat yalnızca gözleri doyuran bir sanat değildir; ruhu besleyen, gönüller inşa eden, ilahi kelama duyulan muhabbetin bir tezahürüdür.