SABREDENLER VE ALLAH’IN GÖRÜNMEZ ORDULARI
Prof. Dr. Güldane GÜNDÜZÖZ
Kırıkkale Üniversitesi
İslami İlimler Fakültesi
“Bana (doğudan esen) saba rüzgârlarıyla yardım edildi. Ad kavmi ise (batıdan esen) debûr rüzgârlarıyla helak edildi.” (Buhari, Cuma, 1035.) sözleri, Allah Resulü’nün dudaklarından dökülüyordu. Hendek Savaşı’nın zorlu günleri geride kalmış, Medine artık müşrik gruplarının çemberinden kurtulmuştu. O zorlu günlerde müminler yiyecek bir ekmek dahi bulamamışlardı. Zira şehir abluka altındaydı. Peki hadiste geçen Ad kavmi kimdi? Allah Resulü, niye müşriklerin yenilgi ve helakini onlarınkine benzetmişti? Ah, o Ad kavmi yok mu? Arapların uzak ataları… İnançsızdı onlar. Yıllar sonra bu inançsızlık Ebu Cehil’de, Ebu Leheb’de, Velid bin Mugire’de ve diğerlerinde varlık bulacaktı. Hasılı, inkâr, Mekkeli müşrikler ile Ad kavminin ortak sermayesiydi. Nuh kavminden sonra putlara tapan ilk kavimdi Ad. Onların torunları Mekkeliler için ise kutsal olan Hübel, Uzza ve Lat…
Adlılar sahip oldukları gücü, güçsüzlerin üzerinde bir zorbalık ve yıkım aracı olarak kullanmayı ihmal etmiyorlardı. (Şuara, 26/128-130.) Onlar, “Bizden daha güçlü kim var?” diyorlardı. (Fussilet, 41/15.) Mekkeli müşrikler de aynıydı, göklerden peygamberlik gelmiş olamazdı. Gelse bile peygamberlik zenginlere verilmeliydi. Asil bir aileden bile olsa, emin olduğu herkes tarafından bilinse de kendilerinin düşünmediği birine peygamberlik verilir miydi hiç! Olacak şey miydi bu? Şimdi onu ve beraberindeki müminleri yok etmek için Hendek Savaşı’nda Medine’nin kapılarına dayanmışlardı. Bedir ve Uhud’dan istenilen sonuç alınamamıştı. Oysaki bu savaşlarda müşrikler, ordularını silahlarla donatmak için ne kadar paralar harcamıştı. Hendek Savaşı’nda kesenin ağzını daha da açmışlar, savaş teçhizatının yanı sıra, farklı kabilelerden savaşçıları toplamak için de bir yığın masraf etmişlerdi.
Mekkeli müşriklerin, Adlılar gibi gözü dönmüştü. Ad kavmi Hud Peygamber’i yalanlarken onlar son peygamber Muhammed Aleyhisselam’ı yalanlıyor ve ona türlü eziyetler ediyorlardı. Allah Resulü Mekke’deyken Haberüssahîfe adı verilen boykotları ile onu ve müminleri bir kuru ekmeğe muhtaç etmemişler miydi? Hicret sonrasında da Medine’deki Müslüman varlığına dayanamıyorlar, müminlere her türlü eziyeti ediyorlardı. Medine ablukadan dolayı gıda tedarik edemiyor, âdeta kapana kısılmış gibi ağır bir yoksunluğa sürükleniyordu. Sahabi Cabir, bu zorlu günlerde yaşanan bir olayı anlatır: “Hendek Savaşı’nda çukur kazdığımız günlerdi. Çukur kazarken karşımıza çıkan kocaman bir kaya yüzünden kazamaz hâle geldik. İnsanlar Peygamber Efendimizin yanına gittiler ve ‘Çukurun zemini çok sertleşti.’ diye haber verdiler. Efendimiz, ‘Çukura bir de ben ineyim.’ dedi. Sonra ayağa kalktı. Efendimizin karnı açlıktan sırtına yapışmıştı. Çünkü üç gündür hiçbirimizin boğazından bir tek lokma geçmemişti. Peygamber Efendimiz balyozu eline aldı ve kayaya vurdu. Kaya kum gibi un ufak olmuştu. Ben, ‘Ey Allah’ın Resulü! İzin ver de eve gideyim.’ dedim. İzin verdi, eve gittim. Eşim Suheyle’ye, ‘Peygamber’i bir deri bir kemik gördüm, bu duruma dayanamıyorum, içim parçalanıyor. Evde yiyecek bir şeyler var mı?’ dedim. Eşim, ‘Biraz arpa ve ahırda bir kuzu var.’ dedi. Ben kuzuyu keserken hanım arpayı öğütüp un yaptı. Eti çömleğe koyduk. Hamuru mayalayıp fırına, çömleği de tandıra verdik. Bunlar pişmeye yakın, Peygamberin yanına vardım. Sessizce, ‘Ey Allah’ın Resulü! Evde biraz yemek var.’ dedim. ‘Yanınıza bir iki kişiyi alıp yemeğe gelseniz…’ Bunun ardından Allah Resulü orada bulunan herkese, ‘Toparlanın.’ diye seslendi. Sır ifşa olmuştu. Şimdi azıcık bir yemek ile ne yapacaktım? Muhacirler ve ensar ayağa kalktılar. Ben eve önden vardım. Eşime, ‘Mahvolduk! Peygamber Efendimiz, muhacirler ve ensarla geliyor, hatta yanında kim varsa getiriyor.’ dedim. Eşim, ‘Endişelenme! Mademki biz evimizdeki yiyeceği Peygambere bildirdik, gerisini Allah ve Resulü bilir.’ diye beni sakinleştirdi. Allah Resulü, yanındakilerle içeri girdi. Fırının kapağını açtı, kendi eliyle çömlekten eti aldı, ekmeği fırından alıp parçaladı ve üzerine eti koyup davetlilere sundu. Nihayet herkes doymuş, geriye yemek bile kalmıştı. Allah Resulü, eşime, ‘Geri kalanı başkalarına da ikram et. Çünkü herkes açtır.’ dedi.” (Buhari, Megazi, 30.) Hz. Peygamber, zorlukların birlik ruhu ile aşılacağını bir kez daha öğretmişti. Öyle ya! İki kişiye yeten üç kişiye, üç kişiye yeten dört kişiye yeterdi.
Medine’nin etrafında Allah Resulü’nün kazdırdığı hendek, müşriklerin önünü kesmiş ve şehrin dışında kamp kurmak zorunda kalmışlardı. Soğuk bir kış gecesiydi. Arabistan’da gündüz sıcaklık çok artsa da çöl geceleri soğuk olurdu. Dondurucu soğuk bazı zamanlar kum fırtınaları ile kol kola verir, dayanılmaz bir hâl alırdı. İşte batıdan esen debûr rüzgarları Ad kavminin sonunu getirirken gruplar hâlinde Medine’ye saldıran ve şehrin etrafında kazılmış hendekler yüzünden şehrin dışında kamp kurmak zorunda kalan inançsızlar, aynı kandan geldikleri ve içlerinde oğullarının, kızlarının ve kardeşlerinin bulunduğu Medineli müminleri sırf imanlarından ötürü katletmek arzusundaydılar. Ama onların bilmedikleri bir şey vardı. Allah, her an sabreden müminlerle beraberdir. (Bakara, 2/153.)
Soğuk rüzgâr, bir kış gecesi, Hendek yakınlarındaki müşrik ordusunu eritmişti. Bu rüzgâr, inançsızların çadırlarını sökmüş, kazanlarını devirmişti. Sahabe birazcık yemekle doyarken müşrik ordusunun kazanlar dolusu yemekleri çöl kumuna karışıp gitmişti. Âl-i İmran suresinde Hendek’te yaşananlara ya da benzer şekilde Bedir ve Uhud’a bir atıf vardır: “Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.” (Âl-i İmran, 3/117.) İnkârcıların itibar ve otorite kazanmak için yaptıkları harcamalar âdeta ekinini yanlış zamanda yanlış yere ektiği için heba olan mahsule benzemektedir. Bu mahsul nasıl fayda vermiyorsa inkâr edenin infakı da ahirette hiçbir fayda vermez.
Müşrikler, bu savaşlarda Allah Resulü’ne ve beraberindeki müminlere karşı saldırı için ciddi bir harcama yapmış ve büyük ordular teçhiz etmişlerdi ama boşuna… Onlar bilmiyorlardı ki Allah’ın görünmez orduları vardır. Yeter ki sabırlı olunsun, birlik ruhuyla hareket edilsin. Öyle ya! Nihayetinde bu harcamalar, şiddetli bir rüzgâr ile çöl kumuna karışıp gitmişti, tıpkı Adlıların İrem şehrinin kum çölüne batması ve kumların Atlantis’i olmaya mahkûm olması gibi… Uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla gelen kum kasırgasının Ad kavmini helak ederek (Hakka, 69/6.) onları içi boş hurma kütükleri gibi boylu boyunca devirmesi (Kamer, 54/20.) ve sonrasında Semud kavminin atalarının başına gelenlerden ibret almayarak helak edilmeleri gibi… Hem de ne helak! Hani gök başlarına yıkılmıştı, gümbür gümbür! Yer sallanmıştı, zangır zangır! Yıldırımlar düşmüştü gökten, alev alev! Şimdi ise Mekkeli müşrikleri aynı akıbet bekliyordu. Bu, bütün şirk yanlılarının ortak yazgısıdır aslında. Sabreden ve bu uğurda çaba harcayan müminler için Allah’ın orduları hazır beklemektedir. (Âl-i İmran, 3/125; Enfal, 8/9.)