Makale

AKİL VE ÂLİM BİR FATİH SULTAN II. MEHMED

AKİL VE ÂLİM BİR FATİH
SULTAN II. MEHMED

Rüya TÜRKBEY TEMEL

Akil Bir Fatih
Peygamberimiz (s.a.s.) o meşhur hadis-i şerifinde İstanbul’un mutlaka ama mutlaka fethedileceğini bildirmişti. (İbn Hanbel, IV, 335) O andan sonra sahabe, tabiun, tebe-i tabiun nesli hep aynı hayali kurmuş, bu kutlu övgüye mazhar olmak, yüce bir payenin sahipliğini üstlenmek, bu ulvi amelin faili olmak uğrunda çetin uğraşlar vermişlerdi.

Peygamberimiz zamanında Mute Savaşı ile başlayan Bizans gazaları, onun kutlu mesajının da verdiği teşvik ile hız kesmeden devam etmişti. Yüksek ve dayanıklı surlar, savaş aletlerinin ve bilgisinin yetersizliği bu girişimleri sonuçsuz bırakmıştı. Ebu Eyyüb el-Ensari de ilerlemiş yaşına rağmen Konstantiniyye’nin fethi için hazırlanan orduya katılmış, bu girişimde üstün bir gayret göstermiştir. Muhasara sırasında hastalanarak vefat etmiş, vasiyeti üzerine surlara yakın bir yere defnedilmiştir. Daha sonraki süreçte İstanbul defalarca kuşatılmış ancak fethi gerçekleşememişti.
II. Mehmed tahta geçtiği andan itibaren İstanbul’un fatihi olmayı aklına koymuştu. Bu kutlu şehrin hayaliyle yatıp kalkıyor, çoğu geceler uyku tutmuyor ve bu zamanlarda önünde İstanbul haritasıyla planlar yapıyordu. Harp sanatından anlayan paşalarla istişare ediyor, topları nerelere konuşlandıracakları konusunda fikir alışverişinde bulunuyordu.
Kendisini destekleyenler yanında genç padişahın ümitsizliğe kapılmasına sebebiyet verenler de vardı. Gerekçe olarak kendisinden önceki padişahları örnek veriyor, başarılı olamadıklarını anlatıyorlardı. Daha önceki İstanbul kuşatmalarının stratejilerini inceleyen II. Mehmed, donanma olmadan şehri ele geçirmenin mümkün olmadığını anladığından donanma yapımı hazırlıklarına başlanması emrini vermişti.
İstanbul’un güçlü surlarını yıkmak için top ustası Urban’a toplar döktürüldü. Bu toplar için de bir atış merdiven düzeneği tasarlandı.
Rumeli Hisarı yaklaşık altı bin kişilik bir ekibin çalışması ile zamanın şartları düşünüldüğünde dört ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın tam karşısına yapılmış, bu hisar ile birlikte boğazı keser vaziyette göründüğünden Boğazkesen adını almıştı.
Bizans da boş durmuyordu. Grejuva denilen, su ile temas ettikçe alevlenen bir top imal edildi. Yiyecek stokları yapıldı. Haliç, Osmanlı gemilerinin geçişini engellemek üzere zincirlerle kapatıldı. II. Mehmed, “Onlar Haliç’i zincirle kapatacak kadar dâhilerse ben de gemileri karadan yürütecek kadar deliyim.” dedi. Cesur padişah cüretkârca bir planı inşa ve tatbik aşamasına geçerek donanmayı karadan yürüttü. Tersaneden denize giden yola döşenen kalaslar yağlanarak oluşturulan bir mekanizma ile üzerinden gemilerin ilerlemesi sağlandı. Böylece gemiler tam anlamıyla karadan yürütülerek denize ulaştırılmış oldu.
6 Nisan 1453’te Osmanlı ordusu şehrin surları önüne mevzilendi. 12 Nisan günü imparatordan teslim olması istendi. İmparator bu teklifi kabul etmeyince aynı gün ilk top atışıyla muhasara başladı.
Havanlar havadan, donanma deryadan, lağımcılar dehlizlerden muhasara ediyordu Konstantiniyye’yi. Günlerdir süren muhasara sebebiyle yorgunluk had safhada olsa da umut ve gayret bitmek bilmiyordu. Son derece azimkâr ve dirayetli bir padişah olan II. Mehmed zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor, hocası Akşemseddin ise onu cesaretlendirerek zaferin kaçınılmaz olduğunu, biraz daha sabretmesi gerektiğini salık veriyordu. Tekbirler ve tehlillerle ilerleyen mücahit ordunun muzaffer olmasına az kalmış, kutlu son yaklaşmıştı.
27 Mayıs günü II. Mehmed, imparatora teslim olmasını söyledi ama imparator yine kabul etmedi. Surlarda açılan gedikler gittikçe genişliyor, Bizans’ın zayiatı artıyordu.
Sultan Mehmed 29 Mayıs günü öğleden sonra şehre girdi, Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve “Min-ba’d (Bundan sonra) tahtım İstanbul’dur.” dedi. Hagia Sophia Kilisesi, Ayasofya adıyla fethin sembolü olarak camiye çevrildi ve ilk cuma namazı bizzat Fatih Sultan Mehmed tarafından kıldırıldı. Bu namaz İstanbul’da kılınan ilk cuma namazıydı. Hutbe ise Akşemseddin tarafından Fatih Sultan Mehmed adına okundu.
İstanbul’un fethi ile Yeni Çağ başladı. Böylece Ebu’l Feth (Fetih Babası) Fatih Sultan Mehmed, çağ kapatıp çağ açan padişah ünvanını da almış oldu. Fatih’in tahta geçtiğinden beri uygulayageldiği hoşgörü politikasına uygun olarak İstanbul’daki gayrimüslim halk müsamaha ile kucaklandı ve inançları güvence altına alınarak dinlerini özgürce yaşamaları temin edildi.
Fatih, 1462’de yazdığı Ayasofya Vakfiyesi’ne şu sözlerle başlamıştı: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın en yüce ismiyle başlanır ve onun âlî zikriyle başarıya ulaşılır…”
Adil Bir Yönetici
Fatih, aynı zamanda kendinden önceki padişah dedeleri, rol model aldığı ve şahsiyetinin mimarı olan babası II. Murad gibi adil bir yönetici idi. Kendisine kadar uygulanagelen örfi ve şeri hukuk kurallarını bir arada derlemek suretiyle oluşturmuş olduğu kanunnamesi ile bu özelliğini gösteriyordu. Eylemleri, tavırları, olaylara verdiği tepkiler, hâl ve kâl dili; insaf, merhamet, müsamaha ve adaletle bezenmişti.
II. Mehmed tahta geçtiğinde elbette devletin işleyiş ve asayişinde asırlardır süregelen belli bir düzen vardı. Ancak o, kendinden sonrakilerin de istifade edip uygulayacağı yazılı bir kaynak oluşturmak istemişti. Bu bakımdan Fatih, kendi devrine kadar olan yönetim ve idare mekanizmasının kural ve kaidelerini, örfi ve şeri kurallara dayanarak bir araya getirmiş, bu kanunnameyi kendinden sonrakilere de şu cümleyi sarf ederek nakletmiştir: “Bu kanun, atam dedem kanunudur ve benim dahi kanunumdur. Evlâd-ı kirâmım ve neslen ba’de neslin bununla âmil olalar.”
Osmanlı Devleti’nin teşkilat ve teşrifat kurallarının bir araya toplandığı bu kanunname üç bölümden oluşuyordu: İlk bölümde, devletin yönetim ve idare yapısı hakkında bilgiler, bu yapının kimlerden oluştuğu ve bu kişilerin özellikleri, görev ve sorumlulukları; ikinci bölümde devlet dairelerinin, idari bölümlerin özellikleri ve protokol kuralları; üçüncü bölümde ise asayişi sağlamaya ve suçluların nasıl cezalandırılacağına dair bilgiler yer alıyordu.
Gayrimüslim halk da Fatih’in idaresinden son derece memnundu. Fetihten sonra Ayasofya’da toplanıp korkuyla akıbetlerini bekleyen şehir halkına şifahi amanname vererek güvende olduklarını temin etmişti. Bizanslılar (Ortodokslar) Latinlerin (Katoliklerin), dini bir tahakküm aracı olarak kullanmalarından yakınıyor, Osmanlı’nın dinî hoşgörüsünü takdir ederek benimsiyorlardı. Tarihçi Ducas “Latin külahı görmektense Türk sarığı görmek evladır” sözü bunların öteden beri parolası olmuştu, diyerek bu durumu ifade etmiştir. İnançlarını kimsenin huzurunu bozmayacak şekilde yaşadıkları sürece kendilerine müdahale edilmeyeceği temin edildiğinden, kültürel emperyalizm ve tahakküm altına girmeden özgürce ibadetlerini yerine getirebildiklerinden Osmanlılara müteşekkirlerdi.
Fetihten sonra İstanbul’un ilk kadısı olarak tayin edilen Hızır Çelebi, Fatih’in davalı olduğu bir olay sonucu hüküm vermiş, dava çözülmüştü. Sonrasında kadı ile padişah arasında geçen şu diyalog, Fatih’in adaletini göstermesi noktasında oldukça dikkat çekicidir: Hızır Çelebi minderinin altındaki topuzunu padişaha göstererek şöyle der: “Eğer kararıma riayet etmeyip itiraz etseydin bununla sana vuracaktım.” Buna cevaben Fatih Sultan Mehmed de belindeki hançeri göstererek: “Eğer sen de ben padişah olduğum için beni kayırıp usulsüz karar verseydin bununla kelleni alacaktım.” şeklinde karşılık verir.
Âlim Bir Hükümdar
Eğitime oldukça önem veren II. Mehmed’in emriyle hemen fetih gününün sabahında Ayasofya’da derslere başlandı. İstanbul Üniversitesinin kuruluşunun İstanbul’un fethine tarihlendirilmesinin sebebi de bundandır.
Fatih’in kurulmasına öncülük ettiği, imparatorluğun en yüksek ilim müessesesi olarak yaptırılan Sahn-ı Seman medreselerinde hadis, tefsir, fıkıh, kelam gibi naklî ilimlerin yanı sıra; astronomi, mantık, fizik, matematik gibi akli ilimlerle ilgili dersler de verilmesi ondaki ilme olan saygının derinliğini göstermesi açısından dikkate değerdir.
Fatih Külliyesi içerisinde bir cami etrafında sıralanan yüksek düzeydeki bu sekiz medresede; kütüphane, öğretmen yetiştirmek için darüttalim, hekim yetiştirmek için darüşşifa, küçük çocuklar için bir mektep bulunuyordu.
Fatih, İstanbul’u âdeta eğitim, bilim, kültür ve sanat merkezi hâline getirmiştir. İstanbul’un fethinin hemen akabinde devlet adamlarına talimatlar vermiş, şehri bir yandan mimari açıdan imar ederken bir yandan da kültürel anlamda gelişmesi için gayret etmiş; fetihten bir yüzyıl sonra İstanbul, Fatih’in tasavvur ettiği gibi gerçekten bir dünya metropolisi hâline gelmiştir.
Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev gibi devrinin büyük âlimlerinden çok iyi bir eğitim görmüştü. Nihad Sami Banarlı, “Öyle hocalar elinde yetişen herhangi bir Osmanlı şehzadesinin esasen bir fatih olmaması kolay değildi.” diyerek bu duruma dikkat çekmiştir.
Askerî zekâsı da güçlü olan padişah, şahi ve havan toplarının mucidi olarak çizimini bizzat yapmış, balistik ve teknik denemelerden sonra İstanbul’un fethinde kullanılmasına karar vermişti.
Avni Bir Sanatkâr
Askerî dehasının ve kabiliyetlerinin yanı sıra sanata, ilme, felsefeye, kültüre ve edebiyata derin bir ilgi duymuş, sarayında da pek çok sanatçının hamiliğini üstlenmiştir.
II. Mehmed’in yanında bulundurduğu Rum tarihçi Kritovulos, onun ana dili olan Türkçe dışında Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini söyler. Zengin bir kütüphanesinin olduğu, felsefeye duyduğu ilgiye binaen, zaman zaman ulemayı ve Müslüman bilginleri huzuruna davet edip onlarla felsefi tartışmalar yaptığı biliniyordu.
Edebî yönü de oldukça güçlü olan II. Mehmed, “Avni” (yardım eden) mahlasıyla şiirler yazıyordu. Osmanlı padişahları arasında divan sahibi olan tek padişah da kendisi idi. Şiirlerinde tasavvufi ve dinî unsurlar ağırlıktaydı. Şiir yazan ilk Osmanlı padişahı olan babası Sultan II. Murad’ın rol modelliği, ilmî, manevi, şahsiyet ve karakter inşasında son derece etkili olmuştu.
Semerkant’ta çalışmalarını yürüten matematikçi ve astronom Ali Kuşçu’yu İstanbul’a davet ederek burada kalmasını sağlamış, Rönesans Dönemi’nin önemli İtalyan ressamlarından biri olan Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek kendisine hususi resimlerini yaptırmıştır. İtalyan tarihçi Langusto, Fatih için “Şiddetli bir öğrenme ihtirasına sahip ve âlicenaptır.” der.
Divan şairi olan veziri Ahmet Paşa’yı çeşitli sebeplerden ötürü zindana attıran Fatih Sultan Mehmed’in, yazdığı bir kaside ile onu zindandan çıkarıp idamdan azat etmesi de sanata ve sanatçıya verdiği değeri göstermesi bakımından önemi haizdir. Civar ülkelerin yöneticilerine gönderdiği mektuplarda da edebî maharetini kullanmıştı. Örneğin, Karamanlı hükümdarına yazdığı mektuptaki cinas sanatını barındıran şu şiiri dikkat çekicidir:
Bizümle saltanat lafın idermiş ol Karamânî
Huda fursat virürse ger kara yire karam anı
(O Karaman beyi bizimle saltanat lafı ediyormuş.
Allah fırsat verirse onu yerle bir edeceğim.)
Şarkiyatçıların kendisine hayranlık duyduğu ve eserlerinde de bunu gizlemeyerek Fatih Sultan Mehmed’den şöyle bahsettikleri söylenebilir: Ortadan uzun boylu, kıvrımlı burunlu, azim ve hırsla çevrelenmiş keskin ve sivri yüz hatlarına sahip; çok fazla gülmeyen, son derece mağrur ve ciddi, heybetli ve haşmetli, kudreti ve ihtişamıyla gelmiş geçmiş en büyük hükümdar, tarihin daha iyisine şahitlik edemeyeceği kadar fevkalade bir liderdir. Sefahat düşkünü olmayan, malayani işlerle uğraşamayacak kadar meşgul ve çalışkandır. Daima cihan devleti ülküsü peşinde hareket eden, harp sanatına meraklı, ihtiraslı ve her şeyi öğrenmek arzusuyla yanıp tutuşan zeki bir araştırmacı, İstanbul’un hem fatihi hem mimarı...
Öyle ki fetihten birkaç sene sonra İstanbul’a geldiklerinde İstanbul’u bir metropolis olarak bulmuşlar ve hayranlıklarını gizleyememişlerdi. Yine de Batı dünyası, Fatih Sultan Mehmed’in vefatını şöyle duyurmuş, kutlama yapmaktan geri kalmamıştı: “Büyük Kartal öldü.”
Tarihte bu ay neler oldu?
Fatih Sultan Mehmed vefat etti.
(4 Mayıs 1481)
Soma’da maden faciası meydana geldi.
(13 Mayıs 2014)
Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadele’yi başlattı.
(19 Mayıs 1919)
Nene Hatun vefat etti.
(22 Mayıs 1955)
Selçuklu Devleti kuruldu.
(24 Mayıs 1040)