İNSANLIĞIN EN ESKİ ANIT MİMARİSİ GÖBEKLİTEPE
Sümeyra YAMAN
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Şanlıurfa’nın Haliliye ilçesine bağlı Örencik köyü yakınlarında bulunan Göbeklitepe, Harran Ovası açıklarında yer alan Neolitik (Yeni Taş Çağı) zamana ait arkeolojik bir sit alanıdır. MÖ 9600–9500 arası döneme ait olduğu düşünülen Göbeklitepe, dünyanın şu ana kadar bilinen en eski tarihî yapısıdır. Göbeklitepe’nin bir kült merkezi ve mezarlık olarak kullanımının MÖ 8000 tarihine kadar devam ettiği ve bu tarihten sonra terk edildiği, başka veya benzer amaçlarla kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbeklitepe’yi insanlık tarihinin en eşsiz ve özel yapılarından biri kılmaktadır ve bu yönüyle bölge, 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmıştır.
Göbeklitepe, ilk olarak 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesinin yürüttüğü “Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Projesi” kapsamında yüzey araştırmaları esnasında tespit edilmiştir. 1995-2006 yılları arasında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında, Alman Arkeoloji Enstitüsünden alınan akademik destekle bölgede kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Günümüzde bölge hâlâ kazı statüsündedir ve çalışmalar devam etmektedir. Aynı bölgede benzer nitelikte başka arkeolojik sit alanlarının keşfedilmesi sonrasında 2021 yılında Göbeklitepe’nin de dâhil edildiği bu arkeolojik sit topluluğuna Taş Tepeler adı verilmiştir.
Tepe; Toros Dağları, Karacadağ, Şanlıurfa Platosu, Fırat ve Harran Ovaları arasında, çevresine oldukça hâkim bir konumdadır. Yapı için bu konumun seçilmesi kuvvetle muhtemel bilinçli bir tercihtir. Dahası, böylesi anıtsal yapılar için çok kaliteli taş kaynaklarına ihtiyaç duyulduğu malumdur. Göbeklitepe’de kullanılan kireç taşı, bu bölgeye mahsus ve her yerde bulunmayan oldukça sert bir taştır. Bugün bile bölge, en kaliteli kireç taşı yatağı olarak bilinmektedir. Dolayısıyla yapı inşası için Göbeklitepe platosunun seçilmesi içinde barındırdığı kireç taşı kaynağı ile ilişkili görünmektedir.
Göbeklitepe’deki en ilginç buluntular boyu 6 metreyi, ağırlığı 40 tonu aşabilen “T” biçimindeki anıtsal dikili taşlardır. Bu dikili taşların 10-12 tanesi dairesel biçimde dizilerek araları taş duvarlar ile örülmüştür. Ortadaki bir çift karşılıklı büyük dikili taş ile çevresindeki dikili taşlar, yuvarlak ya da oval kapalı mekânlar oluşturur. Göbeklitepe çevresinde geniş kayalık platolar bulunur. Dikili taşların da bu platolardaki kayalardan yekpare kesilerek temin edildiği düşünülmektedir. Arazide işlenmemiş durumdaki bazı dikili taşlar ise kesildiği yerde hâlâ görülebilmektedir. Ayrıca bu platolarda, kayalar üzerinde işlevleri henüz anlaşılamayan oyuklar ve birtakım işaretler bulunmaktadır. Göbeklitepe’de yapılan kazılarda konut olabilecek herhangi bir mimari kalıntıya rastlanmamıştır. Bunun yerine çok sayıda anıtsal kült yapı ortaya çıkarılmıştır. Tepenin her yerinde gözlemlenen kireç taşı blokları nedeniyle buranın aynı zamanda bir mezarlık olduğu kanısına varılmıştır.
Dikili taşların çoğunda, insan olmakla beraber sıklıkla hayvan figürlerine ve farklı tarzlarda soyut sembollere rastlanır. Taşa işlenen bu en eski rölyeflerin yanı sıra üç boyutlu hayvan kabartmaları görülmektedir. Bu yapıdaki betimlemelerde 17 hayvan türü kullanılmıştır. Dikili taşlar üzerindeki kabartmalarda yılan ve tilki suretleri ağırlıklı olarak yer almaktadır. Araştırmacılar, kabartma ve heykel şeklinde karşımıza çıkan bu hayvanların yapılma amacının mitolojik semboller olabileceğini düşünmektedirler. Kafa kısımları olmayan; gövdelerinde el, kol ve parmak motifleri bulunan dikili taşlar ise stilize edilmiş insan heykelleri olarak yorumlanmaktadır. Dikili taşların gövde kısmının ön yüzünde sıklıkla iki bant hâlinde uzanan ve uzun bir giysiyi andıran kabartmalar görülmektedir. Bu kabartmaların belirli kişilere mahsus özel bir giysiyi temsil ettiği ve ritüellerinin önemli bir unsuru olduğu düşünülmektedir. Yapılan kazılarda çıkarılan bazı heykel ve taşlar Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Kazı çalışmalarıyla Göbeklitepe’de dört farklı tabakalı bir yapı ortaya çıkarılmıştır. En üstteki birinci tabaka yüzey dolgusudur ve diğerlerinden daha sonra yapılmıştır. İkinci ve üçüncü tabakaların dikili taşlı köşeli yapılarıyla MÖ 8.000-9.000 arasında inşa edildikleri varsayılmaktadır. Dördüncü tabaka ise dikili taşlı dairesel yapılarıyla bu anıtsal eserin en eski kısmını oluşturmaktadır ve bu tabakanın MÖ 9.000-10.000 arası bir dönemde vücuda getirildiği tahmin edilmektedir. En alttaki dördüncü tabaka Göbeklitepe’nin en önemli katmanı olarak değerlendirilmektedir.
Göbeklitepe’deki bulguların ortaya çıkmasına kadar bilim dünyası, insanların başlangıçta göçebe küçük gruplar hâlinde örgütlendiğini düşünmekte ve avcı-toplayıcı basit topluluklar olarak yaşam sürdüklerini kabul etmekteydi. Ancak bölgedeki kazılarda ortaya çıkan bir kült merkezi mahiyetindeki anıtsal boyutlardaki mimari, büyük taş yontular, sembolik motifler ve stilize edilmiş canlandırmalar en azından bu bölgedeki toplulukların oldukça gelişmiş ve çok yönlü bir sosyal yaşantıya sahip olmaları gerektiğini göstermektedir. Bütün bu bulgular, böylesine girift ve kolektif faaliyetleri gerçekleştirebilmek için mevcut insan gruplarının organizasyon hâlinde ve oldukça gelişmiş bir yaşam sistematiğine sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Onların kişisel sanat becerileri ve dinî ritüeller ile meşgul olduklarını ihsas etmektedir. Mevcut bulgular ışığında bilim dünyası, avcı-toplayıcı toplulukların sosyokültürel yapısı hakkındaki hâkim görüşlerini gözden geçirmek durumunda kalmıştır.
Arkeologlarca üzerinde durulan diğer bir konu da bu yapıların inşa edilmesinin gerektirdiği son derece karmaşık insan organizasyonunun avcı-toplayıcı topluluklarca nasıl sağlanabildiği konusudur. Uzmanlara göre “dinî lider”ler bu inşa faaliyetlerine önderlik etmiştir. Bu durumda, “seçkin”lerin de olduğu bir sosyal sınıflaşmanın bu toplumlarda mevcut olduğu kabul edilmelidir. Bu demektir ki Göbeklitepe’yi inşa eden insan topluluklarının hiyerarşik bir sosyal sınıfları vardı. Hâlbuki bilim dünyasında Göbeklitepe’nin keşfine kadar yaygın olan bakış açısı, karmaşık dinî uygulamaların ve organizasyonun ancak tarımın hâkim olduğu topluluklarda ortaya çıktığı yönündeydi. Bu yönüyle Göbeklitepe mevcut yaklaşımı temelden sorguya açmıştır.
Anlaşıldığı kadarıyla Göbeklitepe, o dönem insanlarının sadece mabedi değil sosyal hayatlarının da merkeziydi. Yaşam tarzlarının değişmesiyle birlikte oradan ayrılırken tapınaklarını korumak adına, yapımı kadar zor bir işe kalkıştılar ve onu toprakla örtüp gömdüler. Aradan binlerce yıl geçti. İnsanoğlu uzayı keşfedecek kadar becerilerini geliştirdi. Tüm bu gelişmeler sonucunda insanın anlam dünyası da çok değişti. Ama insanoğlunun kutsalla ilişkisi hep baki kaldı. Göbeklitepe’de inşa edilen mabet, insanoğlu için buz devrinin sonlarına kadar uzanan çok uzun soluklu düşünce ve sanatkârlık geleneğinin bir göstergesidir.
Göbeklitepe, insanlığın gelişim tarihini sil baştan düşünmemize sebep oldu. Medeniyetin kökenine dair yeni bir şey anlattı bize. Yerleşik hayata geçiş sebebinin tarım olmadığını, mabedin bunun en önemli nedeni olabileceğini görmüş olduk. Yani insanoğlu, tarlasındaki hasat için değil mabedinin yanında kalabilmek için göçebe hayat sürmeyi terk etmiştir.