Makale

PROF. DR. M. HAKAN TÜRKÇAPAR İLE SÖYLEŞİ

PROF. DR.
M. HAKAN TÜRKÇAPAR
İLE SÖYLEŞİ

Söyleşi: Mustafa BERK

Dinî inançlar ve uygulamalar, aile fertleri arasında ortak değerler, ortak hedefler ve birlik duygusu oluşturmaya yardımcı olur. Özellikle manevi değerlerin güçlü biçimde yaşandığı ailelerde, üyeler kendilerini daha güçlü bir aidiyet duygusu içinde hisseder ve dışarıdan gelen etkilere karşı daha dirençli olur. Dinî bayramlar, ibadetler ve çeşitli manevi uygulamalar sayesinde aile bireyleri arasında sağlam bir bağ kurulur ve böylece aile bütünlüğü korunur.
Toplumun temel taşı olarak tanımlanan aile, sağlıklı ve müreffeh bir toplumun olmazsa olmazı konumundadır. Günümüzde aile yapısında ne gibi değişimler söz konusu? Geleneksel ve modern aile arasındaki fark nedir?
Sağlıklı ve müreffeh bir toplumun vazgeçilmez unsuru olan ailenin yaşadığı değişim bireylerin psikososyal gelişimlerini ve toplumsal dinamikleri etkilemektedir. Türkiye’de geleneksel aile yapısı genellikle “geniş aile” modeline dayanır. Bu yapıda, birden fazla kuşak aynı çatı altında yaşar ve aile büyükleri otorite sahibidir. Bu aile yapısında cinsiyet rolleri belirgindir; erkekler ekonomik sorumluluğu üstlenirken kadınlar ev işleri ve çocuk bakımından sorumludur. Aile içi dayanışma ve toplulukçu değerler ön plandadır. Modern aile yapısı ise özellikle sanayileşme, kentleşme ve eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte yaygınlaşan “çekirdek aile” modelini yansıtmaktadır. Bu modelde anne, baba ve çocuklardan oluşan daha küçük bir aile yapısı söz konusudur ve aile içi roller daha esnek ve eşitlikçi hâle gelmiştir. Bireysel özgürlük ve kişisel gelişim daha fazla önem kazanmıştır.
Ortalama hane büyüklüğü azalmış, çocuksuz çekirdek ailelerin oranı ise artmıştır. Son yıllarda çok hızlı bir şekilde evlilik yaşı yükselirken boşanma ve tek ebeveynli aile oranlarında da hızlı bir artış olmuştur. Ayrıca, eşler daha az çocuk sahibi olmaya başlamış ve doğurganlık oranı nüfusu korumaya yetecek oranın altına düşmüştür.
Aile kurumunun bireylerin psikolojik ve sosyolojik gelişimindeki rolü nedir? Toplumun şekillenmesinde ailenin nasıl bir etkisi vardır?
Aile, bireyin ilk toplumsal deneyimlerini yaşadığı, psikolojik ve sosyolojik gelişiminin şekillendiği en temel yapıdır. Bireyin benlik gelişiminde kritik bir rol oynar ve kültürel bağlam içinde bireyin davranışlarını, tutumlarını ve toplumsal kimliğini belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Ailenin bireysel gelişimdeki önemi, yaşamın en erken dönemlerinden itibaren etkisini gösterir. Özellikle güvenli bağlanma ilişkileri, bireyin hem psikolojik sağlamlığı hem de yaşam boyu kuracağı toplumsal ilişkiler için bir temel oluşturur. Aynı zamanda destekleyici ve anlayışlı bir aile ortamı, bireyin öz saygısını geliştirerek psikolojik iyi oluşunu destekler. Aile, bireyin toplumsallaşma sürecinde de merkezî bir rol üstlenir. Toplumsal normlar, roller ve değerler ilk kez aile içinde öğrenilir. Birey, sorumluluk almayı, başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurmayı ve içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısını büyük ölçüde ailesi aracılığıyla kavrar. Bu yönüyle aile, hem bireyin toplumsal uyumunu kolaylaştırır hem de kültürel sürekliliğin sağlanmasına katkı sunar.
Toplumun temel yapı taşı olan aile, yalnızca bireylerin değil toplumun şekillenmesinde de belirleyici bir etkendir. Aile içinde aktarılan etik değerler ve güçlü bağlar, toplumsal dayanışmanın temelini oluşturur. Sağlıklı aile yapıları, toplumsal uyumu ve istikrarı desteklerken eğitime önem veren aileler, bireylerin toplumsal gelişime katkı sunmasını mümkün kılar.
Dolayısıyla aile, hem bireysel gelişimin hem de toplumsal yapının merkezinde yer alır. Psikolojik dayanıklılığın artmasından kültürel değerlerin korunmasına, topluma uyumdan toplumsal sorumluluk bilincine kadar pek çok alanda ailenin etkisi belirleyicidir. Bu nedenle, aile yapısının güçlendirilmesi yalnızca bireyler için değil toplumun bütünlüğü ve geleceği için de büyük önem taşır.
Sağlıklı bir aile ortamına doğan çocukların ileriki yaşlarda daha sağlam bir karakter yapısıyla karşımıza çıktığını görüyoruz. Bugünün ebeveynlik anlayışına dair neler söylersiniz? Allah’ın bizlere birer emaneti olan çocuklarımızı yetiştirirken nelere dikkat etmeliyiz?
Günümüzün ebeveynlik anlayışına baktığımızda geçmiş dönemlere kıyasla önemli değişimler olduğunu gözlemliyoruz. Artık ebeveynlerin çocuk gelişimi ve psikolojisi hakkında daha bilinçli olduğunu, bu konularda erişilebilir kaynakların artmasıyla birlikte daha fazla bilgiye sahip olduklarını görüyoruz. Ancak bu bilgi bolluğu zaman zaman ebeveynleri kafa karışıklığına da sürükleyebiliyor. Bu noktada, çocukların temel psikolojik gereksinimlerinin karşılanmasıyla ilgili net ve tutarlı bir yaklaşım benimsemek gerekiyor. Sağlıklı bir aile ortamı; sevgi, güven, açık iletişim ve tutarlı sınırlarla şekillenir. Böyle bir ortamda büyüyen çocuklar hem kendilerini güvende hisseder hem de bağımsızlık ve sağlıklı ilişkiler kurma becerileri geliştirir.
Ebeveynliğin temel taşlarından biri, çocukla kurulan iletişimdir. Çocuğu aktif biçimde dinlemek, duygularını anlamaya çalışmak ve ona koşulsuz kabul göstermek, güçlü bir ilişki kurmanın anahtarıdır. Ayrıca ebeveynler, davranışlarıyla çocuklarına örnek olmalı; çünkü çocuklar en çok gözlemleyerek öğrenir. Öte yandan çocukların dijital dünyayla ilişkisi de bugünün ebeveynliğinin temel konularından biridir. Çocukların teknolojiyle dengeli ve sağlıklı bir ilişki geliştirmelerini sağlamak onları dijital dünyanın risklerine karşı korurken aynı zamanda toplumsal becerilerini güçlendirmek açısından önemlidir. Çocukların ekran karşısında geçirdikleri zamanı sınırlandırarak yerine gerçek dünya etkileşimlerini ve toplumsal faaliyetleri koymak, çocukların psikolojik ve toplumsal gelişimini destekleyecektir.
Gitgide küçülen dünyamızda küreselleşme ve kültürel değişimler bireyi olduğu kadar aileyi de etkilemektedir. Geleneksel aile değerlerini bu süreçte nasıl koruyabiliriz? İnançlar ve dinî uygulamalar buna ne kadar yardımcı olur?
Küreselleşme ve beraberinde getirdiği kültürel değişimler, aile kurumunu da derinden etkiliyor. Bir yandan dünyanın her yerinden farklı kültürler ve yaşam tarzları kolaylıkla erişilebilir hâle gelirken diğer yandan bu durum geleneksel aile değerlerinin ve yapılarının sorgulanmasına ya da yeniden şekillenmesine neden oluyor. Bu süreçte ailelerin geleneksel değerlerini korumak adına yapabilecekleri bazı temel noktalar bulunuyor. Öncelikle aile içindeki iletişimin güçlendirilmesi, bu değerlerin korunmasında kilit rol oynar. Ebeveynlerin çocuklarıyla açık, samimi ve düzenli iletişim kurmaları, ailenin sahip olduğu kültürel ve manevi değerlerin yeni nesillere aktarımını kolaylaştırır. Ayrıca aile bireylerinin, kendi değerlerini yaşatmak ve korumak adına çeşitli gelenek ve görenekleri birlikte yaşaması kültürel kimliğin sağlamlaşmasını destekler.
İnançlar ve dinî uygulamalar da bu süreçte önemli bir destekleyici unsur olabilir. Dinî inançlar ve uygulamalar, aile fertleri arasında ortak değerler, ortak hedefler ve birlik duygusu oluşturmaya yardımcı olur. Özellikle manevi değerlerin güçlü biçimde yaşandığı ailelerde, üyeler kendilerini daha güçlü bir aidiyet duygusu içinde hisseder ve dışarıdan gelen etkilere karşı daha dirençli olur. Dinî bayramlar, ibadetler ve çeşitli manevi uygulamalar sayesinde aile bireyleri arasında sağlam bir bağ kurulur ve böylece aile bütünlüğü korunur.
Teknolojik gelişmeler aileyi ve aile içindeki iletişimi etkiliyor. Dijital hayatın gölgesinde aile olarak kalabilmenin zorluklarını yaşadığımız şu günlerde başta sosyal medya kullanımı olmak üzere dijital bağımlılıklarımız aile bağlarını ne ölçüde etkiledi? Zayıflamış gibi görünen bu bağları güçlendirmek için ne yapmalıyız?
Dijital bağımlılıklar; özellikle toplumsal medya, oyunlar ve sürekli çevrim içi olma ihtiyacı gibi etkenler aile içindeki bağları olumsuz yönde etkileyebilir. Aile üyeleri, teknolojik cihazlara daha fazla odaklanarak yüz yüze iletişimi azalttıklarında duygusal mesafe artabilir ve aile üyelerinin birbirlerine olan ilgisi, paylaşılan anlar ve birlikte geçirilen zaman bu süreçten olumsuz etkilenebilir. Örneğin, akşam yemeklerinde aile üyelerinin telefonlarına odaklanması, sohbetlerin azalmasına ve birlikte geçirilen vaktin verimsizleşmesine ve dolayısıyla aile bağlarının zayıflamasına neden olabilir. Nitekim, yapılan çalışmalar da bunu doğrular niteliktedir. Dijital bağımlılık, ev içindeki sorumlulukları yerine getirmemeye sebep olmakta, bu da aile içindeki stres ve gerginliği artırmaktadır.
Bu olumsuz etkileri azaltmak için ailelerin teknoloji kullanımına dair net kurallar belirlemesi önemlidir. Örneğin, yemek saatlerinde telefonların kaldırılması gibi basit kurallar, hem iletişimi güçlendirebilir hem de dijital bağımlılığı sınırlandırabilir. Ayrıca teknoloji kullanımı hakkında açık ve anlayışlı bir iletişim ortamı yaratmak, çatışmaları önlemenin ve ortak çözümler üretmenin yolunu açar. Teknolojiyi tamamen dışlamak yerine, ailenin birlikte kullanabileceği bir araca dönüştürmek mümkündür. Eğitim içerikleri izlemek ya da birlikte oyun oynamak dijital dünyayı bağ kurma aracına çevirebilir. Bununla birlikte, teknolojiden uzak kalarak birlikte yürüyüş yapmak, oyun geceleri düzenlemek gibi fiziksel ve toplumsal aktiviteleri teşvik etmek aile bağlarını güçlendirmek için etkili yöntemlerdendir.
Malumunuz, içinde bulunduğumuz yıl Cumhurbaşkanlığı himayesinde “Aile Yılı” olarak ilan edildi. Aile kurumunu desteklemek ve güçlendirmek için devlet ve sivil toplum kuruluşları ne gibi politikalar geliştirebilir? Sağlam bir aile yapısı tesis etmek için hangi adımlar atılmalıdır?
Aile kurumu, nesiller boyunca birliğin ve devamlılığın teminatı olmuştur. Günümüz dünyasında ekonomik zorluklar, dijital çağın getirdiği kopukluklar ve değer erozyonu, aileyi eskiye nazaran daha fazla sınamaktadır. Peki Aile Yılı vesilesiyle devlet ve sivil toplum olarak neler yapabilir, toplumun temeli olan bu kuruma nasıl güç katabiliriz?
Ailelere kendi gereksinim ve değerlerine uygun rehberlik sunmak, onların sağlıklı iletişim kurmalarını ve çatışmaları etkili bir şekilde çözmelerini sağlamak açısından oldukça önemlidir. Psikolojik destek ve danışmanlık hizmetleri, evlilik doyumunu artırmakta ve aile içi ilişkilerin güçlenmesine katkı sunmaktadır. Bu hizmetlerin yaygınlaştırılması, özellikle evlilik öncesi eğitimler ve atölyelerle ailelerin erken dönemde desteklenmesi hedeflenmelidir.
Ailelerin ekonomik açıdan güçlendirilmesi, özellikle genç bireylerin aile kurma ve çocuk sahibi olma kararlarını olumlu yönde etkileyebilir. Maddi sıkıntılar, aile içi huzuru olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle doğrudan yardımların yanı sıra uzun vadeli iş güvencesi, konut edinimi ve vergi indirimleri gibi kalıcı politikalarla da aile desteklenmelidir.
Aile değerlerinin korunması ve gelecek nesillere aktarılması, eğitim sistemi ve medyanın iş birliğiyle mümkündür. Okullarda aile yaşamı, empati ve sağlıklı iletişim gibi konuları içeren derslerle çocuklara küçük yaşta ilişki becerileri kazandırılabilir. Medyada ise aileyi destekleyen yapımların teşvik edilmesi, kamu spotlarıyla olumlu değerlerin yaygınlaştırılması ve zararlı içeriklerin denetlenmesi önemlidir.
Aile yapısını en çok tehdit eden unsurlardan biri şiddet olgusudur. Özellikle kadına yönelik şiddete karşı hukuki koruma mekanizmalarının eksiksiz işlemesi, kolluk kuvvetlerinin hızlı ve duyarlı hareket etmesi sağlanmalıdır. Aynı zamanda, toplumsal düzeyde şiddete sıfır tolerans yaklaşımının benimsenmesi, bu doğrultuda okullarda ve toplum genelinde farkındalık ve eğitim çalışmalarının artırılması gerekmektedir.
Öz Geçmiş
1990’da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini, 1995’te de psikiyatri ihtisasını bitirdi. Uzmanlık sonrası Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler alanında ABD’de psikoterapi eğitimi aldı. 1999 yılında New York Ellis Institutede Rational Emotive Behaviour Therapy eğitimi sonrası REBT (Akılcı Duygusal Terapi) alanında önce temel sertifika (primary certificate), ardından da 2008 yılında da ileri düzey sertifika (advanced certificate) aşamalarını tamamladı. 2003 yılında Uluslararası Bilişsel Terapi Akademisi tarafından bilişsel terapist; 2013 yılında da bilişsel davranışçı psikoterapi eğiticisi ve danışmanı olarak sertifiye edildi. Bilişsel davranışçı terapi alanında “Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Uygulama” (2007) ve “Klinik Uygulamada Bilişsel Terapi: Depresyon” (2009), “Fark Et Düşün Hisset Yaşa” (2019) başlıklı üç kitabı ve sayısı yüzü aşan makalesi yayımlanmış, 1999 yılından itibaren çeşitli merkezlerde ve kongrelerde bilişsel davranışçı terapi konusunda alanda çalışan profesyonellere dönük eğitim çalışmaları yapmıştır. 2000’de doçent, 2012’de profösör olan, Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği başkanlığı görevini de sürdüren Türkçapar, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Psikoloji Bölümünde çalışmalarına devam etmektedir.